Henüz Özgür Olmadık; Neslihan Akbulut, Hilal Kaplan ve Havva Yılmaz tarafından hayata geçirilen bir kitap. Kitabın kapağında "başı açık, kalbi kırık hikayeler" yazıyor. Kitabın içeriğine geçmeden önce "Henüz Özgür Olmadık"ın temelini oluşturan "Söz konusu olan özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir" bildirisinden bahsetmek istiyorum.
Bildiğimiz gibi "türban yasası" gündeme geldikten sonra başörtüsü üzerine yapılan tartışmalar alevlendi. Herkes bu "mesele" karşısında kendisini konumlandırmak ihtiyacı hissetti. Ocak ayının sonuna doğru internet ortamında, çeşitli blog sitelerinde konuyla ilgili gerek akademisyenler, gerek öğrenciler veya sivil halk tarafından kaleme alınan birçok bildiri yayınlandı ve imza çağrıları yapıldı.
Kimileri üniversitelerde başörtüsünü desteklerken, kimileri de başörtüsüne sert bir şekilde karşı çıkıyor, hatta bazı "akademisyenler" başörtülü öğrenciler derslere girdikleri halde dersleri boykot edeceklerini yüksek sesle belirtiyorlardı.
Söz konusu özgürlükse…
Daha sonradan bir bildiri dikkatli üzerine çekti. "Söz konusu olan özgürlükse hiçbir şey teferruat değildir" başlıklı bu bildiride başını örttüğü için ayrımcılığa uğrayan kadınlar özetle, Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmadan, acımasızca işlenen cinayetleri gerçek sorumluları bulunmadan, 301 davalarını bitirecek düzenleme yapılmadan, azınlık vakıflarının üzerinde pişkince oturanların rahatı bozulmadan, Alevilerin ibadetini kültürel aktivite, ibadet evlerini de kültür merkezi olarak görmekte ısrar etmekten vazgeçilmeden, yasakçı zihniyet bize ne zaman, nerelerde ve nasıl örtüneceğimizi dayatmaktan vazgeçmeden, üniversitelere başlarını örterek girmekle mutlu olamayacaklarını söylüyorlardı.
Adalet, vicdan ve hakikat….
Bu bildiriyle başörtülü kadınlar, tüm yaşananlara bütünlükçü bir çerçeveden bakıp, Kürt sorununa da, 301’e de, Aleviler’in yok sayılmasına da değinerek, tüm bu meselelere kayıtsız kalmayarak birçok ezberi bozdular. Neslihan Akbulut, Hilal Kaplan ve Havva Yılmaz’ı bu bildiriyi yazmaya yönelten dönüm noktalarından birisi de Hrant Dink’in katli olmuş.Şöyle diyorlar kitapta;
"Hrant Abi bu memleket için yaşarken yapmaya çabaladığı şeye ne acı ki ölümüyle vesile oldu. Bize daha önce toplumsal hafızalarımızdan silinmeye yüz tutmuş olan kelimeleri hatırlattı: Adalet, vicdan ve hakikat. 19 Ocak’ta onun ardından yüz binler hemhal oldu ve “Hepimiz Hrant’ız” diye haykırdı. Zira herkes bu kelimenin vaat ettiği dünyayı istiyordu."
Başörtülü kadınların ağzından kaybedilen umutlar..
Kitap dört bölümden oluşuyor. İlk bölümde başörtüsü yasağına maruz kalmış kadınların yaşadıkları hikâyeler yer alıyor. Bu hikâyeler yaşayan tarafından birebir kaleme alındığı için bize başörtüsü yasağının birçok boyutunu gösteriyor. Yaşanan acıları, kaybedilen umutları, kırılan şevkleri, kurulamayan ümitlerin hepsine ilk bölümde şahitlik ediyoruz.
Başörtüsünün altındaki insanı görmek istemeyenler, ilk bölümü okuduklarında başörtüsünün altında da bir insan olduğunu hatırlayıp kendilerini onların yerine koyabileceklerdir.
Mesela başörtüsü yasağı karşısında kızların yaşadıklarına çaresiz kalan bir annenin, Halime Kaplan’ın hikâyesi yürek burkuyor.
Şöyle diyor Kaplan;
"Kızlarımı güle oynaya üniversiteye uğurlayacağımı düşünürken hep onları ya okula giderken ya da dönerken gözyaşları içinde teselli edişim geliyor aklıma..En kötüsü de çaresizlik.. Onlar okusun diye tek başıma bunca engeli aşmışken fena duvara tosladım, tosladık...."
Özlem Yağız ise şöyle ifade ediyor endişesini
"Düşünüyorum da 87-88’de bu yasağı protesto etmek için Sirkeci’den Beyazıt’a yürümüşüz, 97-98’de Beyazıt’tan Çapa’ya, Cerrahpaşa’ya ve olmuş 2008; söyleyin artık nereye yürüyeyim diye isyan etmişim bir gün. Aynı şeyleri küçük kızımın da yaşamaması için nereye yürüyeyim?"
