Savaşlarda, oyunlarda, büyük projelerde ve hatta yaşamın her alanında geçerli olan önemli bir kural vardır: Taktik hamlelerle bazı başarılar kazanmak mümkündür ancak iyi bir strateji olmadan sadece taktiklerle nihai sonuca ulaşmak mümkün değildir. Yani kazanmak için mutlaka bir strateji gerekir. En az bunun kadar önemli bir diğer husus da, "gösteri" ile "gerçek" arasında geçerli olan ilişkidir. Aslında felsefe sahasında, gösteri ile gerçek arasındaki ilişki oldukça karmaşık da burada konunun bu yönüne girmeden, kabaca şu yanını dile getirmek istiyorum: Gösteriler geçici olarak gerçeği örtebilirler ancak zaman ve problemler her seferinde üzerindeki gösteri örtüsünü kaldırarak gerçeği çıplak haliyle ortaya çıkarırlar.
Bir tarafın "çözüm" diğer tarafın "açılım" dediği/istediği bir süreçten söz ediliyor. Epeyce bir zamandır kamuoyuna dönük "bu iş bitti-bitecek" yönünde mesaj bombardımanında da bulunuluyor. Dahası, uluslararası koşulların da sorunun çözümünü emrettiği konusunda herkes hemfikir. Açıkçası çözüm konusunda rol alacak aktörler arasında uzun süredir direkt ya da dolaylı bir diyalogun varolduğu da hissediliyor. Bazı çevreler "sorunun çözümüne hiç bu kadar yakın olmamıştık" derken sanki belli oranda gerçeği ifade ediyor. O kadar çok şey söyleniyor ve o kadar baskın bir iklim yaratılıyor ki, ister istemez insan "neler oluyor?" sorusunu daha sık sormak zorunda kalıyor. Hatta bazen "uzman körlüğü" denilen beşeri sorunla yüzleşmek zorunda kalınıyor desem abartmış olmam. Yani, gerçeğin bir tarafına yoğunlaşmanın etkisiyle resmin bütününü görememe problemi. Bir taraftan devletin tarihsel politikalarından vazgeçemeyeceği yargısıyla olanı-olabilecekleri görememe, diğer yandan aşın iyimserlikle "tamam artık sonuna geldik" havasıyla şimdilik olmayanları-olamayacakları görememe durumu var.
Çevik Bir-AKP-CHP
Öncelikle hemen oldukça çıplak hale gelen bir gerçeği tespit edelim: Kürt meselesi artık çözüm sürecinde! Şu veya bu şekilde önümüzdeki birkaç yıl içerisinde çözülmek zorunda. Rakamlar bazında ifade edilecek bir süreçle karşı karşıyayız. Yukarıda belirttiğim gibi taktik hamlelerle bazı olumlu sonuçlar doğsa da, tarafların stratejileri açısından durum hiç de iç açıcı değil. Ancak stratejilerde -ki bu gerilimin benzer sorunların çözüm yolundaki kırılma anlarına tekabül ettiğini söylemek de abartı olmaz. Şöyle ki, 2000'li yılların başında devlet adına Çevik Bir'in dillendirdiği cümleler, temel hatlarıyla Türkiye Cumhuriyetinin sorun konusundaki stratejik pozisyonunu özetliyor: "Pazarlık falan yok. Dağdakiler inecek, sonrasında bir şeyler düşüneceğiz." O tarihlerde bir mazgaldan söylenen bu cümleleri, daha sonra siyasetin en sağ yelpazesinden tutun da en soluna kadar çok kişiden duyduk. Rijit milliyetçiliğin bugünkü temsilcilerinden Deniz Baykal da benzer cümleleri sarf etti, ilginç olan ise, bugün açılım bayraktarlığı yapan ve toplumda belli umutlar doğuran AKP'nin de esas olarak bu stratejiden pek uzakta durmadığı gerçeği. AKP adına medya önünde ya da "off the record" olarak açıklama yapan yetkililerin şu söyledikleri, durumu netçe ifade ediyor: "Silahların bırakılması ve ardından demokratik zeminlerde hak arama mücadelesi kapsamında sorunlara çözüm bulunacak."
