Çok değil bir ay önce geleceklerine sahip çıkmak isteyen yaşları 16 ile 17 arasında değişen liseli çocuklar halkın gözüönünde işkence gördüler. “Karneler sizin gelecek bizim” diyerek köhnemiş eğitim sistemini protesto etmek istedikleri için hunharca dövülen, yerlerde sürüklenen çocuklar, polis otosuna bindirilerken ve hatta polis otosu içinde işkence gördüler. Halkın tepkisi bile polisi durduramamış olacak ki cop, elektroşok kullanmakta hiç bir beis görmemiş. Gözaltına alınan 22 çocuğa karşı işkencenin gözaltında da devam etiğini söylememe hiç gerek yok... Kafası yarılmış, vücudunda çeşitli morluklar oluşmuş, kıyafetleri kan revan içinde kalmış çocuklar serbest bırakıldığında gülümseyerek “işkenceleriniz bizi yıldıramayacak” diyordu.
En haklı taleplerin bile “terörizm” yaftası altında marjinalleştirildiği, işkencenin olağan hale geldiği, 12 Eylül faşizmini aratmayacak bu karanlık günlerde gücünü iktidardan alan polisin açık işkence yapması OHAL’le birlikte işkencenin tüm iletişim organlarında meşrulaştırılmasıyla açıklanabilir ancak. İlan edildiğinden bu yana OHAL, işkenceyi kapalı kapılar ardından çıkararak, gözdağı verme aracı olarak toplumu sindirmek için kullanıldı. Mevcut iktidarın seçim yatırımı olarak sunduğu OHAL’in bilançosu ise oldukça ağır! Yüzbinden fazla kamu görevlisinin işine son verilirken, iki yüzbine yakın kişi hakkında soruşturma açıldı. HDP vekilleri, yöneticileri, belediye başkanları, parti üyeleri dahil yüzlerce kişi gözaltına alındı, tutuklu yargılanıyor. Gazeteler, dergiler kapatıldı, belediyelere, işletmelere kayyımlar atandı, onlarca gazeteci tutuklandı, binlerce öğrenci hapishanelere atıldı. Gözaltı, tutuklama, sosyal medya linci, furyası devam ederken ikinci yılını dolduran OHAL’le hak ihlalleri de arttı, çeşitlendi.
Hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerlerden biri de kuşkusuz hapishaneler. En temel insani gereksinimler bile görmezden geliniyor, kendine bakabilecek durumu olmayan mahpuslar adeta ölüme terkediliyor. İktidar bir parça gökyüzünü bile mahpuslara çok görmüş olacak ki havalandırma üzerini tel kafeslerle çeviriyor. Hapishanelerdeki keyfi uygulamalar için de mahpuslar en çok ayakta sayım ve olur olmaz herşeye getirilen disiplin cezalarından şikayet ediyorlar.
Nasıl etmesinler? 12 Eylül’de bile siyasi mahpusların geçit vermediği ayakta sayım, insan onurunu hiçe sayan, kişiliği yok eden bir işkence. Bir diğer ağır işkence ise tek tip elbise giyme dayatması. Mahkeme gidiş dönüşlerinde uygulanacağı söylenen ama henüz yürürlükte olmayan tek tip elbise işkencesi, bazı hapishanelerde alel acele uygulamaya konulmak isteniyor. Mahpuslar tek tip elbiseye karşı direnirken, idare de keyfi olarak mektup yasağı, telefon yasağı, görüş yasağı, kitap, dergi yasağı gibi yasaklar, hücre cezası, para cezası gibi cezalar getirerek, o hapishane senin bu hapishane benim sürgün ederek mahpusları sindirmeye çalışıyor.
Hal böyle olunca hapishanede sağlıklı kalmak da pek mümkün olmuyor. Var olan hastalıklar hızla ilerliyor, iyileşmiş hastalıklar yeniden nüksediyor, hiç yoksa bile yeni hastalıklar ediniliyor ve bir zaman sonra mahpus kendi hayatını bile idame ettiremez hale geliyor. Tedavi olmak istediğinde ring aracı, kelepçe dayatılıyor, kabul etmezse de kaderine terkediliyor.
