Dolar hızla artıyor, TL hızla değer kaybediyor. Döviz hareketinde bir tarafın kazancı, diğer tarafın kaybı demektir.
Toplumun çok büyük bir kesiminin ne TL birikimi var ne de dolar birikimi. Elde nakdi değeri olmayınca doların artışından hoşnut olmasa da, bana ne diyebiliyor. Öyle ya! TL birikimi olmadığı için dolara çevirme derdi, dolar birikimi olmadığından şu kadar kazandım deme lüksü, dolar borcu olmadığından da nasıl ödeyeceğim derdine düşmediğinden, bana ne, doları olanlar düşünsün diyebiliyor.
Dövizdeki artışlardan halk ilk elde direkt rahatsız olmaz ve dövizle işi olanlar düşünsün yanılsamasına düşer. Hâlbuki asıl düşünmesi gerekenler, doları/dövizi olmayanlardır!
Neden?
İlkin bir noktaya açıklık getirmeye çalışalım. Dövizdeki hızlı artışın ve TL’nin hızlı değer kaybının nedeni, Türkiye’nin ekonomik durumundan çok, siyasi durumudur. Kaldı ki bu siyasi ortam, ekonomiyi olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Başta ABD olmak üzere uluslararası çevrelerin Türkiye’ye güvenleri azaldı, Erdoğan hakkında kaygı duymaya başladılar. Başta Erdoğan olmak üzere iktidarın diktatörleşmesi, hukukun zemin kaybetmesine yol açıyor. AKP iktidarının dış politikadaki dinci/mezhepçi anlayışının yarattığı çatışmacı yapı ve bunun iç politikadaki izdüşümü, uluslararası sermayeyi ciddi derecede ürküttü. Sermaye, güvensizliğin, korkunun ve keyfiliğin arttığı bir ortamdan kaçar. Son 7 ayda Türkiye’den 36 milyar dolar sermaye çıkış yapmış; buna mukabil 4 milyar dolar sermaye girmiş. Tabi kayıt dışı giriş çıkışlar hariç; adı üstünde kayıt dışı olduğu için bizler bilmiyoruz. Ancak bu giren sermayenin önemli kısmının da inşaat temelli yatırımlara yöneldiği kuvvetle muhtemeldir.
Mevcut kaynakların verimli kullanılmaması; AVM, rezidans gibi üretim kabiliyeti olmayan alanlara yatırılması (Çünkü iktidar çevreleri bu alanlardan çok kolay ve çok yüksek kazançlar elde ettiler), üretmek için verilen domatesi yemeye benziyor! İnşaat esaslı ekonomiyle kentleri, doğayı, tarihi eserleri, su kaynaklarını, ormanları mahvettiler. Kasaları dolarla, klasörleri tapularla, egoları muktedirlikle şişti! Şiştikçe pervasızlaştılar, pervasızlaştıkça şiştiler! Öyle ki, seçim sonuçlarının gereği olarak iktidarı paylaşmaya (koalisyona) bile tahammülleri kalmadı! Hani seçimlere saygılıydılar? Akrep gibiler!
İkincisi, TL’deki kaybın ihracatımızı artıracağı iddiası nedeniyle ithalat/ihracat durumumuza kısaca bir göz atalım. Ve sonrasında, dövizdeki artışın enflasyona yansıması üzerinde duralım.
Bir ülkenin para biriminin yabancı paralar karşısında değer kaybı, o ülkenin ithalatını kısan ama ihracatını artıran bir sonuç doğurur genel doğrusu, bizim gibi ülkeler için tam da geçerli değil. İhracatın ithalatı karşılama gücünün artmasında faizler, rantabl ve üretime dönük yatırımlar, teknolojinin kullanımı gibi faktörler de var.
Her şeyden önce ülkemizde üretilen her malın yüzde 60’lık dilimi, ithal girdilerden (enerji, hammadde, yarı mamul veya mamul madde) oluşmakta. Bir diğer deyişle 100 TL’lik bir malın 60 TL’si ithalata gitmekte. Ya da 100 dolarlık bir mal ihraç ettiğimizde, bu malın 60 dolarını daha baştan ithalat yapılan ülkelere ödemiş bulunmaktayız. Ayrıca üretim girdileri içerisinde bilgi ve teknoloji üretimimizin payı da yok denecek kadar az olduğundan, ihraç ürünlerindeki kar marjları da düşük kalmakta.
Bu nedenle cari açıkta ciddi bir daralma/düşme olmuyor.
