23 Haziran’ın büyük bir siyasi deprem olduğuna şüphe yok. Öncelikle AKP’yi derinden sarsan ama artçı sarsıntıları siyasetin bütün alanlarını, bütün unsurlarını çeşitli biçimlerde ve derecelerde etkileyecek büyük bir deprem… Unutulmasın ki, AKP İstanbul’la birlikte en büyük 6 şehrin İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana beşini kaybetti. Ülke genelinde ise nüfusun yaklaşık yüzde 60’ında kaybetti.
Şimdi bu depremin hasar tespit çalışmalarıyla birlikte ne gibi sonuçlar üretebileceği tartışılıyor…
AKP’de durum…
2002’de iktidara gelen AKP toplumsal desteği yüksekken, demokratik yollarla rıza sağlarken baskı ve zora fazla ihtiyaç duymadan yönetebiliyordu. Ama 2013 yazında patlak veren Gezi sonrasında desteği düşmeye başladı, yönetme zorlukları arttı ve ancak zora başvurarak iktidarını sürdürebileceği bir yola saptı. Bu anlamda Gezi ve ardından aynı yıl sonundaki 17/25 Aralık operasyonları ve elbette 15 Temmuz 2016 AKP’yi zor ve baskı aygıtının marifetiyle yönetmeye sevk eden ve bugünlere getiren dönüm noktalarıdır. Şimdi 23 Haziran gibi büyük bir siyasi depremin ardından AKP artık iyice yerleştiği bu yoldan, alıştığı bu yönetim tarzından vazgeçebilir mi?
Barışçı, demokratik, uzlaşmacı bir yola girebilir mi? Bu, pek mümkün değil. Tam tersine artık daha çok baskı ve zora ihtiyacı var; çünkü barışçı ve demokratik yollarla rıza üretmesi mümkün değil. Yüzde 90’ını ele geçirdiği medya bir işe yaramıyor; aklı, fikri olan hemen herkes uzaklaştı, eleştirel veya muhalif bir konuma geçti. Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun partileşmesi gerçekleşirse AKP’nin daha da boşalması kaçınılmazdır.
Aslında “tek adam” sistemiyle birlikte AKP bir “siyasi parti” olmaktan da büyük ölçüde çıktı. Erdoğan’ın sadık ve sorgusuz destekçisi olan bir yığından, kalabalıktan başka bir şey değil. Yeni siyasal sistem partilere eskisi gibi rol vermek istemiyor ve buna ilk uyum sağlayan da AKP oldu. Bir siyasi parti gibi çalışan, işleyen bir organizma değil artık. 23 Haziran seçimleri öncesinde bu organizmanın nasıl çalıştığını gördük; ne akıl var, ne öngörü…
Hele de 23 Haziran’a günler kalmışken panik halde “bütün düğmelere basan” ve kendi seçmenlerinin de kafasını karmakarışık eden bu ekibin aynı zamanda bu ülkeyi yönettiğini unutmamak gerek. İçinden çıkacak partilerle birlikte AKP’de işler iyice karışacak ve desteği azalacak.
Aslında Gezi ile birlikte hegemonyasını kaybeden AKP 7 Haziran 2015 seçimlerinde azınlığa düştü, tek başına iktidar olmaktan çıktı. AKP’nin mutlak çoğunluk olmaktan çıktığı o seçimler Türkiye’nin gerçek siyasi tablosunu yansıtıyordu ve o tarihten beri AKP “uzatmaları” oynuyor. Bunun ne kadar süreceği bilinmez, birkaç yıl da sürebilir ama sonuçta maç bitecek! Bu “uzatmalar” plebisiter nitelikteki seçimlerde kazanarak, MHP ile birlikte çoğunluğun desteğini alarak sürüyordu ama 23 Haziran artık buna bir son verdi.
CHP’de durum…
17 yıldır yenilemeyen AKP’nin yenilmesi, hatta 23 Haziran’da olduğu gibi “hezimet”e uğratılmasının mümkün olduğunun görülmesi CHP’de bir özgüvene yol açtı. Tüm muhalefetle birlikte CHP’nin de buna ihtiyacı vardı. İktidarı seçimde yenebilecek ölçüde geniş bir ittifak oluşturabilme becerisi gösterdi ancak şimdi daha zoru var; iktidar olmayı düşünmek ve iktidara yürümek. İttifak yapmadan, eksiğini tamamlayacak müttefikler bulmadan iktidara yürünmez. CHP de bunu görmüş, anlamış durumda ama esasen HDP ile ne yapacağına, nasıl yapacağına karar vermek zorunda.
CHP için bu mesele hiç de kolay değil ama ne kadar kaçabilirler? Seçim sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkan siyasi tablonun kendisine iktidarın bir ucundan tutma şansı vereceğini hesaplayıp AKP’nin kapısına gelmesini bekleyerek bir süre idare edebilir. Ancak AKP o kapıya kolay gelmeyeceği gibi eğer her şeye rağmen gelmek zorunda kalırsa artık enkazın kaldırılması için gelecektir ve bu durumda enkazdan CHP de sorumlu tutulacaktır. Dolayısıyla “ana muhalefet” olarak CHP’nin izleyeceği çizgi çok önemli.
MHP ve İYİ Parti’de durum…
İyi Parti’nin MHP’nin içinden çıkarak muhalefet cephesine katılması genel güç dengeleri açısından önemliydi. Nitekim iktidar bloğunun yüzde 60’ları geçeceği varsayılan oyunu kemiren ve CHP ile kurdukları ittifakla AKP/MHP’yi gerileten bir rol oynadıkları ortada. Ancak milliyetçi, şoven kesimde MHP’nin alternatifi olmaları pek mümkün değildir. MHP’nin hatalarıyla veya AKP’ye desteği dolayısıyla ortaya çıkan tepkilerle zaman zaman güçlense de MHP’nin bu alanın asıl gücü, tarihsel örgütü olduğu gerçeği değişmeyecektir.
