Geçtiğimiz ay Kanada’daki arka arkaya birer gün ara ile gerçekleşen Parlamento Binası ve Quebec eyaletindeki saldırılarya yeni bir döneme girildi. Her iki saldırıda muhafazakâr Stephen Harper hükümetinin IŞID karşıtı koalisyonuna açık desteğinin açıklaması ve tartışmalar sonucu altı savaş jetini bölgeye gönderme kararının almasından sonra gerçekleşti. Ancak hem Quebec şehrindeki hem Ottawa’daki saldırıların doğma büyüme Kanadalılar tarafından gerçekleştirilmesi buradaki güvenlik paradigmalarını ve toplumsal algıyı alt üst etti.
Quebec şehrindeki saldırı 25 yaşındaki Martin Rouleau isimli beyaz Frankafon bir Kanadalının orada görevli iki subayı arabasıyla ezmesiyla sonuçlandı. İddialara göre Rouleau iş ve özel hayatında yaşadığı problemler yüzünden “radikal” İslami eğilimlere yönelmiş ve saldırıyı gerçekleştirmişti. Parlamento Binası saldırısı babası göçmen Libyalı annesi ise beyaz Kanadalı ve yine Kanada doğumlu Michael Zehaf Bibeau tarafından gerçekleştirildi. Yine iddialara göre uyuşturucu ve akıl sağlığı sorunları yüzünden bu saldırgan da “radikal İslam’ın batağına” düşmüştü.
Parlamento Binası saldırısı Kanada’nın güvenlik mevzu bahis olduğunda Amerika’dan ne kadar farklı bir portre çizdiğini gösterdiği kanısındayım. Zehaf parlamento yakınındaki anıtta bir askeri öldürdükten sonra elinde koca bir tüfek ile parlamento binasının içine kadar girmeyi başarmıştı. Burada özel güvenlik güçleri tarafından vurularak durduruldu.
Saldırı sonrası şok sürecinde bu bir terör saldırışı mı değil mi tartışmaları sürerken ülkenin başbakanı Harper kayıplara karıştı. Kanada tam sekiz saat boyunca büyük bir kaos yaşadığını söyleyebilirim. Ülkeye muazzam bir belirsizlik hakimdi bu süreçte. Ülke başbakanı kayıplara karışmış iken Washington’dan Obama’nın saldırılara dair açıklama yapması gerçekten Kanada politik tarihi açısından tam bir fiyaskoydu. Obama komşu Kanada’ya yapılan “terör” saldırılarını canlı yayında kınıyordu.
Saldırıyı takip eden süreçte televizyon programlarında ve haberlerde hararetli tartışmalar devam etti. Bunlar gerçekten IŞID uzantısı terör saldırıları mıydı? Uzun uzadıya giden tartışmaları size şöyle özetleyebilirim; bir programda çok radikal ırkçı bir yorumcu “tehlike oluşturan göçmenleri Kanada’dan göndermeliyiz” yorumu yapması üzerine “Rouleau’nun ailesini nereye göndereceğiz Fransa’ya mı” cevabı gerçekten ironik ve komikti. Ez cümle, saldırıların beyaz Kanadalılar tarafından yapılması güvenlik ve göçmen algısı parametrelerini yerinden oynatmıştı.
Geçen bir ay boyunca Liberal ve sol NDP partisine yakın duran kesim bunları terör saldırı olarak görmemeliyiz kampanyası başlattı. Bu yaklaşımın halk arasında da destek bulduğunu söyleyebilirim. Çoğu Kanadalı “akli dengesi bozuk iki kişinin” “İslam” ile özdeşleştirilmesi fikrine hararetle karşı çıktı. İleri görüşlü öğrenciler ise hemen sosyal senaryo deneylere yöneldi. Bu senaryoların birinde cüppeli bir vatandaş, beyaz ırkçı bir Kanadalı tarafından “tehlike” oluşturduğu gerekçesiyle otobüse bindirilmiyordu. Deney nasıl mı sonuçlandı? Çok kültürlüğü savunan Harley Davidson motor kullanıcısı bir vatandaş araya girerek cüppeli vatandaşa “sen bir dur kardeşim ben bunu halledeceğim” deyip ırkçı Kanadalıyı yumruklaması ile bitiyor.
Bu tatlı hikaye her ne kadar Kanada’daki kibar ırkçılığın üstünü yine örtmeye çalışsa da ortalama Kanadalı vatandaşların yaklaşımlarının ulusal güvenlik mevzu bahis olduğunda Amerikalılardan ne kadar farklı olduğunu gösteriyor. Bu direnişe rağmen muhafazakâr Harper’ın ülkeyi Amerika gibi güvenlik yüzünden her an mobilize olmaya hazır bir ülkeye dönüştürmeye devam ettiğini söyleyebilirim. Ne de olsa Birleşik Devletler artık savaşları finanse edemiyor ve koalisyona ihtiyacı var. Tabi ülkelerin koalisyona destek vermesi için kamuoyu desteği olmazsa olmaz bir şart.
Akıl sağlığı, uyuşturucu, radikal İslam derken Kuzey Amerika’nın gözden kaçırdığı bir gerçek ise çökmekte olan Beyaz modernitenin artık kendi vatandaşlarını kendine karşı tehdit unsuru haline dönüştürdüğü. Dikkat çekici bir ayrıntı ise Kuzey Amerika’da çok popüler olan “Homeland” dizisinin bu çelişkiyi konu etmesi. Türk otoriteleri filmin İstanbul’da geçen bölümlerine nedense itiraz etmişler. Diziler, yumuşak güç, neo-Osmanlıcılık diye çırpınan Davutoğlu dış politikasının bu fırsatı tepmesi bence onun kapasitesini de gözler önüne seriyor.
* Poyraz Kolluoğlu, Queen’s Üniversitesi, Kültürel Çalışmalar