Parti içi demokrasi açısından önemli bir mesafe kaydedildi. Ancak değişim bununla sınırlı değil. Siyaset tanımımı ve siyaset yapma tarzına ilişkin radikal değişimler gerçekleşti.
DTP'nin ayırt edici özelliği, siyaseti merkezi örgütlerce yürütülen bir elit işi olmaktan çıkarmaya çalışmasıdır. Bunun için kendi içinde yatay örgütlenmeyi ve meclis tarzı çalışmayı benimsemiştir.
Bununla bağlantılı diğer bir özelliği de siyaseti eril bir uğraşı olmaktan çıkarmak için kadınların katılımı ve temsilini yükseltmeyi ilkesel bir yaklaşım olarak benimsemesidir.
Bu amaçla Türkiye'de ilk kez uygulanmakta olan "Eşbaşkanlık" sistemini düzenledi. Bunu yerellere doğru genişletme düşüncesi bulunmaktadır.
Büyük emek verildi
Partimizdeki eşbaşkanlık sisteminin hayata geçmesi, salt DTP süreciyle açıklanacak bir durum değil. Kadınlar, geçmişte de legal siyasal alanda çok büyük mücadeleler verdiler. Özellikle Kürt kadınları.
Büyük emeklerle büyük engel ve sıkıntıları aşarak legal alanında kadın iradesini açığa çıkardılar. Siyasette kendi varlığını hissettirme, söz ve karar alma süreçlerinde yer alma noktasında zorlu bir mücadele yaşandı.
Bunun mutlaka kazanımları oldu. Bir anlamda kadın da tanınmaya başlandı. Yani bu alanda yokken, siyasal alanda da varlığını hissettirdi.
Dolayısıyla ben DTP'deki Eşbaşkanlık sisteminin kaynağının burası olduğunu ve gücünü buradan aldığını düşünüyorum.
Cins sorunu stratejik
Bir geleneği ifade edersek, HEP'ten bugüne kadar, diğer partilerden farklı bir bakış açısı var. Bir kere cins sorunu çok hayati, stratejik görülüyor.
Özellikle bu son dönemlerde, kadınların kendi kimlikleriyle var oluşlarıyla birlikte daha da yer edinmeye başladı. Sonuçta bu mücadele eşbaşkanlık sistemini doğurdu diyebilirim.
Türkiye'deki partilere baktığımızda başkanlık sadece erkeklere aitmiş gibi algılanmakta.
Yönetim kademelerinde erkeğin olması her zaman için doğal görülmektedir. Kadının başkanlığı ise anormaldir. Toplumda da böyle bir algılama var. Üstelik kadın için sadece başkanlığı yapamaz anlayışı yoktur.
Bütün olarak siyasette yapabilecek bir unsur olarak görülmez kadın. Bir araç olarak, yardımcı olarak görülür. Karar süreçlerine katılan, siyasete yön veren bir güç olarak algılanmaz. En merkezinde bile olsa öyle bakılmaz kadına. Bu mantığın değişmesi gerekiyordu.
Kadınlar olarak çok geriden başlamamıza, önümüzde büyük engeller olmasına rağmen, bu süreçleri yerel mücadelelerle atlatıp rolümüzü oynayabiliriz. İşin bir bu boyutu var. Bir de siyasetin çok eril karakterli yürütülmesinin ve bu karakterin siyasette çok da çözümleyici bir rol üstlenmemesi durumu var.
Erkeğin bakış açısı daha çok iktidara dayalı. Kendi bireysel ya da grupsal çıkarlarını hayata geçirme temelinde bir siyaset güdüyor. Daha çok baskı kültürünü, militarist kültürü içeren bir tarzı hakim kılıyor.
Kendi özündeki bu olguyu yaşamın her alanında olduğu gibi siyasete de yansıtıyor. Erkek açısından siyaset, kendi egemen erkek sistemini devam ettirmenin bir aracı aslında. Dolayısıyla bu kültürün de değişmesi gerekiyordu.
