Erdoğan yıllarca Türk solunu "medeniyetten nasibini almamışlar" olarak niteleyip aşağılamaya kalkıştı. Başına gelenler , yıllar sonra onu Mahir Çayan ve THKP-C geleneğinin en temel önermesini savunmak zorunda bıraktı. Tıpkı yine Türk solunu küçümseyen PKK lideri Abdullah Öcalan'ın İmralı'da "oligarşik cumhuriyete karşı demokratik cumhuriyet" demeye başlaması gibi.
Derdi "sistemle kavga" değil ama...
Oligarşi tespitini ilk kez 14 yaşında duymuş ve benimsemiş biri olarak, Erdoğan'ın konuşması açıkçası hoşuma gitti. Hatta bazı AK Partililere "Konuşmayı çok iyi buldum. Bu da sizin için hiç de iyi bir şey değil" dedim. Çünkü, Erdoğan ve arkadaşlarının derdi, egemen sistemle kavga etmek değil, ona eklemlenmek. Dolayısıyla böylesi çıkışlar , bu entegrasyonu engellemese bile zorlaştırıp geciktirecektir.
Ama öncelikle Erdoğan'ın konuşmasında ne denli samimi olduğu sorgulanmalı.
Erdoğan "Oligarşik güç odaklarından neyi kastediyorsunuz?" sorusunu soran gazeteciye, "Bunu bilmiyorsanız niye gazetecilik yapıyorsunuz?" diye aşağılayıcı bir karşılık verirken hiç de samimi değildi .
Egemen güçlere karşı ürkeklik
Bir kere, "oligarşi" lafı öyle herkesin bildiği bir laf değildi -bundan sonra epey popüler olacağı kesin, o ayrı. Kaldı ki Erdoğan'ın da yakın zamana kadar bunun anlamını bildiği şüpheliydi ; en azından hepimiz onun "oligarşi" dediğini ilk kez duyduk.
Erdoğan'ın, yakın zamanda kendisine en açık saldırıları yapan Tuncay Özkan'a gösterdiği nezaketi bu genç bayan meslektaşımıza göstermemesinde, samimiyetsizliğin dışında maçoluğunun da etkisi olduğunu düşünüyorum. Ama daha önemlisi, açık bir cevap vermemekle, oligarşi diye tarif ettiği egemen güçlere karşı ürkekliğini yansıttı.
Oligarşi tespiti hep "Emperyalizme göbeğinden bağımlı yerli tekelci burjuvazi..." diye başlar. Ama Erdoğan'ın konuşmasında emperyalizmin esamisi okunmadı.
Uluslararası sisteme şikayet etti
Türkiye'de birileri kendi başlarına bir şeyler yapıyormuş gibi bir görüntü ortaya çıktı. Böylece, Batı aleyhtarlığı temelinde yükselen İslami hareketin has bir evladı olan Erdoğan, kendisine saldıranları, yalnızca millete değil -üstü kapalı da olsa- uluslararası sisteme de şikayet etmiş oldu.
AK Parti lideri aynı konuşmada "Birileri, adeta siyasi hareketimize 'vize' verme hakkını kendilerinde görerek, bize değişip değişmediğimizi soruyorlar. Açıkça ifade ediyoruz ki; AK Parti mensupları olarak anayasamız ve seçmenlerin teveccühü dışında, hiçbir makamdan 'vize' alınması gerektiğine inanmıyoruz . Partimiz anayasamızın sınırları içinde ürettiği siyasi çözüm önerileriyle milletimizin huzuruna çıkmanın dışında hiçbir akreditasyon ya da icazet arayışında değildir ve olmayacaktır" diyerek, meydan okumasını sürdürdü.
Konsolosluklarla neler konuştu?
Ne var ki, kendisinin, partisini kurmadan önce ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı dünyasında mekik dokuduğu , bir dizi temaslar kurduğu; bununla da yetinmeyip ABD, İngiltere, Almanya Başkonsoloslarıyla neredeyse mutad görüşmeler yaptığı biliniyor . Bilinmeyen buralarda neler konuştuğu.
Erdoğan, siyasi yasağının kalkıp kalkmayacağı tartışmaları sırasında, birçok vesileyle çevresindekilere "Ya Amerika kalkmasını isterse?" diye sordu. O zamanlar kendisinin bu sorusunu yadırgayanlar, Anayasa Mahkemesi'nin yasağın kalkmış olduğunu ilan etmesinden sonra "acaba?" diye kendi kendilerine sormadan edemediler.
Oligarşiyle mücadele "kabadayılık" değil
Erdoğan'ın öncelikle bu temasları hakkında toplumu aydınlatması, hiçbir uluslararası odaktan vize almadığı konusunda kamuoyunu ikna etmesi gerekiyor.
Zira oligarşiyle mücadele , bir salon dolusu taraftarından aldığı gazla, muhabir ve kameramanlara kabadayılık yapmak değildir . Bunun Kasımpaşa raconunda da yeri olamaz.(NU)