Tunceli, Erzincan, Erzurum ve çevre illerde işlenen "terör suçlarına" bakmakla görevli Erzurum CMK 250. Maddeyle Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı, -bir süredir- Türkiye'de işleyen kör-topal hukuk ile dahi bağdaşmayan uygulamalar gerçekleştirmektedir.
Bir yıl boyunca hâkim karşısına çıkamayan üniversite öğrencileri, 13 ayda tamamlanan iddianameler, ABD karşıtı karikatür sergisi açtığı için "DHKP-C terör örgütü üyesi" olarak suçlanan öğrenciler, '68 hareketinin gençlik liderlerinden İbrahim Kaypakkaya'yı andığı için "TİKKO terör örgütü üyesi" olarak 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılan öğrenciler vb. örnekler aslında buradaki yargının halini özetlemeye yetiyor.
Buradaki "terör dosyalarının" tümünde savcıların isteği üzerine mahkemenin gizlilik kararı var, oysa yasa gizliliği "istisnai bir hâl" olarak tanımlıyor.
Erzurum, öte yandan -tıpkı Trabzon gibi- basın açıklaması yapan sivil toplum örgütü üyelerine yönelik "linç girişimleri" ile gündemde. TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer ÜSKÜL, kısa bir süre evvel Erzurum'da artan şikâyetlerin bir bölümünü bizzat giderek yerinde inceledi. TBMM'nin bu alanlarda harekete geçmesi bekleniyor.
Türkiye bir çelişkiler ülkesi. Bir taraftan "demokratik açılım" gayretleri, öte taraftan ise bu açılıma hiç uyum sağlayamayan bir yargı gerçeği. Türkiye, bir yandan da, suça, suçluya, suçun işlendiği yere göre hukukun bir ve aynı işlemediği bir ülke.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun -yakın zamanda- "bölgenin koşulları" gerekçesiyle "taammüden insan öldüren" güvenlik görevlisini ceza sorumluluğundan kurtardığını biliyoruz.
Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan bir kısım "yardım-yataklık davaları"nda silahlı örgüt mensuplarına tehdit ve zorla, ekmek, yaşam malzemesi vb. veren bazı Dersim (Tunceli) köylülerine öyle cezalar isteniyor ki mevcut hukuk aklına isyan etmemek mümkün değil.
Örnek Bir
Örgüt mensuplarının Tunceli'nin Pülümür ilçesinde silah zoruyla bindikleri bir kamyoncu ve arkadaşına açılan bir dava: 18 Haziran 2007 günü kamyonu gasp eden silahlı kişiler şoför Ahmet Beli ve Hasan Metin'den kendilerini Gümüşhane'ye götürmelerini istediler.
Tehdit ve zor altında bu isteği yerine getiren köylülerin örgüt mensupları ile bu "gönülsüz yolculuğu" pek kısa sürdü. Araç yolda Jandarma tarafından durduruldu, köylüler ellerini havaya kaldırarak araçtan aşağıya indiler. Tam bu sırada yolu kesen güvenlik görevlilerine -kasada gizlenen- PKK'lılarca ateş açıldı. Olayda 6 güvenlik görevlisi hafif yaralanırken, 3 PKK'lı da yaşamını kaybetti.
"Örgüte yardım" iddiasıyla tutuklanan kamyoncu ve arkadaşı şimdi, -2 yıllık yargılama sonunda- tıpkı askerlere ateş eden militanlar gibi "adam öldürmeye teşebbüs etmek", "örgüt üyesi olmak", "devletin birliğini bozmak", "kamu malına zarar vermek" vb. ağır TCK maddelerinden cezalandırılmak isteniyor.
2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/189 E. sayılı dosyasına mütalaa veren cumhuriyet savcısı Osman ŞANAL, hayatında eline silah almamış olan şoför ve çiftçiye, 6 müebbet, 1 ağırlaştırılmış müebbet, 9 yıl 6 ay hapis cezası verilmesini istedi.
Örnek İki
11 Ağustos 2008 günü Erzincan-Kemah'ta yola önceden döşenmiş bir mayının patlaması sonucu 9 asker şehit oldu. Patlama yeri bölgedeki karakollara çok yakın ve -çok tuhaf belki ama- "gündüz vakti" patlayan mayınla ilgili yakalanan hiç kimse yok.
Olaydan 5-6 ay sonra civar köylerden Mızrap Işık, Metin İnce ve Zeki Algül isimli köylüler bu eylemden dolayı tutuklandı ve bu eyleme "pil sağlamakla" suçlanıyorlar. Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi savcısı (özel yetkili eski savcı Osman ŞANAL) (2009/606 E. sayılı dosya) -eylemden aylarca önce- örgüt mensuplarının baskı ve tehditle köylülerden aldığı bu pillerin -dosyada aynı piller olduğu hususunda herhangi bir kanıt olmadığı halde- söz konusu eylemde patlayan mayının düzeneğinde kullanıldığını ileri sürdü ve yine köylülere 10 ağırlaştırılmış müebbet, 2 müebbet, 1 örgüt üyeliği, 1 kamu malın zarar verme suçundan ceza talep etti. 9 askerin ölümünün faturası, -faillere değil- "iki ateş arasında kalmış köylülere" çıkarılıyor.
