İstihdam edilmenin keyfe keder basamaklarını geçtikten sonra, iş yerinde çalışıyor olmanın güvenceli iş demek olmadığını, sermaye yararına çıkarılan yasalarla birlikte kah işsizlikle tehdit ederek, kah düşük performans bahanesiyle işten atmanın kolaylaştırıldığını net olarak biliyoruz, yaşıyoruz. İşçinin kaderinin işverenin iki dudağı arasında olduğu ve işveren haklarının sıkı bir şekilde korunduğu bir ülkede, patronun doyumsuz arzusu ile şekillenen iş güvencesine değinmek istiyorum.
Okulu ilk bitirdiğim yıllarda, ailem devlet kapısında bir memur olmadığıma hayıflanır dururdu. Öteden beri devlet memurluğu iş güvencesinin sembolüydü. Oysaki şimdi KHK zulmü ile işten atmalara, OHAL operasyonları çerçevesinde kamusal istihdamın bitirilmesine, yaratılan artı değerlere kayyım atanarak el konmasına tanık oluyoruz. Bunca arkadaşımız KHK ile işten atılırken bir işte çalışıyor olmanın mahcubiyetini üzerimizde taşıyoruz. Şimdiye dek 110 binden fazla işçi KHK ile işten atıldı, hem de başka bir işe girme şansı yok edilerek, SGK sicillerine işlenerek, özel sektörde izleri takip edilerek, yurtdışı çıkış yasağı getirilerek.
Sadece ülkemizde değil tüm dünyada istihdam etmenin ve iş güvencesi sağlamanın kriterleri değiştirilirken var olan işlerde de mesela OECD raporları içinde yer alan yaşam boyu eğitim gibi işçiye sürekli bir öğrenme yükü yükleyecek, asla tam olarak uzman olamayacağı bir süreç inşa ediliyor. Bunu en çok iş ilanlarında görüyoruz, işe alım kriterleri listesi uzadıkça uzuyor. Sadece kriter listesindeki donanımlara sahip olan işçiler istihdam edilebiliyor. Çünkü patronların kasasına koyup saklayamayacağı donanımın maliyetlerine katlanmaya tahammülleri yok. Sınırları son derece muğlak iş görüşmesinde seçilme şansını artırmak için işçinin kendisine sürekli yatırım yapması, envai çeşit sertifika, diploma alması gerekiyor. Yine de tüm bu belgeler iş güvencesi olduğu anlamına gelmiyor. Patronların arzusunu tatmin etmek kelimenin tam anlamıyla imkansız.
Diyelim ki bir şekilde bu süreçleri iyi yönettiniz ve işe alındınız. Önce bazı meseleleri duymazlıktan, bazı meseleleri görmezlikten gelmeye çalışarak başlıyor iş hayatı. Sonra patron için yalan söylemen, yasal olmayan işleri yapman, iş arkadaşının üzerine acımadan basman gerekiyor. En kötüsü de sürekli yetersizlik endişesiyle yaşıyor olmak sanırım. İş güvencesinin hiçbir zaman tam olmaması, işçi olarak patrona ses çıkaramama hali ve zamanla yüzleşmek zorunda kaldığın ikili benlik hali. İş yerindeki ile gerçekteki arasında gidip gelmeler başlıyor.
Bir işinin olmasıyla birlikte karakter aşınması ile karşı karşıya kalıyorsun. Bir yandan işyerinde gerçekleri duruma göre çarpıtma baskısı görüyorsun diğer yanda sosyal medya gibi icatlar sayesinde özel hayatının tam da beyan ettiğin gibi doğru olması gerekiyor. “Ne yaptın?”, “Nereye gittin?”, “Neler paylaştın?” gibi kişiliğine, özel hayatına dair tüm veriler toplanarak iş dışında geçirdiğin zamanların çetelesi çıkarılıyor ve siciline işleniyor. Son çıkan facebook skandalı ile artık nasıl bir veri bulutu içinde olduğumuz ve en kişisel bilgilerimizin, yaşam alışkanlıklarımızın nasıl çalındığını okuyor, öğreniyoruz. İş güvencesi için bu veriler önem arzediyor.