İkinci bölümde kitabın üç yazarıyla yapılan ve Taraf gazetesinde üç gün art arda yayınlanan röportajdan kesitler buluyoruz.
"İçimi bir ferahlık kapladı…."
Üçüncü bölümde ise başörtülü kadınlarla yolları kesişen, genelde ‘öteki’ olarak tanımlanan kimlik kategorilerine haiz olan kişilerin başörtülü kadınlar ve yasak bağlamındaki duygularını, çelişkilerini, deneyimlerini aktardıkları yazılar buluyoruz. İlhan Döğüş yazısında şunları söylüyor:" …Sonrasında yeni okumalarla, tanışmalarla, temaslarla, yeniden düşündükçe, iç içe geçtikçe şapka, peruk takıp derse girenleri, giremeyenleri görünce sadece utandım. Bu sene Şubat ayında üniversitemde anayasadaki tartışmalı düzenlemeyle başörtüsü takmak serbest olduğunda en güzel örtülerini takarak derse girenleri görünce içimi bir ferahlık kapladı. Onlarla eşitlenmekten, haksız bir üstünlüğü yitirmekten ve en önemlisi biraz daha özgürleşmiş olmaktan dolayı."
Kitabın son bölümünde ise başörtülü kadınların kah gülüp kah ağlayarak yaptıkları dertleşmelerden bir kesit görüyoruz. Bu dertleşmelerde örtünme hikayelerine, aileleriyle olan ilişkilere, yasağın kendilerine yaşattıklarına tanıklık ediyoruz.
Kutuplaştırıcı dilin aksine birleştirici bir dil…
Üniversiteden yeni mezun olan ve son altı aydır yaşanan sürecin, tartışmaların içine dâhil birisi olarak, ben de bu kitapta yer aldım. Bu kitabı da, henüz özgür olmadığımıza dikkat çeken bildiriyi de çok önemsiyorum. Bu bildirinin birbirinden uzak gözüken, veya birbirinin zıddıymış gibi belletilmeye çalışılan, farklı etnik kökenlere, farklı görüşlere, farklı yaşam tarzlarına sahip birçok insana ortak bir ifade alanı bahşettiğini düşünüyorum. Eğer bu bildiriye bir girişim dersek, benim için en önemli noktası, bu girişimin "biz-siz" "bu, şu ve o" ayrımı yapmadan, "öteki", "beriki" demeden, bizleri, cümlelerimizi, kelimelerimizi tırnak içinde almak zorunda bırakmadan, yeni bir dil kurma çabasına girmesi.Başı açık-başörtülü, Ermeni, Türk, Kürt, Rum, Alevi, Sunni ayrımı yapmadan birbirimiz diyerek, birbirimize sahip çıkıyoruz diyerek bizlere dayatılan kutuplaştırıcı dilin aksine her birimize birleştirici bir dil hediye etmesi.
Tüm yaşananlar insanlığa dahil
Kimileri bir Ermeni’nin, bir Alevi’nin, bir Kürt’ün başörtüsü yasağına karşı çıkmasını veya bir başörtülünün bir Kürt’ün yanında olmasını "mağdurun halinden mağdur olan anlar" diye nitelendirebilir, nitekim bu söylemle karşılaşmaktayız. Fakat ben daha çok "vicdan sahibi olan insan, insanın halinden anlar" demek istiyorum. Çünkü tüm bu olaylara kayıtsız kalmamak aslında kimliğimizi aşan şeyler. Uğur Kaymaz’a üzülmek, Hrant Dink’in katline ses çıkarmamak, Esmeray’ın yaşadıklarına kayıtsız kalmamak, bir başörtülünün eğitim hakkını, kendini gerçekleştirme hakkını savunmak için illa ki türlü türlü acılar yaşamış bir topluluğun parçası olmak gerekmiyor. Bunların hepsi Ermeniliğimizi, Kürtlüğümüzü, Aleviliğimizi aşan ve insanlığa dahil olan şeyler. Önemli olan aslında birbirimizi anlamaya çalışmak, ne kadar farklı olduğumuzu iddia etsek de, birbirimizin tamı tamına zıttı olduğunu sansak da diyalog kurmayı başarabilmek.
"Henüz özgür olmadık" kitabı, meseleyi tek bir bakıştan ele almadan, başörtüsü yasağının yol açtığı meseleleri, nahoş deneyimleri birçok açıdan, birçok deneyimden bizlere aktarırken, başı açık olup, öteki olarak kurgulanan insanların da yazılarına yer vererek yaşananlara, ezberlenmiş kalıpların aksine, geniş bir yelpazeden bakma fırsatı sunuyor. Bu kitaptaki muhabbetlere dahil olmak ve yaşananları yaşayanın kaleminden okuyarak duruma nüfuz etmek isteyen herkese tavsiye edilir… (NK/NZ)