Bilindiği gibi ceza hukuku, kişilerin herhangi bir şekilde gerçekleştirdikleri fiilleri karşısında harekete geçen bir disiplindir. Suçun oluşumundan bahsetmek için "hareket" (maddi unsur) olması gerekir.
Yukarıdaki iki olayda da köylülerin güvenlik güçlerinin yaralanmaları ve ölümlerinde bir rolleri olduğunu gösteren davranışları (fiil-eylem) yok. Yargılanan köylülerin örgüte silah sağlama, silahlı eyleme hazırlık, icra hareketi niteliğinde hiçbir davranışları yok.
On yıllardır "fiilsiz suç ve ceza olmaz" diyen Türk hukuku, Erzurum'da rafa kalkmıştır. Öte yandan tetiği çekenlerle onlara baskı ve tehdit altında yardım etmek zorunda kalan köylüleri "aynılaştırmak" doğru bir yaklaşım mıdır? "Bölgenin koşulları" ne olursa olsun köylü ile örgüt mensubunu ayırmak gerekmez mi?
"Orantılık İlkesi" nerede kalmıştır? Erzurum "özel yetkili savcıları", bu uygulamalar ile örgütün kanlı eylemlerinin faturasını yoksul köylülere keserek ceza sorumluluğunu hiç görülmedik ölçülerde genişletmiştir. Bu, Sıkıyönetim Mahkemelerinde veya DGM'lerde dahi görülmemiştir.
Örnek Üç
Son olay ise pek "medyatik": 61 sayfalık Erzincan Ergenekon iddianamesinden bahsediyoruz. Bu iddianameden sonra artık herhalde Gizli Tanıklık Müessesesinin lağvedilmesini istemek bir görev olacak!
İddianamede elbette eleştirilecek pek çok şey var. Ana omurgası özel yetkili savcı Osman Şanal tarafından hazırlanan ve yerine atanan yeni savcılarca bir parça değiştirilen iddianamenin bir paragrafı var ki vurgu yapmamak mümkün değil. İddianamenin "1 numaralı şüpheli"si General Saldıray BERK'e dönük suçlama şöyle:
"Şüpheli Saldıray BERK, Erzincan ve civarındaki Alevi köyleriyle özel olarak ilgilenmekte, bu köylerin ihtiyaçlarının giderilmesi için ordunun imkânlarını kullanmaktadır, yaptığı yardımlar nedeniyle Alevi köyleri ve dedeler tarafından sevilmekte, dedeler tarafından kendisine takdir beratları verilmektedir" şeklinde CD'de yer alan bilgiler Ergenekon terör örgütünün Erzincan yapılanmasının lideri olan Saldıray BERK'in amacını ortaya koymaktadır, bir ordu komutanının mezhep ayrımcılığı yapması ... ülkemizde yaşayan kişiler arasında çatışma çıkararak kaos ortamı yaratılması ve sonucunda askeri darbeye zemin hazırlanması amacıyla örtüşmektedir." (26.2.2010 tarih ve 2010/66 sayılı iddianame sayfa 46)
Bu paragraftan çıkan sonuç yargının Alevileri alenen hedef göstermesi değilse nedir? Alevi karşıtlığının bizzat yargı tarafından üstlenilmesi başka nasıl olur? İddianamedeki mantık, Alevileri "terör örgütü üyesi" veya "Ergenekon yandaşı" olarak görmek dışında bir anlam içeriyor mu? Uzun zamandır İslamcı ve hükümet taraftarı basında sıkça "28 Şubat ordudaki Alevi subayların eseri" şeklinde çıkan kasıtlı haberlerle zaten hedef olan Aleviler yoksa artık yargının hedefinde midirler?
Bu satırların yazarı yaklaşık 10 yıldır Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde (namı eski veya nam-ı kötü DGM) süren davalarda köylülerin, öğrencilerin, mağdurların savunma avukatı olarak bulunmaktadır.
Altyapısı gizli tanıklarla döşenen bu iddianame henüz yayınlanmadan evvel, "Gizli Tanık Can" ve "Gizli Tanık Hazar" daha "gizli" değilken, -3 Kasım 2009 gibi erken bir tarihte- tutuklu müvekkilleri adına, 9 askerin şehit edildiği Erzincan ili, Kemah ilçesi, Sarıyazı Köyündeki mayınlı saldırının kuşkulu yönlerini bizzat Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne resmi olarak bildirmiştir.
Ama bu kadarı da galiba hepimiz için fazla, yeter artık ! (HA/EÖ)