İşe ilk girdiğim zamanlarda, patronum her gece televizyon izlerken iş düşündüğünü ve bizden de aynı şeyleri beklediğini söylerdi. Neyse ki o zamanlar henüz akıllı telefonlar yoktu ve patron çeşitli uygulamalar üzerinden “arkadaş” gibi yazarak iş yaptırmıyordu. İşin eve getirilme biçimlerinden biri oldu akıllı telefon uygulamaları ve bu sayede “aradım sana ulaşamadım”lar da tarih oldu. Her an her yerde hazır ve nazır olmak, daima iş için koşturmak gerekiyor. Dinlenme zamanını işe çeviren bu uygulamalar iş güvencesini yine de garanti etmiyor.
Şantiyede isen daha da vahim durum. Her an atlayıp şantiyeye gitmek ve sorun her ne ise çözmen gerekiyor. Ayrıca hasta olmaman, tatile çıkmaman, erken gelip geç çıkman, öğle arası en kısa sürede yemek yiyip işe geri dönmen, ailevi problemler yaşamaman gibi insani her türlü ihtiyacını bastırman lazım. Aynı anda hem projeyi hazırlaman, hem uygulamayı yürütmen, hem bütçeyi kontrol etmen, hem iş programını takip etmen gerekiyor. Yine de insanüstü bir performans sergilemen bile iş güvencesini sağlama almaya yetmiyor.
Ha sahi bir de işin meslek hastalıkları ve iş kazaları boyutu var. İşin yapılması esnasında vücudunda oluşan her türlü deformasyon meslek hastalığı kapsamına girse de bunları dert edinmemen, asla patronunun yanında dile getirmemen gerekiyor. Hatta bazı durumlarda yaşanan kazanın projenin geleceği açısından iş kazası olmadığını rapor etmen, işin gidişatı kötüyse bile işi asla durdurmaman ve hatta iş güvencesiyle, işsizlik arasında sürekli bir seçim yapman gerekiyor…
Yaşın 35’i geçtiyse, evliysen ve eşin de aynı yerde çalışıyorsa, sendikalıysan veya olmak istiyorsan, iş yerinde amirin seni rakip olarak gördüyse, maaşına zam yapılmamasını veya uzun süredir maaş alamamayı dert edinmişsen ve neden diye soruyorsan, fazla mesai yapmıyorsan gibi pek çok gerekçe ile iş güvencesi son bulabilir. Senin geçinemiyorum diye soyunarak gündem olman veya benzin dökerek kendini yakman patronun umurunda olmaz, o senden sürekli itaat etmeni ve sorun çıkarmamanı ve hatta ölmüş patronun mezarına gidip özür dilemeni bekler. İş güvencesi elde etmek o kadar kolay değildir.
Patronlar azami kar severler, doyumsuz arzuları bu yüzden. Karlar yükselme eğilimine giriyorsa işçiye verdiği ücreti bir süre kafasına takmaz, ama karlar düşme eğiliminde ise işçinin aldığı üç kuruş gözüne batar. Tüm bu baskıcı sistem, ilan edilen OHAL, yaratılan işsizlik, işçiyi karın tokluğuna çalıştırmak ama karından feragat etmemek üzerinedir. Böyle bir durumda feragat edilen ilk konu iş güvencesine son vermek şeklindedir.
Var olan sistem ilkeli insan olmamızı engelleyip, işçilerin kapitalizme daha hızlı eklemlenmesinin önünü açıyor. İnsan kalmanın ve iş güvencesini sağlama almanın yegane koşulu örgütlenmek ve birlikte mücadele etmek. Eleştirdiğimiz sistemin bir parçası olmak istemiyorsak çalışma alanlarımızdan doğru evrensel insan hakları çerçevesinde bir iş hayatını nasıl örgütleyeceğimizi önümüze koymalıyız. Biz düşünmesek de hayat bizi örgütlenmeye çağırıyor. (SE/BK)