7 Haziran seçimlerinin artık Türkiye için bir yol ayrımı olduğu aşikâr. 8 Haziran’dan itibaren Türkiye ya bir viraj alarak daha demokratik bir ülke olmak üzere yeni bir yola, yeni bir hatta girecek ya da AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın “tek adam” yönetiminde daha baskıcı bir rejime, bir tür diktatörlüğe doğru sürüklenmeye devam edecek...
Aslında “parlamenter rejim bekleme odasına alındı” diyerek şimdilik “partili cumhurbaşkanı” olarak devleti yönetmekte olan Erdoğan’ın tutum ve davranışlarıyla bu sürüklenme zaten başlamış bulunuyor; seçimlerin sonuçları nasıl ilerleyeceğini veya sona ereceğini ortaya koyacak. ABD ve Avrupa tarafından dışlanmış, “paralelle mücadele” adı altında eski koalisyon ortağına savaş açmış ve iktidarını koruyabilmek için ordu ile ittifak yapmaktan başka çaresi kalmayan Erdoğan 7 Haziran seçimleri için kendi kampanyasını açıkça ve fütursuzca yürütüyor. Ancak AKP’nin seçimlerden büyük başarıyla çıkacağı, örneğin Anayasa’yı değiştirecek 330 milletvekilini bulacağı hiçbir araştırma sonucu tarafından söylenmiyor. Hatta tam tersine AKP oylarında yüzde 40’ların altına doğru bir düşme eğilimi dikkat çekiyor. Ama başarısızlık ihtimali arttıkça Erdoğan’ın göze alabileceği şeyler de artacaktır. Dolayısıyla hem “partili cumhurbaşkanı” Erdoğan’ın hem de AKP’nin kampanyalarına rağmen umduklarını bulamazlarsa ne yapacakları meçhuldür! Peru’nun şimdi hapiste olan eski devlet başkanı Alberto Fujimori 28 Temmuz 1990’da seçilmişti ve iktidardayken, 5 Nisan 1992’de “El Autogolpe” yani “kendi kendisine darbe” yapmıştı!
Kâbus ya da şölen
AKP liderinin önünü kesebilecek tek güç olarak HDP herkese elini uzatmış, 7 Haziran’ı bir kâbusa değil de şölene çevirecek fırsatı sunuyor. HDP barajı aşar ve Meclis’e girerse çok yönlü etkileri olacaktır.
Her şeyden önce “yüzde 10 barajı” gibi dünyada örneği olmayan ve demokratik olduğunu iddia eden bir ülke için ancak “yüz karası” olarak nitelenebilecek cunta artığı bir engel çöpe gider. En kısa zamanda bu baraj kalkar ve daha demokratik bir seçim sistemi kurmak mümkün ve gerekli hale gelir; çünkü engellenmek istenenler üstünden atlayıp geçtikten sonra işlevi kalmamış olacaktır. Dolayısıyla HDP’nin barajı aşmasının ilk ve dolaysız sonucu bu 12 Eylül’ün artığını çöpe göndermek ve daha demokratik bir sistem için alan temizliği yapmak olacaktır. Hiç küçümsememek gerekir; çünkü çok büyük ihtimalle seçim yasasıyla birlikte siyasi partiler yasası da gündeme gelecek ve siyasal sistemin tümüyle yeniden inşası için uygun demokratik koşullar oluşabilecektir.
Öte yandan, HDP’nin barajı aşmasıyla Kürt sorununun çözümü için güçlü ve etkili bir muhatap Meclis’te yerini alacaktır. AKP’nin “Çözüm Süreci” diye adlandırdığı ve esasen PKK’nin silah bırakmasının sağlanmasından ibaret gördüğü bu süreç gerçek bir “Barış Süreci” haline dönüşme olanaklarına sahip olur. Şu anda Kürt hareketinin üçayağı veya odağı var ve HDP daha çok İmralı ile Kandil arasındaki ilişkileri sağlayan, en zayıf odak gibi görünüyor. Ama barajı aşıp Meclis’e güçlü bir şekilde giren HDP bir süre sonra Kandil ve İmralı karşısında güç kazanmaya başlayacak, barış sürecinin asıl odağı haline gelebilecektir. Böylece daha şeffaf ve demokratik bir müzakere sürecinin gelişmesi de mümkün olacaktır. Dolayısıyla HDP’nin sadece Kürtlerden değil Türklerden de ciddi bir oy alarak, örneğin 60’ın üzerinde milletvekiliyle Meclis’e girmesi sadece Çözüm Süreci’nin devamını güvenceye almaz, bu sürecin gerçek bir Barış Süreci haline dönüşmesinin de başlangıcı olur.
