"Ve ne zaman ki sen kendi halkının dilinden konuşursan, halkın büyür. Çünkü halkın senin kelimelerinle yaşar."*
(Biz) Kürtlerin dil konusundaki hassasiyetlerini "hin evladı hince" bilen ve cepheden vurmayı kendine ilke edinenlerin sıkça başvurduğu bir yöntemdir "Anadil ve Kürtçe Kurs" meselesi. Olur, olmaz durumda ve sıklıkla ısıtıp servis ederler: "Daha ne istiyorsunuz kardeşim. Devlet size Kürtçe kurs fırsatı verdi. Ama kurslara ilgi olmayınca kapandı".
Bu durum, meselenin kaba ve görünür halidir. Evet devlet gerçekten Kürtçe Kursların açılmasına "izin" verdi. Ama kurslar bir süre sonra kapandı. Peki, bu gerçekten bir cümleyle tarif edileceği gibi "ilgisizlik" nedeniyle mi kapandı? Elbette hayır. Devletin verdiği izni, kaba halleriyle bir dolu yasal engelle ve barikatla engellemesi ve süreci yanlış yönlendirmesi nedeniyle Kürtçe Kurslar kapanmak zorunda kaldı.
Birincisi kimse anadilini bir "fantezi" gibi ihtiyaç duyduğunda öğrenmek isteyeceği bir yabancı dil şeklinde katılacağı kurslarla öğrenmek istemez. Öğrenmek durumunda da kalmaz. Kurs marifetiyle kendi topraklarında/vatanında öğrenilmesi gereken dil, olsa olsa herhangi bir yabancı dil olur. Eğer siz o halkın ana dilini kurs marifetiyle öğrenilecek bir dil algısı haline dönüştürmüşseniz ve o algıyı dikte ettirmeye çalışıyorsanız "sömürgeciliğinizi, ırkçılığınızı ve asimilasyonculuğunuzu" teyit ediyorsunuz demektir.
Hadi diyelim ki geçtik bunları...
Peki, Kürtçe kurslara uyguladığınız kapı, pencere ölçüleri gibi teknik ve engelleyici ölçüler neyin nesiydi!
Hadi bunları da geçtik diyelim.
Peki, bu Kürtçe kurslara ilköğretim çağındaki çocukların kaydedilmesine / devamına getirilen yasak neyin adınaydı!
Dünyanın bütün coğrafyalarındaki dilbilimcilerin üzerinde mutabık kaldıkları bir gerçeklik var o da şudur ki; dil en sağlıklı şekilde okul öncesi yaşlarda yani 0-6 yaş döneminde öğrenilir. Sonrası dile yeterince nüfuz edememenin halinin zuhur etmiş şeklidir.
İşte yapmaya çalıştığınız kaba haliyle buydu!
2011'e ramak kala bu tuhaf ülkede, hâlâ bütün açılım ve demokrasi safsatalarına rağmen; 21 yıldır dünyanın 193 ülkesinde kabul gören Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin çocukların ifade özgürlüğü, eğitim, kültürünü yaşatma ve anadilini kullanma haklarını barındıran 17, 29 ve 30 maddelerine çekincede Türkiye Cumhuriyeti devletinin ısrarı neye karşılık geliyor?
Sözleşmenin 17. maddesinin d bendinde varlık bulduğu gibi, devlet politikasıyla; "Kitle iletişim araçları, azınlık grubu ve yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine gereken özeni ve önemi göstermeyi teşvik" etmeyecekse neye yarar!
Yine sözleşmenin 29. maddesinin c bendinde vurgulandığı gibi; "Çocuğun ana-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı ve geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesine" katkı sunmayacaksa neye yarar!
Ve sözleşmenin 30. maddesinde varlık bulduğu gibi; "Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların veya yerli halkların varolduğu devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu topluluğun diğer üyeleriyle birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi diline inanma, uygulama ve kullanma hakkından yoksun bırakılamaz" diyorsa bundan kaçmak neye karşılık düşer!
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO'nun Evrensel Dil Hakları Bildirgesi der ki;
"Bütün diller kolektif bir kimliğin ve gerçeği farklı bir şekilde öğrenme ve tanımlamanın ifadesi olduğundan, bütün yönleriyle gelişmelerini sağlamak için gerekli bütün koşullardan faydalanmalıdırlar."
"Hukuk önünde tüm dilsel topluluklar eşittir. Bu eşitliğin gerçek ve etkin olabilmesi için tüm önlemler alınmalıdır."
"Bütün dilsel topluluklar dillerinin resmi dil olarak kullanılması hakkına sahiptirler."
"Bütün dilsel topluluklar kendi dilleri ve kültürleriyle eğitim-öğretim hakkına sahiptirler ve kendi dillerinin aktarımını sağlamak için ihtiyaç duyulan önlemleri alma hakkına sahiptirler."