Hasta mahpuslar dilekçelerle, avukatları aracılığıyla Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) kapısını çalıyorlar ama burada da maalesef tedavi hakkını engelleyecek raporlar düzenleniyor. Bir dönem ATK rezaletleri diye manşetlerden inmeyen Nur Birgen gibi ATK’da da değişen birşey yok. ATK, içerisinde şizofren, wernicke korsakofflu, kalp hastası, kanser hastası gibi ağır hasta mahpusları görmezden gelmeye ve tedavi hakkını yok saymaya devam ediyor.
Görmezden gelme hali sadece ATK’ya mahsus değil elbet. Bazı doktorlar kelepçeli muayeneyi görmezden geliyor, ağır işkence görenlerin yaralarını, morluklarını görmezden geliyor, jandarmaya yeşil elbise giydirilerek mahpus ameliyatına alınmasını görmezden geliyor. Ve hatta geçenlerde bir haber vardı yanlış ameliyat yapılmasına gerekçe olarak örgüt üyesi olma iddiası sunulabiliyor. Bunca ağır hasta mahpus tedavi olmak veya son günlerini sevdikleriyle geçirmek için adli, hukuki süreçlerde ömür tüketip rapor alamazken, bir organize suç örgütü liderine görüş için süresiz rapor verilebiliyor. Hali hazırda hapishanelerde 402 mahpusun ağır sağlık sorunları olduğunu belirtmekte fayda var. Herkes işgal ettiği makamda keyfi davranışlarda bulunup, adam kayırmayı, işkenceyi sıradanlaştırıp, normalleştiriyor. Mahpuslar ise çeşitli şekillerde bu işkence sistemine karşı direnişi örgütlüyorlar, sayım vermeme, kapı dövme, slogan atma, açlık grevi yapma, ölüm orucuna girme gibi mücadele araçlarıyla kişilik haklarını korumaya, içeriden dışarıya umut olmaya devam ediyorlar.
F tipi özel güvenlikli hapishanelerle birlikte güvenlik devleti sistemi, bir yandan mahpusları sindirmeye çalışırken diğer yandan onları ucuz emek olarak görüyor. Hapishaneler kâr getiren ticarethanelere dönüştürülürken, özellikle eşitsiz koşullarda yaşam mücadelesi verenler, göçmenler hapishane emekçisi olarak, emeğinin karşılığını alamadan, canları pahasına çalıştırılıyor, çalışmazlarsa ceza alıyorlar. Türkiye’de 5 yılda 228 yeni hapishane yapılmasının ve ülkenin tamamının parmaklıklarla çevrilmesinin temel nedenlerinden biri de böylece açığa çıkıyor. Yeni kölelik sistemi artık hapishaneler üzerinden şekillendiriliyor. Mümkün olan herşeyin suç haline getirilmesi ve toplumun topyekün suçlulaştırılması hapishanelerde çalışacak mahpus sayısının da artması demek.
Her ne kadar artan hak ihlalleri ve hapishaneler konusunda titizlikle çalışan TİHV, İHD, CİST gibi kurumlar varsa da hapishane sendikası kurulması, hapishanelerin emek eksenli hak gasplarının duyulması ve önlenmesi açısından iyi bir model olabilir.
Fransa’da hapishanelerde artan keyfi uygulamalara karşı aileler ve mahpuslar hapishane sendikası kurdular. Bu sendika ile mahpuslara hukuki süreçler için avukat desteği ile tedavi hakkı için tıp desteği sağlanıyor, keyfi uygulamalar konusunda idareye baskı yapılıyor, kamuoyu oluşturuluyor ve mahpusların emeklerinin karşılığının ödenmesi için çalışmalar yapılıyor. Ayrıca mahpusların idarenin saldırılarına karşı öz savunma hakkı sendika tüzüğünde yer alırken mahpuslara veya ailelere karşı keyfi tutumlar için sendika dava açıyor, davaların takibini yapıyor. Hapishanelerde artan hak ihlalleri ve keyfi tutumlar göz önüne alındığında ülkemizde de benzer bir sendikalaşma sürecinin örülmesi önemli görünüyor. (SE/EKN)