CHP’ye etkisi
Erdoğan’ın “Türk usulü başkanlık” rejimini ancak HDP’nin barajı aşarak engelleyeceği artık herkes tarafından kabul ediliyor. Ama böylece sadece Erdoğan’ın “tek adam” olma hayaline son verilmiş olmakla kalınmayacak aynı zamanda mevcut parlamenter sistemin de daha demokratik, daha katılımcı bir tarzda yeniden düzenlenmesinin de yolu açılabilecektir. Bir diktatörlüğe doğru kayışın önünün kesilmesi demek ister istemez daha demokratik bir doğrultuda ilerlenmesi için yeni bir başlangıç, daha özgürlükçü bir ortama doğru kapıların açılması demektir. Yani sadece bir engellemeden ve mevcudu korumaktan değil yeni ve daha demokratik bir seçeneğin gündeme gelmesi mümkündür.
Daha seçimden önce soldan adaylara, kadınlara, hatta bir Roman ve bir Ermeni adaya yer vermesiyle HDP’nin güçlenmesinden nasıl etkilendiği ortaya çıkan CHP’nin “sosyal-demokrat” bir parti haline gelmesi açısından da HDP’nin başarısı bir fırsat yaratabilir. CHP’nin önseçim dahil attığı adımlarda HDP’ye oy kaymasını engelleme kaygısı olduğunu kabul edenler, muhtemel bir HDP başarısının bu partiyi daha da sola doğru çekeceğini de düşünmelidirler. Dolayısıyla bugünkü CHP’yi beğenmeyip daha farklı ve daha solda bir CHP isteyenler de en azından 7 Haziran’da HDP’ye oy vermekten çekinmemeli. Çünkü böylece Meclis’te CHP’nin demokratik konularda yan yana geleceği bir HDP bulunacak ve belki de koşulların zorlayacağı kimi işbirlikleri sonucunda, bir süre sonra CHP içinde yer alan milliyetçi, muhafazakâr unsurlarla kavga derinleşecektir. Ve CHP zaman içinde gerici unsurlarını tasfiye edebildiği ölçüde HDP ile yan yana gelebilen ve birlikte hareket edebilen bir parti haline dönüşürse geleceğin “iktidar koalisyonu” da niye doğmasın?
AKP ve sola etkisi
HDP’nin başarısının parçalayacağı bir diğer parti ise AKP olacaktır. HDP başarısı öncelikle AKP’nin başarısızlığı olacağı için, hele de iktidardan uzaklaşır veya koalisyonla iktidar olursa bu partinin kendi içinde kavgaya sürüklenmesi kaçınılmaz. Kurulduğundan beri seçim başarıları yaşayan bu partinin başarısızlığı taşıması hiç kolay değildir. Saray ile hükümet ve parti yönetimi arasında daha bugünden görülen sorunlar ve anlaşmazlıklar büyür ve sonuçta AKP ya yeniden kurulur ya da daha önce liderleri cumhurbaşkanı olan ANAP ve DYP gibi tasfiye olur. HDP başarısının AKP’yi bu noktaya sürüklemesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Sosyalist harekete etkisi
Nihayet HDP’nin başarısı elbette sosyalist hareketin de önünü açacaktır; 7 Haziran’da çok sayıda sosyalist milletvekilinin de seçilmesi sosyalistlerin özgüvenlerini yeniden kazanmalarında büyük bir rol oynayacaktır. Meclis kürsüsünü çok daha iyi kullanarak topluma seslenmeye başlayan sosyalist hareketin de gelişmesi, kitleselleşmesi açısından yeni bir döneme girmesi mümkündür.
Dolayısıyla bütün bunlar 7 Haziran’daki HDP başarısını çok kritik ve tarihsel bir niteliğe büründürüyor. Ama HDP başarılı olamazsa da baştan beri sıraladığımız bütün bu etkiler tam tersine işleyecek, bütün bu sonuçlar tam tersine dönecek ve Türkiye bir şölen yerine bir kâbusla yüz yüze kalacaktır.
Şölen ya da kâbus yaşamamız aklımıza ve vicdanımızın sesine kulak vermeye ve sadece yaptıklarımıza değil yapmadıklarımıza da bağlı olacak!