Niyetler bir yana bırakılırsa General Çevik Bir'in sözleriyle AKP yetkilileri ve Baykal'ın söyledikleri arasında çok büyük fark yok. Bu durumda bugün adına "devlet projesi" denilen "açılım", stratejik olarak şöyle ifade edilebilir: "Silahların bırakılıp dağın boşaltılarak TC'nin mevcut hukuku temelinde dönüşün sağlanması. Ardından bazı düzeltmeler temelinde üniter devlet ve mevcut ulus tanımı çerçevesinde varolan anayasa kapsamında sorunun çözümü!" Bazı yönleriyle lampedusa stratejisi: Hiçbir şeyi değiştirmemek için her şeyi değiştirmek.
Aslında Kürtler açısından stratejik hat aynı yıllar boyunca, yani son on yıl boyunca pek değişmedi. Çeşitli taktik hamleler zaman zaman oldukça ılık hava estirse de, Kürtlerin siyasal ve kültürel haklarının güvenceye alınması, demokratik siyaset olanaklarının açılmasını müteakiben dağın devreden çıkması olarak ifade edilecek bir pozisyonu hep korudu.
Bu noktadan bakıldığında her iki tarafın stratejik konumlarının neredeyse birbirine tamamen ters olduğu ve mevcut uzaklığın giderilmesinin mümkün olmadığı görülüyor. Elbette mevcut açıklığı görmezden gelerek bir yerlere varılamaz. Ancak stratejik konumdaki bu büyük farkın, çok büyük bir yakınlık içerdiğini de gözden kaçırmamalı. Çocuk oyunlarından hatırladığım "önce sen bırak" diye ifade edilebilecek bir durumla karşı karşıyayız. Hayatında iki grup olup ip çekme oyunu oynamayanımız yoktur. Bir an gelir taraflar birbirine "önce sen bırak" demeye başlarlar. Aslında kazanan yoktur. Sadece psikolojik bir etkisi olan bir gösteriyi kimin sahipleneceği gibi bir problem vardır. İşte Kürt meselesinde böylesine birbirine uzak ve bir o kadar yakın olunan bir eşikteyiz. "Önce silahları bırakın sonra yasal düzenlemeleri yapalım" diyen devlet, "önce yasal güvenceler verin soma silahlan bırakalım" diyen Kürtler. İpi önce kim bırakacak? Belki uzun zaman alır, bazı kırılmalardan geçebilir ancak bence bu pozisyon gerçekten de çözüme en yakın olunan bir anı ifade eder. Ama birdenbire en uzak anı da ifade ettiğini söylemek gerekir. Çözümün kuantum anı bir bakıma!
İrlanda sorununun çözümünde benzer bir kilitlenme, silahların kime teslim edileceği hususunda çıkmıştı. Yani böylesi anlarda psikolojik bariyerler, duygular ve güven büyük önem kazanıyor, işte jestler tam da bu güvenin tesisinde rol oynar. Biliniyor, dağdan, Maxmur'dan grupların gelip barışa şans tanımaları ve karşılığında tutuklanmamış olmaları gösteri olarak olumlu özellikler taşırken, kimi psikolojik bariyerleri aşındırırken, umutları daha da büyütürken, kısa süre sonrasında bütün çıplaklığıyla gerçeğin görülmesini de engelleyemiyor. Çözüm konusundaki stratejik pozisyonların uzaklığı ve çok önemli aktörlerin çözümsüzlük konusundaki ısrarlarını görmek için iki gün beklemek yetti. İşte AKP açısından gösteri siyaseti nihai sınırına vardı. Ya mevcut gerçeğin sertliğini kabul edip stratejik pozisyonda bir kopuş yapacak ya da birkaç gösteri hamlesinden sonra seçimlere yönelip ömrünün sonuna biraz daha uzun sürede ulaşma yoluna girecek. Mevcut veriler meyilin ve dengelerin ikinci seçenekten yana olduğuna işaret ediyor.
İlle de karşı taraf
Kürt tarafı açısından zorlu bir açmaz var. İyi niyet jestleri bazen gösteri alanında oldukça negatif sonuçlar doğurup mesajda kırılmalar yaratabiliyor. Açıkçası her iyi niyet jesti devamı veya yenileri karşısında beklenti doğurmak ve özellikle de "biz gerekeni yapıyoruz ancak karşı taraf hiçbir adım atmıyor" tarzı bir güven bunalımı da yaratabiliyor. Nitekim son dağdan gelişler de hızla aynı akıbete yöneltildiler. Özellikle hükümetin "artık silahları bırakıp gelin" yönlü yaklaşımı, mevcut stratejik farkın derinliğini gözardı eden kötü bir gösteri siyaseti niteliği taşıyor. Zaten Türkçe karşılığı gösteri olan "show" sözcüğünün karşılıklı suçlamalarda kullanılması durumun en net verisi.
