"Fehmi Tosun, Fehmi Tosun..."
Dün akşam Halkalı semalarında 1995'te "kaybedilen" bir adamın adı yankılandı. Seyirciler, Bono'nun e'yi kısarak, o'yu daraltarak okuduğu isme eşlik etmekte zorlandı; muhtemelen stadda toplanan 75 bin kişinin pek azı bu ismi biliyordu.
Oysa Tosun'un, bundan 15 sene önce, 19 Ekim'de evinin önünden telsizli kişilerce beyaz bir Renault'ya bindirilerek kaçırıldığı yer, dün gece yarısına doğru adının yankılandığı staddan çok uzakta değil; Avcılar'daydı.
1997'deki Pop albümünün kapağında grup Tosun'u anmış, "onu unutmayın" demişti. U2 konserden önce eşi Hanım Tosun'la görüştü; "Mothers of the Disappeared"i (Kaybedilenlerin Anneleri) onun için söyledi: "Rüzgarda onların gülüşünü duyuyoruz/ Yağmurda gözyaşlarını görüyoruz/ Kalp atışlarını duyuyoruz"
Şarkı, Bono'nun 1980'lerin başında ABD destekli hükümet güçleriyle sol cephe arasındaki iç savaşla boğuşan El Salvador'a yaptığı ziyarette görüştüğü kayıp anneleri üzerine yazılmıştı.
Livaneli sahneye sızdı
Gecenin politik mesajları Tosun'la sınırlı kalmadı.
Bono dört şarkının ardından mikrofonu eline aldı; "Bu ülkede ne olduğu tüm dünyayı ilgilendiriyor" dedi. Ardından kendisine Boğaz köprüsünde eşlik eden bakan Egemen Bağış'ın adını andı ama seyirciden gelen tepkinin ardından "Bir daha siyasetçi adı anmayacağım" demek zorunda kaldı.
"Peki köprüden bahsedebilir miyim? Muhteşem bir köprü. Yalnızca Asya ve Avrupa arasında değil, dinle seküler olan, geçmişle gelecek arasında da bir köprü..." Sanırım artık Boğaz Köprüsü hakkındaki tüm metaforların tüketildiği ilan edilmeli ve köprü kullanımı yasaklanmalı. Bono Avrupa'nın gideceği yolun Türkiye'den geçtiğini de ekledi ve alkış topladı.
Şarkılar Burma'da ev hapsinde tutulan Aung Sun Suu Kyi için söylendi, Desmond Tutu'nun tüm insanlığa bir olma çağrısı ekrandan yankılandı. Uluslararası Af Örgütü'ne destek verildi.
Turnenin her ayağında gittikleri ülkeden muhalif bir sanatçıyı sahneye çıkarmayı önemseyen grup, Türkiye'de Zülfü Livaneli'yi seçti. Livaneli'yi "tanıtmaya gerek olmayan bir adam" diye çağıran Bono onunla bir şarklıda düet yaptı; ardından Livaneli "Yiğidim aslanım"ı söyledi. Dinleyiciden katılım yoğundu. Livaneli de grubu İstanbul'a geldikleri için "tebrik etti".
Ne varsa eskilerde...
Müziğe gelince, konserin parça listesi turnenin diğer ayaklarındakilerden farklı olmadı. Dinleyici asıl olarak grubun erken yıllarında çıkardığı şarkıları heyecanla karşıladı; listede de onlardan bolca vardı.
Açılış "Beautiful Day"le oldu. "Where The Streets Have No Name", "Sunday Bloody Sunday", "One", "With or Without You","Ultra Violet", "Pride" gibi U2'nun devlet başkanları nezdinde makbul olmadan önce yazıp söylediği şarkılar eksik edilmemişti.
10.00'u biraz geçe sahne alan grup yaklaşık iki buçuk saat sahnede kaldı. Üzerine söylenmedik söz kalmayan, Halkalı kırsalına inşa edilen betonarme heyulanın içine her yanından ışık ve duman saçarak bir uzay gemisi gibi yerleşen sahne başlı başına bir hadiseydi.
Snow Patrol'a veda
Konser saat 20.30 sularında bir diğer İrlandalı grup, Snow Patrol'un neşeli solisti Gary Lightbody'nin müzikten çok veda ve ekibe saygı duruşuyla geçen ısındırma turuyla başladı. Karanlık yavaş yavaş bastırırken grup şarkılarını mahzun bir edayla icra etti. Lightbody U2'nun ön grubu olarak son konserlerini verdiklerini söyledi; hem onları hem de turne ekibini öve öve bitiremedi.
Gecenin ilk mesajı da ondan geldi: Ekipte çok sayıda ülkeden gelen insanlar olduğunu vurgulayan Lightbody, "Eğer birlikte çalışırsak başaramayacağımız birşey yok" dedi. Sahneden çekilmeden önce son şarkılarını da sahne ekibinin katılımıyla söylediler.
Lojistik
Devam eden Dünya Basketbol Şampiyonası'nı izlemek için kente gelen birçok seyirci programa U2'yu da sıkıştırmıştı. Konseri destekleyen İstanbul 2010 Ajansı'ndan Şekip Avdagiç'e göre konsreri 75 bin kişi izledi; 10 bin izleyici Türkiye dışından geldi. Buna karşılık saha içinde de, tribünlerde de geniş boşluklar vardı.
Stada girerken, su dahil her türlü içecek toplandı. İçeriden kurulan büfede bira 10 TL, bol köpüklü ve soğukken, öğlenden itibaren stadın önüne gelen seyyar satıcılarda kutulu halde 5 TL'ye, fakat sıcak bira bulmak mümkündü. Yağmur riskini değerlendiren satıcılar da muşambaları 5 liradan veriyordu.
Tuvalet kuyrukları uzundu, hep uzun kaldı. Saat 20.00 civarında atıştıran yağmur konser boyunca gözükmedi.
Türkiye 2012 olimpiyat oyunlarına aday olunca inşa edilen ama kazanamayınca terk edilen stada girmek de çıkmak da dert oldu. Konser bitiminde herkes başı kesilmiş tavuk gibi stadın etrafını tavaf ederek belediye otobüslerini aramak zorunda kaldı; yönlediren insan da tabela da azdı; olanlara güvenmek de zordu.
Yine gelmek üzere gittiler
Sonuçta U2 konseri iki buçuk saatlik çok iyi planlanmış, sağı solu sarkmayan, kimsenin gözünü alamadığı süprizli bir klip gibiydi.
Bono'un uzun zamandır "üçüncü dünya ülkelerini kurtaracak beyaz atlı prens" rolünü üstlenmesi, köprü klişeleri, insanların doğrudan hayatını etkilemeyen dolayısıyla da harekete geçmeye itmeyen meseleleri öne çıkararak dünyanın en politik grubu resmi çizmesi, Livaneli vasatlığı can sıksa da Edge'in cayır cayır gitarı, insanın içine işleyen bir ritim ve basit, vurucu sözlerle politikayı müziğe tahvil eden şarkılarını olabilecek en yüksek sesle ve dünya gözüyle dinlemek herşeyin üzerini örttü.
Şimdi U2 turneye devam etmek üzere memleketi terk edecek, ardından sahne sökülecek ve Halkalı'nın yoksul konduları beton stadın uğultusuyla başbaşa kalacak.
Onlar giderken belki Fehmi Tosun ortaya çıkar. Onun adını Bono'dan öğrenmenin tuhaflığı da bize kalır. (EÜ)