Chuck Palahniuk'un Ölüm Pornosu (Snuff) kitabının çevirmeni Funda Uncu'nun birkaç gün önce Bodrum Emniyet Müdürlüğü'nde yaşadıkları geniş yankı buldu ve birçok haber kaynağı tarafından yaygınlaştırıldı.
Bu yoğun ilginin, ifade özgürlüğü konusunda son aylarda yaşanılan gelişmelerin bir sonucu olduğunu söylemek mümkün. Haberin altına yazılan yorumlar okunduğunda da, haberi okuyanların, Funda Uncu'yla empati kurduğunu ve polislere veryansın ettiğini görüyoruz.
Öncelikle söylenmesi gereken Uncu'ya yapılanların işkence olduğu ve Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 94. maddesi kapsamına girdiğidir.
İlgili maddenin 1. paragrafı aynen şu şekildedir: "bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur".
Bununla birlikte haber sadece bir ifade özgürlüğü ve işkence sorunu değil. Uncu'nun başına gelenleri anlatırken kullandığı ifadelerde de bir sorun var gibi görünüyor.
Uncu, haksızlığa uğradığı, kendisine yapılan muameleyi hak etmediği kanaatinde ama bunu ifade ederken diğerlerini ötekileştirdiğini; "iffetli-iffetsiz" ayrımı üzerinden polislerin kendisine dayattığı cinsiyetçiliği yeniden ürettiğini ve bu noktada da Ölüm Pornosu'nu müstehcen bulan Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu'nun ve Ölüm Pornosu hakhında inceleme başlatan İstanbul Basın Savcılığı'nın faaliyetlerini meşrulaştırdığı farkında değil.
Zaten hep söylenegelen biz dili değil dil bizi konuşur.
Uncu, dört saat kaldığı karakolda yaşadıklarını anlattırken "Ertesi sabah karakola gittim. Beni suçlularla aynı odaya koydular. Bir adi suçlu gibi davrandılar" demiş.
Karakoldakilerin suçlu değil şüpheli olduğunu artık polislerin bir kısmı da kabul ediyor. Ne de olsa "suçlu", mahkeme adı verilen üretim birimlerinde "şüpheli" adı verilen hammadde kullanılarak elde edilen bir üründür.
Uncu'nun karakoldakileri suçlu olarak nitelemesi, toplumun kendi bütünlüğünü korumak için kullandığı mekanizmanın aynı zamanda Uncu tarafında da benimsendiğinin bir göstergesidir:
"Suçlu"lar toplumun güvenliği için ve onları topluma yeniden kazanmak için toplum dışına çıkarılır -cezaevine kapatılır- ve belli bir sürenin sonunda da rehabilite edildiği varsayılarak topluma geri dönmelerine izin verilir. Bir başka şekilde ifade edecek olursak suçlu tecrit edilmesi gerekendir.
Ancak Uncu sadece suçlularla aynı yere konmaktan ve onlarla birlikte tecrit edilmekten değil ayrıca kendisine "adi suçlu" gibi davranılmasına da karşı çıkıyor.
İçeriğinin anlaşılması için tüm kavramlar gibi "adi suçlu" kavramı da karşıtıyla birlikte düşünülmelidir: Adi, sıradan suçlu olmayan kimdir? Sıradışı suçludur: İşlediği suçun büyüklüğü ve yüceliği ölçüsünde farklı muameleyi hak eden suçludur. Belki bir Sherlock Holmes ya da Maigret ya da Behzat Ç. olayın üzerine eğilmelidir; bir "Arka Sokaklar" polis memuru değil.
Ya da aslında suç olduğu ileri sürülen işlenen fiiili niteleyen kavramdan kast edilen adî değil de adlîdir: Bu durumda ise akla siyasî suçlu kavramı akla geliyor. Siyasî suç kavramı işlenen fiilin adaletle ilgisinin olmadığını ima eder; bedelini ödemeyi zaten göze aldığınız muhalif bir etkinlik sonucu, iktidardakilerin adalet kavramını çiğneyerek sizi düşürdükleri durumdur.
Dolayısıyla verili adalet mekanizmaları sizin durumunuzda adaletin yerini bulması için geçerli değildir. Bu bir siyaset sorunudur ve tarih kimin haklı olduğunu gösterecektir, mahkemeler gibi sistem içi adalet mekanizmaları değil. İster adî olmayan isterse de adlî olmayan suçlu olarak kenidinizi konumlandırın her iki durumda da farklı bir muameleyi hak ettiğinizi iddia ediyorsunuzdur.
Bu durumda da Uncu karakoldaki diğer "şüpheli"leri ötekileştiriyormuş gibi görünmektedir. Ne de olsa onlar adî suçludur ve bu nedenle de belli bir muameleyi hak etmektedir.
Devamında Uncu şunları söylüyor: "Bir polis beni karşısına aldı. Dosyayı fırlattı. 'Bunlar bize fazla gelir' dedi. Sonra birden bana, 'Sen manken misin?' diye sordu. Ardından da, 'Bu karakola düştün mü hiç?' diye devam etti. Sen böyle bir kitabı nasıl yazdın' dedi. Yazmadığımı, çevirdiğimi söyleyince de ısrarla, 'Sen bu kitabı okudun mu? Ne yaptığının farkında mısın?' diye üzerime geldi. Gördüğüm adi suçlu ve fahişe muamelesi öyle ağır geldi ki ağlayarak dışarı çıktım. Hayatımda ilk kez böyle bir şey başıma geldi."
Gene adi suçlu kavramı ama bu sefer daha irkiltici bir kavramsallaştırmayla "fahişe muamelesi"yle birlikte kullanılıyor ("manken" eşittir "fahişe"). Bir kez daha Uncu'ya yapılanın işkence olduğunu, insan haysiyetini yaralayan bir fiil olduğunu söylemek gerek ama Uncu kendisine yapılanın bir "fahişe muamelesi" olduğunu belirtirken fahişe olsun ya da olmasın kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bu cinsiyetçi muameleye maruz kalmaması gerektiği noktasından değil, kendisinin fahişe olmadığı bu nedenle de bu fahişe muamelesini hak etmediği noktasından hareket ediyor.
Bu tam da muktedirlerin ahlâk anlayışıdır: insanlar iffetli olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrılır. İffetli olanlar bazı haklara sahiptir. Ötekiler, iffetli olmayanlar, fahişeler, eşcinseller (Bakan Selma Aliye Kavaf ve Mazlumder İstanbul Şubesi'nin yapmış olduğu açıklamaları hatırlayalım) hak sahibi özneler olamaz; olsa olsa katli vaciptirler.
Üyelerinin çoğunluğu bu ahlâk anlayışını benimseyen Muzır Kurulu da bu yaklaşımla Ölüm Porno'su gibi kitapları yok etmek istemektedir.
Sonuç Yerine ya da Ne Yapmalı?
Öncelikle sessiz kalmamalı... İnsan hakları mücadelesi halihazırda var olandan farklı bir toplum tahayyülü ve insan nosyonunu benimsemelidir. Bunu da hep birlikte üretmemiz ve yeniden üretmemiz gerekir. (SET/BA)
[1] Habertürk Gazetesi'nden aktaran Radikal Gazetesi, "Niye Çeviriyorsun, Manken misin?", 08 Haziran 2011, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&VersionID=79523&Date=08.06.2011&ArticleID=1052109#