İlk ve orta öğrenimimi yatılı olarak sürdürdüğüm Aydın Ortaklar’daki okulumuz Köy Enstitüsü (1944) olarak açılıp, ardından İlk Öğretmen Okulu’na (1955), 1974’de alınan karar doğrultusunda da Öğretmen Lisesine dönüştürülmüştü.
1976'da Öğretmen Okulları son, Öğretmen Liseleri ilk mezunlarını verdi. Öğretmen olamadığımız gibi; bizden yana ters esen siyasi rüzgarların etkisiyle Eğitim Enstitülerindeki kontenjandan da yararlanamamıştık.
Yaşamımın en güzel yılları saydığım o altı yıl boyunca okul yerleşkesinin her yerinde, bize verilen eğitim-öğretimin her aşamasında Köy Enstitüsü ruhu –soluklaşmış olsa da- kendini hissettirdi.
Enstitülüler bir yılda 18 hizmet binası yapmıştı
Ceyhun Atuf Kansu’nun "Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum / Bütün çiçekleri getirin buraya / Öğrencilerimi getirin, getirin buraya / Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer / Bütün köy çocuklarını getirin buraya / Son bir ders vereceğim onlara / Son şarkımı söyleyeceğim / Getirin, getirin… ve sonra öleceğim" diye başlayan o güzelim şiirindeki ruhtu sanıyorum bize yansıyan.
Bizler; iki bin dönümlük bataklık arazide, Adabelen tepesinin iki yanına ve karşısına bir yılda 18 hizmet binası yapan, süreç içerisinde bitki bile yetişmeyen bataklığı tarım arazisine dönüştürmeyi başaran Köy Enstitülü abi ve ablalarımızın eseri olan dersliklerde ders görüp, etüt yaptığımızdan, resim karalayıp flüt-mandolin çaldığımızdan, diktiği ağaçların meyvelerini yediğimizden, onların inşa ettiği ahırlarda, kümeslerde büyüyen hayvanların etini, yumurtasını yeyip, sütünü içtiğimizden, onların sebze bahçesine dönüştürdüğü yerlerde yetiştirilen marul ve soğanları tüketerek büyüdüğümüz için o ruh bize –soluk da olsa- yansımış olmalı.
11 yaşında, henüz çocukken başladığımız bu okulda enstitü kökenli ya da enstitülerde çalışmış öğretmenlerimizin yeşerttiği dayanışma, birlikte iş yapma, karşılıklı sevgi ve saygı, paylaşma duygusu tohumları bize o ruhu yansıtmış olmalı.
Parasız eğitim görüyorduk
Biz de enstitülü büyüklerimiz gibi yatılı-gündüzlü, kız-oğlan karma ve parasız olarak eğitim görüyorduk ama biz onlar gibi ağaçlandırma yapmadık, bataklık kurutmadık, yol yapmadık.
"Üretim içinde eğitim-öğretim" felsefesine dayanan "Köy Enstitüleri Öğretim Programı" yasal olarak yürürlükte olmasa da; hayatın her alanında tasarruf etmek, sağlığımızı korumak, kendimizden küçükleri ve aciz insanları kollamak, doğayı korumak, kendini ifade etmek, başkalarının haklarına saygı göstermek bilinç ve değerleri bize de aşılandı.
Korkak, mütereddit, iradesiz değil, zorluklarla mücadele edebilecek ve onları yenebilecek kişiler olarak yetiştirilmemiz için harcanan çabalara da o ruh yansımıştı.
Enstitülerdeki gibi öğrenim süremizin yarısı kültür-ziraat derslerine ve çalışmalarına ayrılmasa da, gerektiğinde yaptığımız ekinle, kaldırdığımız hasatla, yemekhanede kestiğimiz ekmekle, dağıttığımız yemeklerle, temizlediğimiz yatakhane ve sınıflarla, yaptığımız müsamerelerle o ruh bize kendini hissettiriyordu.
Okul yönetimine temsilciler aracılığıyla katılmak için yaptığımız okul derneği seçim propogandaları ve son derece demokratik seçimlerin o ruhun bize yansımasına katkısı olmuş olmalı. Ya da nice yargılanmalarla, nice sürgün ve tartlarla sonuçlanan öğretmenlik hakkımızı alabilmek için yaptığımız eylemlerde de o ruhun etkisi olmalı.
