Gezi direnişinin ilk günlerinde Kabataş İskelesi önünde Z. D. adında türbanlı bir hanımın bebek arabasındaki çocuğuyla birlikte Gezi eylemcisi bir grup tarafından taciz ve darp edildiği iddiası, kamera kayıtlarının ortaya çıkmasıyla yeniden gündem oluşturdu.
Z.D.’nin olaya dair anlattıklarını, kamera kayıtlarında neyin ne kadar göründüğü hususlarını tekrarlamaya gerek yok. Mevcut kayıtlar, Z.D.’nin ifadelerini doğrulamamaktadır.
Olay için: Z.D.’nin anlattıkları doğrudur; Z.D olayı abartmıştır; grup Z.D.’ye sözlü sataşmada bulunarak savuşmuştur ya da sözü edilen olay hiç olmamıştır denilebilir. Ben baştan beri Z.D.’nin beyanlarına, en azından tümüne inanmadım.
Z.D.’nin özellikle 80-100 kişilik deri eldivenli, üstleri çıplak, bandanalı adamların saldırması ve saldırgan grubun içinden 3-5 kişinin de üzerine işemesi beyanı çok korkunç olup ilginçtir, bana motosikletli holiganların konu edildiği avantür filmleri hatırlattı. “Her ne olursa olsun bir kadın saldırıya uğradığını söylüyorsa, eril toplumun koşulları gereği kadının beyanı pozitif bir değerle dikkate alınmalıdır.”
Peki, inanmak öznelliğinin aşılarak olayın gerçekliğine ulaşmanın yolu nedir? Kanıtlar, tanıklar, beyanlar, raporlar, ipuçları vb. Bunun cevabını ilgili merciler vermek zorundadır. Ancak ne yazık ki 8 ay oldu, hala vermiyorlar!
Burada esas olan nokta, Başbakan Erdoğan ile yandaş basının tavrıdır. Gezi direnişi, AKP’nin cilalarını dökerek gerçek kimliğini daha bir ortaya çıkardı. Çünkü ilk defa AKP’nin muktedirliğine, keyfiliğine karşı “yeter artık” diyen nitelikli bir direnişti. Kendini sultan sanan Başbakan Erdoğan’ın toplum mühendisliğine, bireysel hayatı tanzimine karşı “yeter artık” diyenlerin sokağa çıkışıydı. Bunu beklemiyorlardı.
Gezi direnişinin bu niteliği, Başbakan Erdoğan’ı ve AKP hükümetini hem korkuttu hem saldırganlaştırdı. Bir yandan polisin alabildiğine güç kullanmasına, bir yandan da propaganda savaşına giriştiler.
Başbakan Erdoğan daha o günlerde, “Çok önemli bir yakınımın gelinini (Z.D.’yi kastediyor), Başbakanlık ofisimin yanında, yerlerde süründürdüler, kendisini, çocuğunu taciz ettiler. Bu mudur özgürlük? Yakınımın gelininin başörtüsüne küçük abdestini yaptılar. Kabataş bölgesinde çok sayıda MOBESE kamerası var. Görüntüler infiale neden olmaması için saklanıyor” dedi.
AKP milletvekili Mehmet Metiner ve dönemin Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanı Fatma Şahin de yaptıkları konuşmalarda olayın çok vahim olduğunu dile getirmiş, toplumsal barışın bozulmaması için görüntülerin yayınlanmadığını söylemişlerdi. Bir kısım mutbuat kalemleri de hık deyicilik görevi gereği aynı mealde yazılar döktürdü.
Başbakan Erdoğan, polis gazından kaçarak camiye sığınan direnişçiler için, “Dolmabahçe Camii’ne bira şişeleriyle girdiler, ayakkabılarıyla girdiler” dedi. Ellerinde görüntülü kayıtlar olduğunu ve bunu açıklayacaklarını söyleyen Başbakan, o gün bugündür var dediği kayıtları açıkla(ya)madı! Aksine, bira kutularının camiye sonradan konularak fotoğraf çekildiği ortaya çıktı. Ve caminin imamı, ben içki içildiğini görmedim dedi. Polis tarafından saatlerce sorgulanmasına rağmen, aynı ifadesini verdi. Çünkü ben Allah’tan korkarım dedi! İmam, sürüldü! Sürekli inşallahlı, maşallahlı konuşup da Allah’tan korkmayanlar, Allah’tan korkan dürüst imamı sürdüler!
