Amerika Birleşik Devletleri’nin 39. cumhurbaşkanı olan Jimmy Carter, yer fıstığı yetiştiriciliğinden Georgia eyaleti valiliğine, oradan da devlet başkanlığına yükselmiş, dış politikadaki ciddi tökezlemelerine rağmen hiç olmazsa ülkenin iç işlerinde ahlâklı, dürüst, insan haklarına saygılı bir lider olmuştu.
Ne var ki 1977–1981 yılları arasında süren cumhurbaşkanlığı tam da Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) ham petrol fiyatlarını ikiye katladığı döneme rastgeldi; bir yandan hızla artan enflasyon, diğer yandan İran’da Amerikalı diplomatların rehin alınıp bir yılı aşkın bir süre tutsak edilmesi Carter’ın itibarını yerle bir edince 1980 seçimlerinde “ABC = Anybody but Carter” (Carter’dan Başka Herhangi Biri) sloganı yaygınlık kazandı, neticede Ronald Reagan cumhurbaşkanı seçildi ve Amerika’nın siyasî dengesi kalıcı bir biçimde altüst oldu.
Bir süredir kamuoyunu meşgul eden bazı hadiseler bana bu durumu hatırlattı. CHP’li Tanju Özcan’ın, İYİ Parti’li Müsavat Dervişoğlu’nun tüyler ürpertici fanatizminden söz ediyorum. Açıkcası yakın zamana kadar ben de EBHB (Erdoğan’dan Başka Herhangi Biri) diyordum. Artık o kadar emin değilim. Yani “Erdoğan’dan Başka” kısmında ısrarcıyım elbette, ama “Herhangi Biri” kısmında bazı kuşkularım var.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1970’li yıllardaki kısa sosyal demokrasi tecrübesi dışında İYİ Parti’den, Milliyetçi Hareket Partisi’nden çok farklı olmadığını hepimiz biliyoruz. Ne de olsa CHP Şükrü Saraçoğlu’nun, Recep Peker’in, Kasım Gülek’in partisidir. Bir süreliğine “ortanın solu”na yönelen CHP’nin aslına sadık kaldığını, son 20 yılda verdiği birçok karar belli etti yeterince.
Ne şiş yansın ne kebap!
Yurt dışındaki askerî maceraların, HDP’ye yönelik olduğu su götürmeyen “dokunulmazlığın kaldırılması” kararının desteklenmesi, hattâ Kazakistan’daki özgürlük taleplerine karşı AKP, MHP ve İYİ Parti ile birlikte ortak bildiri yayınlanması, CHP’nin benim gibilerin oyunu hak etmek için gerekeni yapmadığını gösteriyor.
“Ne şiş yansın ne kebap” ahlâk yoksunu bir tavırdır. Kimseyi yabancılaştırmadan, hiç oy kaybetmeden siyaset yapılmaz. Şayet Millet İttifakı Türkiye’deki ilerici kesimin de oylarına talip ise, HDP’yi dışlamamakla işe başlayıp belkemiği sahibi olduğunu, Cumhur İttifakı’ndan farklı, gerçek anlamda alternatif bir seçenek sunduğunu göstermek zorundadır.
Eğer bunun bedeli Suriye’li göçmenlere farklı tarifeler uygulamayı savunanların, “Tek Millet değil Türk Milleti, Tek Vatan değil Türk Vatanı” diyenlerin, ülke nüfusunun yüzde yirmisini oluşturan Kürt kardeşlerimize düşmanlık besleyenlerin oyunu kaybetmekse, varsın kaybedilsin o oylar.
Erdoğan iktidarının şu veya bu şekilde bertaraf edilmesi gerekiyor, evet. Ama onun yerine gelecek olan iktidarın niteliğinin göz önünde bulundurulması şarttır.
Yağmurdan kaçalım derken doluya tutulmayalım bir zahmet. Ne 28 Şubat ruhunu diriltecek, ne de Kürt halkına cephe alacak, gerçek anlamıyla içerici, kuşatıcı, özgürlükçü bir gelecek vaad eden bir alternatife ihtiyacımız var.
Özcan ve Dervişoğlu gibilerine —ve de onları partilerinde barındıranlara— verilecek oyum yok. Ve biliyorum, yalnız değilim böyle düşünmekte. Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin ileri gelenlerinin ırkçılığı ve ırkçıları reddetmesi, partilerinde böyle düşünenlere yer olmadığını açıkca beyan etmesi lâzımdır. Aksi takdirde “al birini vur ötekine” diyenler sandık başına gitmez, iktidar yerinde kalıverir.
(İCS/EMK)