Enstitü ruhu
Akşam-sabah etütleri, sabah cimnastiklerinin de yer aldığı günlük çalışma düzeninin enstitü benzeri olması belki o ruhun işini kolaylaştırıyordu.
"Beden Eğitimi" dersinde eğlence, zevk ve heyecan kazandırmayla karışık duygu-hareket-ritim estetiği aşılanırken, tarım dersinde de biz meyve ağaçlarını aşılıyorduk. Bize boş zamanlarımızı müzikle doldurmak amacıyla öğretilen nota okuma-yazma ve saz çalma sayesinde çocukça sevinçlerimiz artıyordu.
Çok sesli müzik korosunda "Zahit" türküsünü söylerken, sınıf orkestrasının çaldığı "Şiribim Şiribom" şarkısına eşlik ederken, Atatürk Oratoryosunu canlandırırken o ruh şaha kalkıyordu sanki.
Türkçe derslerinde doğru okuma-yazma-konuşma öğretmek, anlama-anlatma yeteneğimizi geliştirmek, "asıl edebiyat; insanın yaşadığını anlatması" olduğundan hareketle hayatımızı günlük tutarak ve mektup yazarak anlatma alışkanlığı kazandırmak, topluluğa hitap etme, değişik düzeydeki insanlara bildiklerimizi aktarma alışkanlığı kazandırmak için harcanan yoğun çabaların; enstitü ruhunun bize yansımasında payı büyük olmalı.
Ezbercilikten uzak, düşünmeye, soruşturmaya, doğruları ve gerçekleri akılcı yollardan araştırmaya özendirmek için gözlem, deney, araştırma, inceleme ve tartışma gibi tekniklerle öğrenmemiz sağlanıyordu. Sorumluluk duygusunun pekiştirilmesi, birlikte yaşama-çalışma-öğrenme; başarı/başarısızlıkları birlikte değerlendirme; iş- eğlence sırasında duyulan zevki paylaşma gibi toplumsal tutum-alışkanlıkların kazandırılması ve etkili ders çalışma yollarının öğretilmesi için –belki enstitülerdeki kadar olmasa da- harcanan çabaların anlamını ve yararını o zaman pek anlayamasak da sonra gördük.
"Getirin dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum"
Oysa bizim zamanımızda dersler –neredeyse- normal liselerdeki geleneksel niteliğe dönüşmüştü. "Türkçe" dersi "Türk Dili ve Edebiyatı"na dönüşmüş, Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisi dersleri "Sosyal Bilgiler" başlığı altında toplanmış, haftalık ders yükü azaltılmış, Biyoloji, Sağlık Bilgisi, Din Bilgisi dersleri zorunlu ders olarak eklenmiş, Matematik dersine ağırlık verilmiş, Beden Eğitimi ve Müzik derslerinin saati arttırılmış, tarım ders ve uygulaması azaltılmış, "İş - Resim" dersi "Resim ve Yazı"ya dönüşmüş, sanat dersleri ve atölye çalışmaları kaldırılmış, yabancı dil dersi –yeniden- başlamıştı.
Derslerdeki bu dönüşümün; enstitüden kalma sosyal ve kültürel beceri ve alışkanlıkların kazandırma konusundaki çalışmalara yansımaması sevindiriciydi. Yerel-ulusal oyunları oynama, tiyatro yapma, saz çalma, takım sporları dahil her türlü sporu yapma, inceleme ve kültür amaçlı köy gezilerine katılma, değişik edebi yarışma, eğlenti ve müsamereler düzenleme gibi etkinlikler Köy Enstitülerinde olduğu gibi bizde de hep sürdü.
70'lerde... Her şeye karşın... Köy Enstitülerinden, Öğretmen Okullarındaki eğitim ile öğretime yansıyan "Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya / Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum / Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini / Bacımın suladığı fesleğenleri / Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini / Avluların pembe entarili hatmisini / Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın/ Aman Isparta güllerini de unutmayın / Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum / Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum" diyen ruh bence; o yıllardaki eğitimi bu günlerdeki eğitimden daha ileri kılan. (ŞD/GG)