Kabataş olayına ilişkin görüntülerin yayınlanması üzerine Sabah gazetesi şöyle yazıyor: “Sabah'a konuşan ancak adının açıklanmasını istemeyen bir polis yetkilisi, soruşturma dosyasında, olay yerini daha net şekilde gösteren bir kamera görüntüsünün daha bulunduğunu açıkladı. Zehra Develioğlu ile 6 aylık bebeğinin maruz kaldığı saldırıyla ilgili soruşturmayı başlatan savcı Rasim Işıkaltın da yayımlanan görüntülerin, darp olayı öncesine denk gelen görüntüler olduğunu söyledi.”
Demek polisin elinde net görüntüler var.
Savcıya göre yayınlanan görüntüler darp öncesine ait, demek ki darp olayını gösteren görüntüler de var ve savcı bunları izlemiş ki, yayınlanan görüntülerin darp öncesi olduğunu söylüyor.
Başbakan da elinde hem camide içki içilmesinin hem de Kabataş olayının görüntülerinin var olduğunu söylüyor.
Ne ala! Egemenlerin elinde görüntüler var ama açıklamıyorlar, çünkü millet galeyana gelirmiş, toplumsal barış bozulabilirmiş vs. Buna ister inanın ister inanmayın, muktedir böyle buyurdu!
Toplum Kabataş’ı aştı
Dillerine pelesenk olan bu şiddet içerikli, dini değerler üzerinden saldırı ve tahrik yaparak topluma mesaj veren söylemler toplumsal barışı bozmuyor da, kamera kayıtları mı bozacak?
Başbakan Erdoğan’ın elinde iddia ettiği olayları içeren kayıtlar olacak da, yayınlatmayacak öyle mi? Toplumsal barışı hiçe sayarak, yüzde 50’yi zor tutuyorum diyecek kadar çatışmacı ve şiddet içerikli dili kullanan birisinin zihniyeti, bu konuda da en küçük bir fırsatı dahi kullanacak yapıya sahiptir. Gezi’yi bir kaşık suda boğmaya çalışan Başbakan Erdoğan ve çevresi Gezi’yi suçlayıcı iddiaları defalarca tekrar etmelerine rağmen, iddialarını destekleyen küçük bir kanıt dahi ortaya çıkaramadı. Ne söyledilerse, tersinin olduğu ortaya çıktı.
İftiralar ve yalanlarla toplumu germeye ve çatışma çıkartmaya çalışan bu siyasetin başarıya ulaşmaması, toplumun genel olarak Erdoğan ve yandaş basının iddialarına büyük ölçüde inanmadığının bir kanıtıdır. Toplum çatışmacı anlayışı büyük ölçüde aştı.
Toplum 1970’lerin 1990’ların toplumu değil. 1970’lerin ikinci yarısında birçok yerde çıkan kitle çatışmaları, Aleviler ve solcular için “camiye bomba attılar”, “camiyi yakıyorlar”, “imamı dövdüler”, “kalkın ey ehli Müslümanlar, din elden gidiyor” yalanlarıyla tahrik edilerek başlatıldı. 1990’larda vatan, millet, bayrak üzerinden tahriklerle kitlesel çatışmalar çıkarmaya çalıştılar.
Şimdi ise, AKP bu pozisyona düştü. Dünün egemenlerine benzedi; onların diliyle, o eskimiş ve zehirli dille konuşuyor.
Kabataş’ta ne olup olmadığı hususunda Başbakan Erdoğan ve yandaş basınının tavrını tersten okumalar yaparak da bir sonuca ulaşılabilir. Tersten okumanın altını çiziyorum; çünkü egemenlerin inşa ettiği korku imparatorluğunda ve toplumsal anomalinin arttığı bir ortamda doğruya, gerçeğe ulaşmanın bir yolu da, egemenlerin söylediklerini tersinden okumaktır. Bize de zaten bunu yapmak düşüyor, çünkü ilgili kurumlar Başbakan Erdoğan’ın korkusundan gerçeği açıklayamıyorlar.
Toplum Kabataş’ı aştı ama Başbakan Erdoğan kafasını kabataşa çarptı.
Ve Kabataş yalnızca dilin değil, vicdanların da kirlenmesidir. (HŞ/HK)