İyi Parti MHP’nin tepki oylarını, küskünlerini kazanmanın ötesinde eski merkez sağ seçmene yönelirse o alanda kalıcı bir parti olabilir. MHP de biraz daha küçülerek varlığını sürdürürken İyi Parti milliyetçi unsurların bir kısmını da kapsayan muhafazakar sağın partisi olma yolunda ilerleyebilir. Hem MHP’den hem de özellikle AKP’den güç devşirerek biraz daha büyüyen ve CHP ile ittifak yaparak iktidarı hedefleyen bir parti haline gelebilir.
HDP’de durum…
Siyasal sistem HDP’yi “king maker” yaptı, yani kimin iktidar olacağına HDP karar veriyor; hangi tarafa destek verirse o blok iktidar oluyor, önümüzdeki süreçte de böyle olmaya devam edecek. Bu anlamda parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş HDP’yi etkisizleştirmedi, tam tersine daha da etkinleştirdi. Bu durumda HDP’nin asıl gücünü oluşturan Kürt hareketinin siyasal mücadelesini nasıl yürüteceğine, neye ağırlık vereceğine bir karar vermesi gerekecek.
Demokratik siyasi bir hareket olarak HDP ile mi yürünecek ve buna uygun olarak bir yeniden yapılanma gündeme gelecek mi? Sol/sosyalist hareketle birlikte bunun enine boyuna tartışılması ve netleşmesine ihtiyaç var. Ayrıca örneğin Rojava’nın önemi ve tarihsel-siyasal anlamı büyük olmakla birlikte Türkiye’deki demokratik mücadele, bu coğrafyadaki gelişmeler ne olacak, nasıl ele alınacak? Bu ve benzeri konularda Kürt hareketinin ve HDP’de buluşan sol/sosyalist hareketin de 23 Haziran’dan sonra eskisi gibi devam etmesi mümkün değildir.
Değişen ve daha da değişecek olan çok şey vardır ve bütün bunların serinkanlılıkla ve sağduyuyla değerlendirmesi çok önemlidir. HDP’nin yeni kongre süreci aynı zamanda bu bağlamdaki tartışmaların da özgürce yapılabildiği bir ortam olabilirse HDP önümüzdeki yıllarda çok daha büyük ve etkin bir siyasal örgütlenme olabilir.
Sorular… Sorular…
Seçimlerin AKP ve Erdoğan için plebisiter nitelikte iş görmesi, toplumsal destek ve rıza üreten bir rolü ve işlevi kalmadı? Öyleyse iktidar bloğu ne yapacak? Daha sert ve baskıcı bir yönelime mi girecek, muhalefetle uzlaşmaya mı çalışacak?
Kürtlerin, HDP’nin etkisizleştirilmesi için parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçildi ama oluşan iki bloktan hangisine destek verirse o kazanıyor. HDP bir tür “king maker” oldu. Öyleyse iktidar ve muhalefet blokları HDP ve Kürt hareketiyle ne yapacaklar, nasıl ilişki kuracaklar?
“Eski Türkiye” diye adlandırılarak yıkılan bir düzen, bir siyasal sistem var; “Yeni Türkiye” diye kurmaya çalıştıkları hem kurulamadı hem de kurulduğu kadarıyla eskisinden daha kötü. Öyleyse yıkılan ve kurulamayan sistemler arasında kalan ve yönetilemeyen Türkiye nasıl bir rejime doğru yol alacak?
Eski ve yeni versiyonlarını bir kenara iterek “Demokratik Türkiye” için yola çıkmak ve ilerlemek mümkün mü? Yeni bir toplumsal sözleşme (anayasa) etrafında çoğulcu, demokratik, yerinden yönetime dayanan yeni bir siyasal düzeni savunan güçler, siyasi özneler bugün dünden daha etkili olabilir mi?
Bu soruları artırmak mümkün… Ancak gelinen noktada iktidar bloğunun ne yapacağı elbette önemli ama ondan çok muhalefet bloğunun ne yapacağı daha önem kazanmış durumda. Çünkü 31 Mart ve 23 Haziran’da muhalefet güçleri AKP/MHP iktidarına kaybettirmek konusunda fiilen anlaşmışlar ve öyle sandığa gitmişlerdi. İstedikleri sonucu da aldılar ancak bu fiili anlaşma/uzlaşma geride kaldı, artık Türkiye’nin önüne yeni bir siyasal vizyon, çoğulcu ve demokratik bir Türkiye hedefi koymadan ve bunda gerçek bir anlaşma sağlamadan muhalefetin birlikte hareket etmeye devam etmesi, bir tür “blok” haline gelmesi mümkün değil.
Doğrusu bugün için HDP’nin bu konuda bir kararı ve yönelimi var, zaten 31 Mart ve 23 Haziran’daki tutumu da bunu kanıtladı; yani asıl karar verecek olan CHP ve İyi Parti’den başkası değil. Dolayısıyla siyasi geleceği belirleyecek olan iktidardan çok muhalefet güçlerinin kendi iç ilişkilerini düzenleyebilme, iç çelişkilerini aşabilme ve bir siyasi programda/vizyonda anlaşabilme kabiliyetine, becerisine bağlı görünüyor. (SÖ/DB)