3 Mart Cuma günü uzun zamandır birlikte olduğu Altılı Masa’yı milletin sesine kulaklarını tıkayan bir “kumar masası” ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığını da “ölümü gösterip sıtmaya razı olmak” diye ilan ederek masadan kalkan Meral Akşener’in planı üç gün sonra süklüm püklüm tekrar o masaya dönmek değildi herhalde.
Bu hamlenin bir anlık fevri bir hareket, hesapsız kitapsız bir adım olduğunu düşünmek Akşener ve diğer politik aktörleri birer kukla olarak gören, politik alanın özerkliğini ve politik partilerin, aktörlerin inisiyatifini tanımayan yaklaşımlar kadar sığ ve yanlış olur. Elbette politik partilerin, aktörlerin temsil ettiği siyasal, sosyal güçler vardır ve onların çıkarlarının sözcülüğünü, taleplerinin taşıyıcılığını yaparlar ama bu nesnellik onların birer kukla gibi oynatıldığı anlamına gelmez. Sadece masadan kalkmakla kalmayan ama aylardır oturduğu masayı devirerek kalkan Akşener’in de kendisi ve partisi açısından birtakım hesapları ve beklentileri vardı elbette. Ama bu aşamada bunların hiçbirini gerçekleştiremedi.
Masaya döndükten sonra “Biz zaten masadan kalkmamıştık ki…” demesine rağmen kalkmışlardı ve Millet İttifakı’nın da sarsılacağını, belki yeni fireler vererek dağılacağını bekliyorlardı. Akşener’in o sert konuşması masanın devrilmesi anlamına geliyordu ve dolayısıyla masanın bir şey olmamış gibi yoluna devam etmesini beklemiyorlardı. Ancak daha sonra yazılanlardan, söylenenlerden anlıyoruz ki Ankara’nın politik mahfilleri zaten aylardır böyle bir hamleyi bekliyormuş, konuşuluyormuş. Nitekim CHP ve masadaki diğer partiler pek de şaşırmadı ve aynı kararlılıkla yollarına devam edeceklerini açıklayınca Akşener’in hesabı şaşmaya başladı. İktidar cephesi de Erdoğan’ın ağzından “dökülenleri toplamak niyetinde olmadığını” açıklayınca İYİ Parti’nin attığı adım boşlukta kaldı.
İYİP’in seçenekleri neydi?
Akşener masayı devirirken ve Mansur Yavaş ile Ekrem İmamoğlu’na aday olmaları çağrısı yaparken olumlu bir karşılık almasa bile Millet İttifakı’nda bir karışıklık, hatta yeni fireler olursa İYİ Parti’nin öncülüğünde yeni bir ittifakın, siyasette yeni bir güç merkezinin kurulabileceğini öngörmüş olabilir. Ama hem Millet İttifakı hem de Cumhur İttifakı yerinden kımıldamayınca İYİ Parti’nin belki de bir diğer seçeneği olan iktidar bloğuna doğru kayması da göze alınamadı. “Ucube” dedikleri sistemi biraz makyaja tabi tutmak ve artık Erdoğan için faydadan çok yük haline gelen Bahçeli’nin yerini almak da zaman zaman İYİP’e sunulan seçeneklerden biriydi. Cumhur İttifakı’na katılmaları için yapılan çağrılar aslında bu anlama geliyordu. Nitekim bu çağrılara olumsuz karşılık veren Akşener’in “Ben gidecek olsam bile parti tabanımız gelmez” demişliği de var. Ama masayı devirerek muhalefet cephesini dağıtmayı göze alan Akşener ve İYİP’in iktidar cephesine iltihak etmesini engelleyen faktör seçmen tabanı ve artık toplumun geniş bir kesiminde görülen değişim arzusu oldu.
Gerek iktidar gerekse muhalefet cephesinde bekledikleri gelişmelerin olmadığını ve bu arada gerçekten de parti tabanında ciddi bir tepki oluştuğunu görünce devirdikleri masaya dönmek “zararın neresinden dönülse kârdır” haline geldi. Zira masadan ayrılan İYİP’e Cumhur İttifakı da yüz vermeyince kendi başına kalan ve yeni bir seçenek üretemeyen İYİP hızla eriyecekti. Nitekim saatler içinde on binlerce kişinin parti üyeliğinden istifa etmesi üzerine panik içinde masaya dönüş yolu arandı ve bulundu. Aslında Akşener’in ileri sürdüğü talepler kabul edilmiş değildi ama sanki öyleymiş gibi yapıldı ve masaya oturmasına izin verildi.
14 Mayıs yeni bir başlangıç olabilir
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına baştan beri itiraz eden İYİP en sonunda muhalefeti dağıtmayı da deneyerek ve deyim uygunsa cepheden saldırıya geçerek sonuç almaya çalıştı ancak başaramadı. Uzun zamandır “kazanacak aday” aday olmadığını iddia ederek yıprattığı Kılıçdaroğlu’nu bu kez Yavaş ve İmamoğlu ile kuşatmaya niyetlendi ama sonuçta o da olmadı. Meydana gelen türbülanstan Kılıçdaroğlu daha da güçlenerek çıkarken İYİP güç kaybetti. İktidar cephesi ise seçmenlerin kafasını karıştırmak açısından yeni bazı argümanlara kavuşmuş oldu.