Kürt toplumu anılan bu uluslararası sözleşmelerin ışığında; bütün bu kültürel soykırım sürecini ruhuyla bedeniyle yaşadı. Kürt kültürü, epeyce bir zamandır diline sadakat ile diline uygulanan soykırım ve baskının çatışmasının reel halini yaşıyor. Kürtler, dilleri Kürtçeyi bilinçli olarak zayıflatan hatta yok sayan bir başka "resmi tarih" tarafından yoksullaştırılmaya çalışılan bir inkâr ve kırım sürecine karşı direniyor. Ya diliyle varolacak ya da yok olacak...
Çünkü her halk kendi kelimeleriyle yaşar...
Yıllar evvel Kürtlerin haysiyetli yazarı Mehmed Uzun eski kadim Kürt metinlerinden kuyumcu titizliğiyle unutulmaya yüz tutmuş Kürtçe kelimeleri yeniden modern Kürt edebi metinlerine kattığını söylediğinde şaşırmıştı kimileri.
Yine şimdi yaşamayan bir başka yazar arkadaşım Nedim Dağdeviren Güney'e, Irak Kürdistanı federal Kürt bölgesine İsveç'ten yaptığı bir ziyareti anlatırken Kürtçe konuşan polisleri gördüğünde hayatı boyunca polisten kaçan bir devrimci olarak Kürtçe konuşan polislere sarılmak istemesine anlam verememiştim. Şimdi anlıyorum.
Kürtler yaşam pratikleri ile farkındadırlar ki; tarihte hiçbir insan teki, bir dili hiç bilmemekten yine o dili iyi bilmek safhasına o dili kötü konuşmak faslı olmadan / yaşa(n)madan geçmemiş / geçememiştir...
Bu vesileyle 20 Kasım Çocuk hakları gününe dile vurgunun en anlamlısı olacağına inanarak şiirle bitirmek galiba en doğrusu...
"Bazen ülkemde kelimelerin eksildiğini hissederim
Hissederim ne zamanki çiçekçi kadın
Konuşmaz benimle benim dilimden
Kaybolur mavi hercaimenekşelerle dolu bir çayır.
Ne zamanki kaportacıda
Benim dilimden konuşulmaz
İçimde bir şeyler paslanır.
Para kaybederim
Ne zamanki bir bankada benim dilimde beni karşılamazlar.
Ve ne zamanki gazeteleri açar
Ve benim dilimde hiçbir şey görünmez
Sanki benim ülkem başka bir ülkeymiş gibi hissederim.
Bazen otobüste olduğumda
Ve benim dilimde konuşan hiç kimseyi duymadığımda,
Rüya mı görüyorum diye gözlerimi açar kaparım.
Ve bir meydanın ortasında bir erkek
Veya bir kız çocuğu benim gibi konuştuğunda,
Onları kucaklamak isterim,
Bu olanlardan onları korumak isterim,
Çok geç olmadan önce.
Bazen ülkemde kelimelerin eksikliğini hissederim,
Kayboluyorlar gün be gün,
Onları terk eden insanlar var
Ve onları saklayanlar
Ve hissederim az be az
Ülkem her gün biraz daha küçülüyor
Ve biz daha azız çünkü daha az kelime var.
Ülkemde çok insan da var
Arıyor
Eksik kalan kelimelerimizi.
Arıyoruz kayaların altında
Gazetelerde
Veya otobüs bekleyen erkek ve kız çocuklarında
Bazen ortaya çıkan kelimeleri
Ve bazen de sonsuza dek kaybolmuş olanlarını.
Benim kelimelerimle karşılaşmanızı isterdim
Benim de sizinkilere ihtiyacım olduğu gibi."* (ŞD/SP)
*13 Kasım Cumartesi 2010 günü Diyarbakır'da dinledim onu, kendi anadilinden Galiza halkının dilinden Galisyanca konuşuyordu. Galisyancadan Çevirmen İrfan Güler Kürtçeye ve Türkçeye çeviriyordu söylediklerini. Sonra kitabını okudum. Kürtçe'si; "Di xewnan de jî ez ê zimanê xwe winda nekim", Türkçe'si; "Rüyalarımda bile dilimi kaybetmeyeceğim". Şiir kendisine aittir, kitabından alınmadır. Bu yazıya Sêchu Sende fikir babalığı yapmıştır. Dileyen Avesta Yayınları arasında çıkan kitabın Kürtçe ya da Türkçe'sini anladığı dilde okumalıdır.
Editörün notu: Yazarın ilkesel kararı gereği Kürtçe metinlerin altına Türkçe açıklama yapmıyor. Başlıktaki "Ben hiçbir zaman ben olmayacağım" anlamına gelen bu cümlede, Kürtçe "Ez" ve aynı anlama gelen Türkçe "Ben" kelimeleri yan yana kullanılmıştır.