2015’in üzerine çarpı atmak üzereyiz. Ziyadesiyle zorlu bir yıl oldu 2015. Gülümseyerek hatırlayacağımız ne az şey var diyerek bitirdiğimiz yeni bir yıl aslında. Gerçekten öyle miydi? İnsan en çok yaşadığı acıları hatırlıyor galiba. Ardımızda bıraktığımız yılı nasıl temize çekeceğiz sorusunun yanıtlarından biri Can Yayınları’ndan geldi: Can Almanak…
Almanak elime geçmeden önce duyarlı ve hızlı bir okurun elinde görmüştüm. Güllerin üzerine atılmış çarpı şeklinde siyah bir bant. Hüzünlü bir kapaktı. Suruç’u, Ankara’yı, 24 Temmuz sınır ötesinde PKK bölgelerine hava bombardımanı ile başlayan ardından Kürt illerine taşınan şiddet sarmalını, 7 Haziran seçimleri sonuçlarının bir kişinin dudakları arasından çıkan birkaç cümle ile kadük bırakılmasını, artan sansürü, ifade özgürlüğünün bir kesime tümüyle yasaklanmasını, yılın son aylarında mahpus gazetecilerin 34’e ulaşmasını, ülkenin bir bölünde yüzlerce gündür insanların sokağa çıkamadığını, ölümleri, yaralanmaları düşününce kapaktaki hüznü anlamak gerekiyor.
Can Yayınları “Sansürsüz Kültür Sanat Yıllığı” notunu düşmüş kapağa. Sadece kültür-sanat alanında yaşananlara yer verilmiş.
Aralık 2014’ten başlıyor yıllık, Kasım 2015’te bitiyor. Proje Yekta Kopan’a ait, almanakın yayına hazırlanmasında ona Zeynep Miraç, Sibel Oral, Emre Taylan yardım etmiş. Katkıda bulananlar ise şöyle: Metin Akpıhar, Cem Erciyes, Haydar Ergülen, Kerem Görsev, Karin Karakaşlı, Arif Keskiner, Pınar Kür, Seçkin Selvi, Ahmet Ümit, Metin Üstündağ. Fotoğraflar ise Muhsin Akgün’e ait.
Can Almanak makaleleri, fotoğrafları, tasarımı ve sunumuyla farklı bir yıllık. Makaleler özgün yani bu almanak için yazılmış. Her ay için bir kapak yapılmış. Mesela Aralık 2014’ün kapağı “İstanbul Modern 10 Yaşında”, Nisan için atılan başlık ise “1915-2015: Yüzyıllık yas”.
“Ne olmuştu”, “ne zaman olmuştu” diyerek şöyle bir bakıp elinizde bırakabileceğiniz bir yıllık değil bu. Yılın olayları güzel özetlenmiş, makaleler okunası.
Fahri Erdinç ve Orhan Veli
Bazı haberlerde uzun durdum, mesela Ocak ayında yani “Nazım 113 Yaşında” bölümünde “Ölümüm Kime Ait” başlığı fazladan okuma yapmama ve bianet’te 28 Ocak 2015 günü yaptığım habere dönüp okumama neden oldu. Haberi atlamış olanlara ya da unutmuş olanlara kısa bir hatırlatma yapayım. Varlık dergisi 2015 Ocak sayısında “Ölümüm” isimli bir şiir yayınladı ve Orhan Veli’nin bilinmeyen bir şiiri olduğunu duyurdu. Efdal Sevinçli, 1958 tarihli Köprü sanat dergisinde Tarık Erman’ın bir yazısını kaynak göstererek yazmıştı yazıyı. Şairin üslubunda Orhan Veli’den esintiler vardı, Varlık böyle yazmıştı, üstelik şiir çok çarpıcıydı.
Kısa sürede onlarca haber yapıldı (ki aralarında bianet de var), şiir Orhan Veli imzasıyla internette yayıldı. Birkaç gün sonra Kemal Anadol, Varlık dergisine itiraz etti. Şiir Fahri Erdinç’e aitti. 1945’te toplu şiirlerinin basıldığı “Şen Olasın Halep Şehri” adlı kitabında yer alıyordu. Anadol kitabın elindeki baskısını da kanıt olarak gösteriyordu. 1958’de yapılan bir hata, 2015 yılında tekrarlanmıştı.