İktidarlar her alanda olduğu gibi ekonomik verileri de çarpıtıyor, işlerine geldiği şekilde açıklıyorlar. İstatistik veriler üzerinde her türlü oyunu oynuyorlar. Örneğin ne diyor AKP iktidarı; 2002’de ihracatımız 36 milyar dolarken biz bu rakamı 2014 yılında 158 milyar dolara çıkardık. İyi, güzel! Peki, bunu övünerek söyleyenler, aynı tarihlerdeki ithalat rakamlarını neden vermiyorlar? İşlerine gelmiyor, çünkü 2002’de ithalat 52 milyar dolar iken 2014 yılında 242 milyar dolar olmuş. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2002 yılında yüzde 70 iken, 2014 yılında yüzde 65 olmuş! Bir başka deyişle rakamlar artmış ama ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 5’lik gibi çok küçük bir miktar lehte değişmiş.
Bu kadar rakamı niye yazdım.
Başta Cumhurbaşkanı Danışmanı Cemil Ertem olmak üzere doların 3 TL olmasından korkmaya gerek yok, ihracatımız artacak, TL aşırı değerlenmediği için uluslararası piyasada rekabet imkânı kazanacağız, üretim hacmimiz ve istihdam artacak gibi umut dağıtanlara inanmayalım. Hele koalisyonla değil, erken seçime giderek tek başına AKP iktidarıyla huzur gelecek, refah artacak diyenlere hiç mi hiç inanmayalım!
Dolardaki artışın piyasadaki fiyatları artırması bir süre sonra olur.
Yılbaşında dolar 2.35 TL iken bugün 2.89 TL’ye çıkarak yüzde 23 artmış. Bu bir devalüasyon demektir. Yılsonuna kadar doların ne olacağı meçhul. Üretimin yüzde 60’nın dışa bağımlı olduğu bir ülkede, salt bu dolar artışının enflasyona yansıması ortalama yüzde14 olur. Bir de enflasyonun kendi artış seyri var ki, bunu iktidar Haziran sonu itibariyle yüzde 7,2 olarak açıkladı. Bu verilere dayanarak en iyi ihtimalle 2015 enflasyonu yüzde 22’yi bulur. Tabi bu oranı resmi olarak ilan etmeyecekler!
Enflasyon hesaplama yöntemleri ve hesaba dâhil edilen ürünler konusu da tartışmalıdır. Enflasyonu düşük göstermek için hesap sepetine çok sayıda fiyatı artmayan, az kullanılan pinpon topu, raket, şemsiye, VCD, üzüm yaprağı, soba borusu, soba kovası, ayakkabı tamiri gibi malların dâhil edildiği görülmektedir.
2012 yılında enflasyon sepetine dâhil ürün çeşitleri tekrar düzenlenerek bir kısmı çıkarılmış olsa da, temel tüketim mallarındaki ciddi artışları, fiyatları az artan ve az kullanılan mallarla dengelemeye çalışarak enflasyondaki artış rakamını düşük göstermeye çalışıyorlar. Dolayısıyla geçmişte olsun bugün olsun, açıklanan enflasyon rakamları gerçeği göstermiyor!
Fiyatların ne kadar arttığını halk biliyor. Yılbaşından buyana et, süt, sebze, meyve, yakıt, elektrik gibi temel tüketim mallarındaki artışın yüzde 7 değil, yüzde 15 ila yüzde 25 civarında olduğunu yaşayarak görüyor, biliyor.
Fiyat artışları, elbette salt doların/dövizin artışına bağlı değildir. Böyle olmakla birlikte dolardaki artış mutlaka fiyatlara da yansıyacaktır. Yılbaşından bu yana işçinin, memurun, emeklinin cebine giren para yüzde 25 civarında erimiş bulunmakta. Örneğin yılbaşında 100 lira ile 100 ekmek alınırken, bugün 100 lira ile 75 ekmek alınmakta. Çalışan ve emekli kesimin alım gücü yüzde 25 daha düşmüş durumda.
Dolarım da yok, dolar alacak param da; dolar artmış bana ne diyebilirsiniz! Ancak piyasa bize bunun cevabını pahalılık olarak verecek. Enerji başta olmak üzere birçok mal yavaş yavaş zamlanacak.
Basında Türkiye’nin zenginlerinin İsviçre başta olmak üzere yurtdışındaki bankalarda döviz birikimlerinin 100 milyar doları aştığı haberi daha yeni yer aldı.
100 milyar dolar!
Kaç aile acaba bunlar, kaç kişiler?
Haydi, işadamlarını anlaşılır bulalım, acaba bu bankalarda hesabı olan kaç bürokrat ve siyasetçi var?
Dile kolay, 100 milyar dolar!
Şimdi bu durumda doları olanlar mı düşünsün, olmayanlar mı? (HŞ/HK)
*İstatistiki veriler “Milliyet.com.tr”, “ekonomy.net”, www.yenisafak.com, “tuik.gov.tr” sitelerinden alınmıştır.