Ancak bütün bu türbülansın sona ermesi ve Millet İttifakı’nın Kılıçdaroğlu’nun adaylığında anlaşmasını sağlayan asıl faktör 21 yıllık AKP döneminin gerçekten de siyasi ömrünün sonuna gelmiş olmasıydı. Herkesin gördüğü gibi AKP-MHP iktidarı Türkiye’yi yönetemiyor, yeni bir vizyonla bir menzile doğru taşıyamıyor. Çeşitli ve kontrollü krizler yaratarak ve toplumu kutuplaştırarak elde edilen destekle bugüne kadar geldi ama artık gidilecek bir yer kalmadı. 6 Şubat depremleri bir büyük felakete yol açarken enkazın altında kalanlar arasında iktidar da var. Bunun ne kadar farkında oldukları pek belli değil çünkü iktidar liderleri gerçek hayatın ne kadar içinde ne kadar onlara sunulan beyaz yalanlara inanıyorlar belli değil…
2002’de başlayan ve 21 yıl gibi aslında fazlasıyla uzun süren ve artık siyasi olarak sona erdiği gözlenen Erdoğan dönemi 14 Mayıs’ta yapılacağı konuşulan seçimlerle fiilen de sona erebilir. Bu beklentiyi güçlendiren şeylerin başında ise Akşener’in devirdiği masaya panik içinde dönmesi geliyor. Erdoğan-Bahçeli iktidarının devam etmesini isteyen bir toplumsal ortam ve seçmen desteği olsa Akşener parti tabanından ve kamuoyundan böyle büyük bir tepki görmez ve o masaya dönmezdi. Ya iktidara yaklaşmanın bir yolunu bulur ya da en azından kendi etrafında yeni bir güç merkezi oluşturmaya ve yeni bir siyasi seçenek üretmeye çalışırdı. Ama bunların hiçbirinin olamayacağı görüldüğü için hızla masaya dönmek zorunda kaldı.
Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığı ilan edilince muhalefet çevrelerinde duyulan memnuniyet, umut ve özgüven güçlü bir değişim rüzgarına dönüşerek Kılıçdaroğlu’nun yelkenlerini doldurursa 14 Mayıs gerçekten de yeni bir dönemin başlangıcı olabilir.
Trump, Bolsonaro… Erdoğan mı?
Kapitalizmin neo-liberal politikalarının ürettiği krizler sonucunda çeşitli ülkelerde aşırı milliyetçi-aşırı sağcı bir hareket küresel bir dalga halinde yayılırken Türkiye’de de Erdoğan’ın şahsında “yerli ve milli” temsilcisini buldu. Erdoğan’ın oluşturduğu siyasal sistem ABD’de Trump ve Brezilya’da Bolsonaro’dan Macaristan’da Orban, Hindistan’da Modi, Rusya’da Putin, Filipinler’de Marcos’un oğluna yerini bırakan Duterte’ye kadar uzanıyor ve benzer özelliklere sahip. Trump ve Bolsonaro seçimle gitti ama henüz bu dalganın küresel düzeyde geri çekilmeye başladığı söylenemez.
Eğer Trump ve Bolsonaro’nun yanına Erdoğan da yollanabilirse Türkiye Gezi’den sonra dünyaya, dünyanın demokratik ve ilerici cephesine önemli bir katkı yapmış olacaktır. Öyle ki gerçekten de dünya halklarının başına bela olan bu küresel dalganın geri çekilmekte olduğuna ve küresel düzeyde de yeni bir dönemin kapılarının açılmakta olduğuna güçlü bir işaret olur.
Trump ve Bolsonaro’nun seçim sonuçlarını tanımama ve direnme çabaları dikkate alındığında aynı tablonun burada da tekrarlanabileceği aşikardır. Ama bu tür direnişlerin amacı iktidarı bırakmamak değil esas olarak kendilerinden hesap sorulmasını engellemek, yeni bir döneme geçişi “yumuşatmak”tır. Bu noktada masasının kırılan ayağını yapıştırarak yola devam eden Millet İttifakı’nın ne kadar sağlam duracağı şüphelidir. Akşener’in hamlesini de asıl olarak bu bağlama oturtmak ve yaratılan türbülansla seçimlerin kazanılması sonrasına nasıl bir mesaj verildiği üzerine düşünmek gerekir. Zira İYİP artık Millet İttifakı içinde bir Truva atıdır.
Toplumun 21 yılın kirini, pasını atmaya kararlı bir şekilde silkinmesi ve muhtemel bir seçim zaferi bir özgürlük rüzgarına dönüşebildiği ölçüde siyasi havanın, iklimin değişmesi mümkündür ve bu çok önemlidir. Çünkü 14 Mayıs sonrasında artık yeni şartlarda bir demokrasi mücadelesi başlayacaktır. Sistemi bir restorasyona tabi tutarak yola devam etmek isteyenlerle demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir anlayışla yeniden kurmak isteyenler arasında bir mücadele başlayacaktır. Bu mücadelede güvenilecek güç ise HDP’nin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın temsil ettiği siyasal ve sosyal güçlerdir. Bu noktada farklı bir hikâye yazılacaksa onlar yazacak… (SÖ/AS)