"1. Erdoğan ya değişmedi, o yüzden bu konularda konuşmak istemiyor.
2. Ya değişti ama kendi karizması çizilmesin, delikanlılığına halel gelmesin diye susuyor.
3. Ya da değişti ama siyasal oportünizm nedeniyle, yani oy kaybetme korkusu ile değiştiğini açıkça kabullenmeye yanaşmıyor.
Bir yerde dinle oynamaya açık kapı bırakıyor. Bir başka deyişle: İslamcı ya da şeriatçı hareketin seçmen tabanından, Milli Görüş'ten oy tırtıklamak için geçmişinden ve geçmiş yanlışlarından o kadar açık dille söz etmek işine gelmiyor belki de..."
Her soruya hazırlı olmalı
Erdoğan'ın değişmediğini kesinlikle düşünmüyoruz. Hatta daha önce bianet'te çıkan bir yazımızda belirttiğimiz gibi, değişmenin ötesinde dönüştüğü kanısındayız. Bu nedenle "karizma çizdirme" kaygısı gerçeğe daha yakın bir neden olabilir. Fakat Erdoğan'ın değişip değişmediğinden farklı bir tartışmaya, medyanın tam bir polemiğe dönüştürdüğü bir soruya dikkat çekmek istiyoruz:
Erdoğan'a kim soru sorabilir? Erdoğan'a soru sorarken nelere dikkat etmek gerekir?
Kuşkusuz yeni bir siyasi hareketin liderliğine soyunmuş bir isim, medyanın ve kamuoyunun her türden sorusuna hazırlıklı olmalıdır. Yine kuşkusuz, yeni bir liderin gelmesinden hoşnut olmayan eski iktidar odakları, onu daha baştan yıpratmak isteyecekler, özellikle de geçmişini kurcalayacaklardır .
Köşe yazarlarına düşen?
Bu nedenle Cengiz Çandar, Fehmi Koru gibi isimlerin, "Hadi Tayyip Bey şu sorularımıza cevap ver," diye efelenen bazı köşe yazarlarına kızmakta, onlara "Siz gerçekte kimin adına konuşuyorsunuz?" diye sormakta haklı olabilirler. Fakat aynı isimlerin, yeni partinin muhtemel kurucular listesi açıklanır açıklanmaz yaşadıkları hayal kırıklığını "aymazlık" ve benzeri şekillerde tanımlamaları açıkçası işin rengini değiştiriyor. Diğer bir deyişle, Erdoğan'a saldırır gibi soru sormaya çalışanlarla, "Ne saldırıyorsunuz adama?" diye soranların temel motifinin gazetecilikten gelme bir eleştirellik, merak veya etik arayışından ziyade, Türk siyasi hayatını şekillendirme arayışı olduğu kolaylıkla söylenebilir.
Medya ile gergin ilişki ve sonrası
Erdoğan'a yol gösterme veya ona haddini bildirme derdindekileri bir kenara bırakıp, sorulması gereken soruyu soralım: Erdoğan'a kim soru sorabilir? Nasıl sorabilir? Erdoğan bu sorulara cevap vermek zorunda mıdır?
Erdoğan, gerek RP İstanbul İl Başkanı, gerek belediye başkan adayı, gerekse de belediye başkanıyken medyayla hep gergin bir ilişki kurdu. Bunda medya mensuplarının sorumluluğunun ondan daha fazla olduğu ortadadır; ama Erdoğan'ın sinirli bir mizaca sahip olması ve Kasımpaşalılığı da zaten zor olan bu ilişkiyi iyice zorlaştırmıştır.
Erdoğan bugün, muhtemelen yeni partinin tüzük ve program çalışmaları tamamlanmadan geniş boyutlu değerlendirmeler yapmaktan kaçınıyor. Yine muhtemelen, kendini hazır hissettiğinde kamuoyuna görüşlerini önce güvendiği mecralar ve gazeteciler aracılığıyla iletecek; ardından da genel basın toplantıları düzenleyecek.
ABD'li diplomat kadar hakkımız yok mu?
Peki biz gazeteciler bu arada onu beklemek zorunda mıyız? Kesinlikle hayır.
Kendisi konuşmak istemeyebilir, ama bizim de ona, kamuoyu adına, en azından, başta ABD'li diplomatlar olmak üzere, Yahudi lobilerinin, sermaye çevrelerinin, üst düzey medya yöneticilerinin sorduğu soruları sormaya hakkımız olmalı.
Örneğin Oya Berberoğlu'nun, bir zamanlar çalıştığı Hürriyet'te, 29 Ekim 1999 tarihli köşesinde yazdığına göre, Erdoğan için Bülent Eczacıbaşı'nın evinde verilen yemekte bir işadamının, "Buraya gazoz içmeye gelmedik herhalde," demesiyle başlayan sohbette öne çıkan soru hiç kuşkusuz "Siz şeriatçı mısınız Tayyip Bey?" olmuş.
Eczacıbaşı'nın sofrasında "laiklik" sorusu
Berberoğlu şöyle devam ediyor: "Erdoğan'ın nasıl bir laiklik sorusuna, 'Laik düzen inançları koruyan bir düzendir. Böyle bir düzene karşı çıkmam mümkün değildir,'dediği söyleniyor... Erdoğan'ın bir lafı ilgimi çekti. Tam belki bu cümlelerle olmamış olabilir, ama şu mesajı vermiş: 'Turgut Özal'ın bıraktığı yerden gideceğim...' Anlaşılıyor ki Erdoğan, partisi Fazilet'in başına oynamıyor. Başka açılımlar peşinde. 'Radikallikle marjinallikle hiçbir yere varamayız' diyormuş Erdoğan."
Yine Erdoğan, neredeyse yakın ahbap olduğu ABD İstanbul Başkonsolosu Frank Urbancic'in 26 Temmuz 2001'de kendisini ziyaret etmesi üzerine de, merak edilecek bir konu olmadığını belirterek, "Başkonsolos ile Türkiye ile ilgili kanaati gerektiren konuları ve ekonomiyi konuştuk. Ziyaret kişisel değildi," demişti.
Niye değil "Neyi" görüşüyorsunuz?
Türkiyeli gazeteciler de Urbancic gibi Erdoğan'ı, "kişisel" nedenlerle değil de "Türkiye ile ilgili konuları konuşmak" için ziyaret etmek isteyebilir.
Zaten 16 Aralık 1999 tarihli Yeni Şafak'ın yazdığına göre, Körfez ve Derince ilçelerinde depremzedeleri ziyareti sırasında, basın mensupları TÜSİAD üyeleriyle yaptığı görüşmeler nedeniyle eleştirildiğini hatırlatınca Erdoğan, "Bana, 'Niye görüşüyorsun?' sorusu yerine 'Neyi görüşüyorsun?' diye soran insanları alınlarından öpeceğim," dememiş miydi?
Evet Sayın Erdoğan, neyi görüşüyorsunuz?
(NU)