1930’lu yıllarda doğan Hüseyin Tatar hayatında iki defa evlilik yapar; toplam üç çocuğu vardır. Altı aylık askerliği hastalığı nedeniyle son bulur. O zamanlar ağır bedensel veya psikolojik rahatsızlığı olsa bile her yurttaş asgari altı ay askerlik yapmaktadır. Askerlikten hemen önce yakalandığı akıl hastalığından ötürü rapor alır.
38 günlerinde Hesen Efendi ve ailesi "kırıldılar"...
Dedesi derviştir. 20. yüzyılda yaşayan her Dersimli gibi "38 katliamı"ndan derinden etkilenir; insana masal gibi gelen acı olayları dinleyerek büyür. Yakın akrabalarından Hesen Efendi ve ailesi "38 günleri"nde köylerinden alınıp Balişer’e götürülürken Sorpyan denilen yerde kırılırlar.
Munzur suyunun kanlı aktığını gördü...
“Lawıkê Hesen Efendi” dilden dile hala söylenir. Munzur suyunun kanlı aktığı günlerde çocuk gözleriyle çok şey görmüştür. Sonra başına gelecek hastalıkta “o felaket günleri”nin izlerinin olup olmadığı hiçbir zaman tam olarak bilinemeyecektir.
Evlendikten sonra kimilerine göre kıskançlıktan, kimilerine göre aile içi huzursuzluktan akıl hastalığına yakalanır. Ama artık gaipten sesler işitmekte; kendi kendine konuşmaktadır. Adı artık Sey Uşen (Seyit Hüseyin) olmuştur.
Kureyşanlı olduğu için ona “Budalaê Wairê Huya” derler. Diğer akıl hastalarında pek görülmeyen bir şekilde hiç kimseden para istemez ve dilenmez. Sadece bir içimlik tek sigara ister; paket vermek isteyenlere kızar.
Tatar her "deliye" nasip olmayacak bir ilgi görür...
Aleviler gerçi delilerine hep sahip çıkarlar; giydirirler; beslerler; kimseye zarar vermesin diye böyle davranmak neredeyse gelenektir. Mela Bom, Alê Bom gibi daha önceki deliler de kuşkusuz Dersimlilerden saygı görmüştür. Ama Hüseyin Tatar, diğer delilere nasip olmayacak bir ilgi, saygı ve desteği ölene kadar büyük-küçük her insandan görecektir.
Ona saygı açıkça “dinsel”dir; elini öpenler; fotoğraf çekenler; ondan dua isteyip “çıralıx” verenler, her “Allahın günü”nün görüntüleridir. Geceleri genellikle bir fırında yatar; her lokantacı ona bedava yemek vermeye hazırdır. Uzun yol otobüs şoförleri onunla neşelenmek için birlikte yanlarında götürürler.
Halk, Sey Uşen’in “ajanları” bildiğine bile inanır. O birini sevmediğinde umumiyetle “lakam” takar, aşağılar ve peşini bırakmaz. Hiç kimse onun şimşeklerini üzerine çekmek istemez.
Nüfus sayımlarında korkar...
En çok nüfus sayımlarında korkar. Hep “insanları yine kırdılar” kuşkusuna kapılır. 1980 darbesinden sonra sokağa çıkma yasağı olan günlerden birinde karakola gidip “ero sıma na mılet berd koti qırr kerd?” (bu bizim milleti nereye götürüp kırdınız?”) diye sorması onun saygınlığını daha da arttırır. Kendisini “Pir” ilan eden halkının sevgisini karşılıksız bırakmadığı artık tartışmasızdır.
O, Tunceli’deki tüm insanlar gibi en çok Hükümetten korkar. Bir gün, Gülabi Kazma ve arkadaşları ona çok takılır. Bunun üzerine bir taş alır ve Gülabi’nin kafasına vurur. Gülabi kaçınca o şikayete gittiğini sanır ve kendisine şöyle söyler: “tu ceza mı dê, gerrê mı meke, namê mı defterê hukmat de mevero!” (cezamı sen ver, beni şikayet etme, adım hükümetin defterinde geçmesin!)
Halk, ona olağanüstü o kadar çok yetenek atfeder ki saymakla bitmez. Yürüyerek şehirlerarası birkaç dakikada hedefine vardığı; kışın sokakta yatarken üzerine kar yağmadığı; soğuğun ona tesir etmediği söylenegelinir.
Üstüne kar yağmadığı bile söylenir...
Bu sonuncusundan etkilenen bir polis memuru kış-kar ortasında üzerine kar yağmadığını gördüğü Sey Uşen’in üzerine battaniye serer; gördüklerini evinde ailesine anlatır. Onu öylesine abartır ki “Düzgün Baba” ilan eder. Polisin küçük oğlu, babasının anlattıklarından dolayı okulunda derste Sey Uşen’in üstüne kar yağmaması ile ilgili bir kompozisyon bile yazar.
Sey Uşen her “deli” gibi insanların gülme ihtiyacını karşılar. O nedenle ölümü insanları çok üzer. Ardından Tunceli’nin ortasına heykeli dikilecektir. Neşe kaynaklarını kaybeden Dersimliler karalar bağlarlar. Artık kederli ve kırışık yüzü şehrin duvarlarının yanı sıra kartpostallardadır; mezarı ise belediye mezarlığının tam ortasındadır. Trajik ölümünden sonra bir grup üniversite öğrencisi kendisine “Munzurun Delileri” diyecektir.
Dersim-Alevi toplumunun Sey Uşen'e verdiği değer araştırılıyor...
Dersimlilerin “Seyit”, “Ermiş”, “Evliya” veya “Pir” ilan ettiği Sey Uşen bugünlerde resmi üniversite tarafından araştırılıyor. “Akıl hastalarının toplumsal yaşamdan dışlandığı günümüz toplumlarında” Dersim-Alevi toplumunun bir akıl hastasına verdiği yüksek değerin sebebi şimdi bilimciler tarafından merak ediliyor.
Hacettepe Üniversitesi'nin gerçekleştirmek için kolları sıvadığı “İnsanın Deli Dediği” başlıklı projenin amacı işte bu. Projenin hedef kitlesi ise film festivalleri katılımcıları, TV seyircileri, internet kullanıcıları olarak belirlenmiş. 30 dakikalık bir belgesel film hazırlamayı düşünen ekipte Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesinden uzman Egemen Adak ve araştırma görevlisi Kumru Berfin Emre var. Proje danışmanı ise aynı üniversitenin Sosyal Pediatri Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Bahar Gökler.
Sey Uşen'den herkesin öğreneceği birşeyler var...
Hacettepe Üniversitesi'nin projesi, -diğer şeylerin yanı sıra- Sey Uşen’in hayatından tüm insanların öğrenecekleri şeyler olduğunu gösteriyor. (HA/NZ)