Sistemle en gerçekçi mücadele
Sistemle mücadeleyi en gerçekçi yürütebilecek konumda bulunan kesim kadın. Çünkü sistemin mağduru. Onu değiştirme gücünü en çok hissettiğinden sistemle mücadelesi de daha samimi.
Bir de şöyle bir gerçek var: Erkek siyasette sistemle bütünleşiyor. O sistem kendisini iktidar eden, ayrıcalıklı kılan, söz hakkı veren, kısaca var eden bir sistem.
Dolayısıyla her alanda bu sistemle uzlaşmayı tercih ediyor ve bu nedenle de toplumda bir değişim gücü yaratamıyor.
Yani gerçek değişim gücünü bu ihtiyacı en çok hissedenler, bu sistemin mağdurları yaratabilir.
Bir de Eşbaşkanlık şu açıdan önemli. Toplumda, özellikle de erkeğin bakış açısında bir değişimi yaratıyor. Bir kere düşünün, toplumda erkeğin başkan olması doğaldır.
Ama bir kadın rolünü uyguladığında bu toplumda bir sorgulamaya yol açar. Bu da beraberinde sosyal yansımalarını gösterip kültürel bir değişime yol açar. Hem toplum hem de diğer kadınların güven duygusu gelişir. Ama bütün bunlar kadının misyonunun doğru oynanmasıyla bağlantılı.
Tansu Çiller de kadındı
Hep örnek gösterilir ya, Tansu Çiller de bir kadındı diye. Başbakandı, parti başkanlığı da yapmıştı ama erkekten farklı bir siyaset anlayışını getirmedi.
Şu önemli. Sadece kadın olmak yetmiyor. O bakış açısını ne kadar taşıdığı, o sorgulamayı ne kadar yaptığı, kadın kimliği ve bilincine ne kadar taşıdığıyla doğrudan orantılı bir durum.
Tabii her şey tüzük maddeleriyle olmaz. Bunu biliyoruz. Teoride dünyanın en iyi çözümünü bulsanız da önemli olan pratik politikada bunu nasıl uyguladığınızdır.
Biz parti olarak henüz işin çok başındayız. Ayrıca bu parti kadın sorununda sıfırdan başlayan bir parti değil. Bir gelenek var. Bir mücadele var ve onun yarattığı kazanımlar var. Yani güçlü bir zemine sahip. Bizim çabamız da bu zeminin büyütülmesi noktasında olacak.
Yüzde 40 cinsiyet kotası
Parti olarak bazı tedbirler almak gerektiğinden hareketle bayağı bir tartışma süreci yaşadık. Yüzde 40'lık cinsiyet kotası bu anlamda bir tedbir.
Kadın örgütlenmesinin özgün ve özerk bir yapılanmaya dönüştürülmesi, bir de kadın meclislerinin oluşturulması önemli bir yenilik.
Bütün bunlar yeterli mi diye soracak olursanız, aslında çok önemli bir kazanım ama yüzde 40'lık cinsiyet kotasını sadece şekilsel bir hak olarak görmemeli.
Önemli olan bu avantaj ve tedbirin içinin kadın mücadelesinden gelen, kadın mücadelesini verme iddiasında olan ve kadın bilincine sahip kadınlarca doldurulması.
Aksi takdirde şekilsel bir hakka dönüşebilir, bir hak olarak görüp ne olursa olsun benim orada yer almam gerekir diyerek, kadın bilincine tamamen yabancı kadınlarla da doldurulabilir.
Bu nedenle kotanın kadın mücadelesinin özüne uygun doldurulması gerekir. Yani siyasete atılan kadın bir defa kadın kimliğini ve bakış açısını taşımalı ve bulunduğu yerde bunun mücadelesini verebilmeli. (AT/FK)
* Aysel Tuğluk DTP Eş Başkanı