Ama bu hata iki olumlu şeye neden olmuştu: Orhan Veli’yi anmıştık ama daha da önemlisi Fahri Erdinç’i belki de hiç duymayan bir kuşak, Sabahattin Ali’nin öğrencisi olan; edebiyat dünyasına şiirleriyle girip daha sonra öykü ve romanlarıyla devam eden bir edebiyat emekçisiyle tanışmıştı. Fahri Erdinç hocası Sabahattin gibi siyasi nedenlerle Türkiye’de barınamamıştı. Tıpkı Sabahattin Ali gibi Bulgaristan’a kaçmaya teşebbüs etmişti. Ama Ali’nin aksine onun şansı yaver gitmiş ve Bulgaristan’a ulaşabilmişti. 11 Kasım 1986’da Sofya’da 86 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Üzerine bu kadar söz söyleyip bu güzel şiiri bir kez daha paylaşmadan olmaz:
Ölümüm
O sabah alnımda iki ter damlası konuşacak
Yorgun olarak öldüğüme dair
Benim Yeni Sabah’ı bir başkasına verecek gazeteci Yusuf
İskele kahvesinde çayım soğuyacak
İlk vapur yolcuları arasında olmadığımın farkında bile olmıyacaklar
Lâz müezzin hakkımda salâ verecek
İmam bildiğini okuyacak
Bozuk düzen makamından
Hiç Çamlıca kuşbaşı kar yağarken ölünür mü diyen
Yarıdan fazlası abdestsiz cemaatim olacak
Ve hepsi de
İyi biliriz diye yalan söyliyecekler
Ertesi sabah Cumhuriyet’te sülâlem sayılacak
Müessif bir irtihal denmiyecek
Ve nihayet
Başı boş hayatım gibi
Başı boş mezarım da taşsız kalacak.
Yaşar Kemal
Uzun duraklarımdan bir diğeri 28 Şubat’tı. Yaşar Kemal’in aramızdan ayrıldığı gün. Bir Cumartesi’ydi. Önce o günü anımsadım. Gündem çok yoğundu. Dolmabahçe Mutabakatı’nın açıklandığı gün, tabiri caizse haber yağıyordu. Daha sonra bunca acıya neden olacağını düşünemiyorduk; Çözüm Süreci’nde yeni bir dönemeç yorumları yapılıyordu ki acı haber gelmişti. Ahmet Ümit yazmış Yaşar Kemal için. Kısa ama etkili bir yazı olmuş. Yaşar Kemal’in kendisi için ne kadar önemli olduğunu yazdıktan sonra şöyle diyor Ahmet Ümit: “Fakat ne yazık ki onunla yüz yüze görüşmem bundan 10 küsur yıl önce kalabalık bir toplantıda olmuştu. Beni görünce, o gümrah kahkahalarından birini attı. ‘N’aber Antepli?’ diye sordu. ‘İyidir Abi’ dedim terbiyeli bir tavırla. ‘Öyle ezik durma lan’ dedi ‘Sesin gür çıksın, dik dur. Nasılsa ihtiyarladıkça hayat seni eğecek, dik dur.’
“Hayatın gitgide zorlaştığı, özgürlük ışığının sönmeye yüz tuttuğu bu günlerde, ne zaman kendimi zorda hissetsem, Yaşar Ağabey’in o korku bilmeyen sesi çınlar kulaklarımda ‘Öyle ezik durma, sesin gür çıksın’.”
"Yârin yanağından gayrı..."
Ve 8 Mayıs. “Karadut’a Mektuplar’ın ayı. 5 Mayıs günü Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “karadutu, çatalkarası, çingenesi” Mari Gerekmezyan’ın mektupları İş Bank Kibele Galeri’de sergilenmeye başlamıştı. Üç gün sonra Zeki Alasya öldü aniden. Kadim dostu Metin Akpınar yazmış arkadaşlıklarını Can Almanak’a. Okunası bir yazı. “Yârin Yanağından Gayrı Her Şeyimiz Ortaktı” başlığını atmış yazısına. Uzun uzun anlatıyor Zeki Alasya’yı ve yazıyı şöyle bağlıyor: “Zeki Alasya’nın kaybı ne demektir, çok sevdiği dizelerle anlatayım: ‘Gidiyor, rast gelmez bir daha tarih eşine / Gidiyor on yedi milyon kişi takmış peşine’. Zeki Alasya’nın kaybı budur. Böyle bir adam gitti. Böyle bir adam kayboldu. Bir daha eşine rastlanmaz.”
Metin Akpınar'ın ve onu izleyerek büyüyen nesiller için Zeki Alasya'yı unutmak ne mümkün. İşte Can Almanak unutmamak için, hatırlamak birçok vesile yaratıyor. Mesela Temmuz ayını aklımıza bir fotoğraf ve üzerine şu satırlarla kazıyor: “Suruç Katliamı – Oyuncak Götürüyorlardı”. (HK)