Bütün bunlardan varılacak şöyle bir sonuç var: Stratejik pozisyonlarda çok büyük bir fark mevcut. Bu farkın gösteri siyasetiyle aşılması mümkün değil. Bunu tespit etmek bir şeydir ancak bu konuda yapılacak şeyler üzerine düşünmek başka bir şeydir. Öncelikle mevcut stratejik pozisyonlar yalın ve net biçimde topluma izah edilmelidir. Bunu yaparken özellikle zaman yaratmak ve bu zamanı karşılıklı jestlerden oluşan pozitif bir "gösteri siyasetiyle" doldurmak önem arz ediyor. Önce kimin bıraktığının tartışılmayacağı şekilde ipin gerilimi azaltılıp bırakılması üzerine düşünülmelidir. Bu tür sorunların çözümünde zaman ve gerilimin azaltılması ve değişen iklim birçok açıdan çözümün oluşumu için en etkili öğelerdir. İşte "akil insanlar" meselesi, bu zeminin yaratılması için büyük önem kazanıyor. Zira, "çözüm" denilen şey, bir andan değil, çok karmaşık süreçlerden oluşan bir eğri halini alıyor bu sorunlarda.
Akil insanlar konseyi
Aslında bu süreç başlangıçtaki stratejik hatlarını korumaya çalışan güçlerin karşılıklı mücadelesi biçiminde gelişiyor. İşte diyalog ve aracılar, zamanla bu mücadelenin biçiminin değişmesinde de büyük rol oynarlar. Bu anlamda Türkiye'deki Kürt meselesi konusunda çözümden daha çok farklı mücadele biçimlerine geçiş üzerine konuşmak en doğrusu. Bunun için acil olarak bir "aracılık edenler konseyi" ya da "akil insanlar" inisiyatifi kurulmalıdır.
Tabii özellikle siyasi aktör durumundaki AKP ve BDP'nin de tam bu süreçte dillerine, söylemlerine azami ölçüde dikkat etmesi, önemli bir husus. Dil ve söylemler mutlaka değişmeli. AKP Kültlerde güven yaratan bir dil kullanmaya çalışmalı, samimi ve ciddi tutum kadar çözüm iradesini de kararlıca oluşturmalıdır.
BDP de her adımda, her söylemde Türklerin de kendisini izlediğini, dinlediğini unutmamalı, stratejik pozisyonları görerek konuşmalı, gösteri siyasetinin toz dumanının kısa sürede yerini gerçeğe bırakacağını bilmeli ve her iki stratejinin buluşabileceği bir yer yaratmalıdır. Aksi halde, kısa vadeli, zorlayıcı ve özellikle negatif bir söylem geliştirilerek Türkiyelileşme iddia ve vizyonu gerçekleştirilemez.
Bağlantılı son bir cümle söyleyeceğim, belki "bizimkilerin" pek hoşuna gitmeyebilir ancak, Kürt siyaseti ciddi bir yol ayrımında. Yeni şekillenen dünyada eskisi gibi davranmak her açıdan sorunlu hale gelecektir. Kürt siyasetinde demokratik mücadele yöntem ve güçlerinin belirleyici olduğu bir aşamaya evrilme konusu ciddi ciddi düşünülmelidir. Açıkçası, oldukça uzun vadeli ve yepyeni bir tarzda hem yöntem, hem ilişki, hem hedefler hem de dil bakımından demokratik, yaratıcı, çoğulcu bir tartışma ortamında seçenekler derinliğine tartışılmalıdır. Kısacası, ivedilikle çözüm yaratmak isteyenlerin de stratejileri olmalı, oluşturulmalıdır.
İnanalım ki, bir gün gelecek herkes istediklerinden bazılarına sahip Olduğuna inanacak, reddettiklerinin bazılarına gülecek ve başka şeyler isteyecek, işte mesele bugüne giden yolu yapmaktır. İpin ortasından tutalım ve kopmasına izin vermeyelim...(AT/EÜ)
____________________________________________________________________________
* Demokrarik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılmasıyla milletvekilliği de düşürülen Aysel Tuğluk'un yazısı Radikal2'nin 17 Ocak tarihli sayısında yayınlandı.