Hükümet üniversiteleri kontrol altına almak için yeni bir güvenlik birimi oluşturmaya karar verdiğini açıkladı. On bin koruma memuru üniversiteleri ve stadyumları korumak üzere işe alınacak. Belli ki “üniversite polisi” görünümü vermemek için stadyumları da işe katmışlar.
Oysa bütün üniversitelerde özel güvenlik şirketleriyle sözleşmeler yapılmış, hatta özel güvenlikçiler devletin polisinin işlevlerini üstelenerek öğrencileri dövmeye başlamıştı. Şimdi devlet bu sözleşmelerinden vazgeçiyor, güvenliği kendisi üstleniyor.
Her konuda özelleştirmeyi öne çıkarırken, sıra güvenliğe gelince devletçi bir politika izlemek ilk bakışta çelişkili gibi görünüyor. Fakat bu konuda liberal iktisatçılar arasında da farklı görüşler var. Bazı liberaller her şey piyasanın işleyişine bırakılırken, savunma ve güvenliğin devletin işi olması gerektiğini düşünürler. Onlara göre zaten devletin tek işlevi güvenliği sağlamaktır. Güvenlik olmazsa ne mülkiyet kalır ne de piyasa.
Bazıları da devletin güvenlik amacıyla da olsa ortalıkta bulunmasını istemez. Bunlara göre her mal gibi güvenlik de alınıp satılabilir. Güvenlik hizmetleri tamamen piyasaya bırakılırsa, herkes ihtiyaç duyduğu kadar güvenlik satın alır. Örneğin, çalınacak fazla malı mülkü olmayan mahallelerde yaşayanlar güvenlik şirketlerine daha az ödeme yapar, güvenlik şirketleri de oralarda sokak aydınlatması ile yetinir, devriye araçlarını yüksek prim ödeyen semtlere kaydırır. Bu gibi modellere anarko-kapitalizm diyenler de var.
Hükümetin bu görüşte olmadığı açık. Belli ki güvenliğe çok önem veriyorlar. Mitinglerde polis sayısının gösterici sayısından daha fazla olması, polislerin eline geçirdiği her muhalifi kıyasıya dövmesi, gözaltıların hatta tutuklamaların polis tutanaklarına göre yapılması bunun göstergesi.
Zaten hepimiz de bu duruma alıştık. Telefon dinlemeleri artık gündelik şakalaşmaların konusu olmaktan bile çıktı. Gazetelerin birçok haberinin doğrudan polisin verdiği bilgilerden oluştuğunu herkes biliyor. Polisin de bu konumunu gizleme gayreti yok. Birkaç gün önce bir televizyon kanalında polis temsilcisi “Tabii ki orantısız güç kullanılacak. Bunlar boş tartışmalar” diyordu.
Böyle bir ülkede devletin polis devleti olup olmadığına ilişkin tartışmaların yaygınlaşmaması mümkün değil. Bazıları daha kibarca güvenlik öncelikli devlet gibi adlar vermeyi uygun görse de, Türkiye polis devleti olmaya mı gidiyor, oldu mu, zaten öyle miydi, gibi tartışmalar sürüyor.
Devletlerin toplumları biçimlendirmek için yüzyıllar boyunca geliştirdikleri çeşitli aygıtlar vardır. Toplumlar geliştikçe devletler daha incelikli yöntemlerle egemenliklerini ve varlıklarını sürdürürler. Toplumu kontrol etmek için başvurulan en kaba yöntem polis devletidir. Polis devleti, toplumda devletin dışında kalan tüm odakları gizlice ya da aşikar baskılarla şekillendirir, engeller veya yok eder. Bunu bir yandan teknolojik olanaklarla ama en çok da doğrudan polis gücüyle sağlar.
Bu bakımdan, polis devleti olmanın tek göstergesi polis gücünün büyüklüğü değildir ama güçlü ve büyük bir polis gücü de polis devleti olmanın ön şartıdır. Türkiye’de polis her zaman güçlü oldu fakat asıl büyük atılımı 12 Eylül döneminde yaptı. Her ne kadar bugünlerde birbirlerinden hoşlanmıyor görünseler de, 12 Eylül döneminde askerler polis teşkilatını güçlendirmek için her şeyi yaptılar. O dönemde polis sayısı artırıldı, maaşları yükseltildi, silahları geliştirildi, dağa taşa polis lojmanları, polis evleri yapıldı. Bu politikaları sonraki hükümetler de sürdürdü, devlet her zaman polisini korudu.
Bu süreç bizi polisin olağanüstü güçlü olduğu bir noktaya getirdi. Halen Türkiye’de 340 binden fazla polis var. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde bu kadar polis yok. Avrupa Birliği’ni oluşturan 27 ülkede toplam 1,7 milyon polis olduğunu dikkate alırsak, Türkiye’nin tek başına bunun yüzde 20’si kadar polise sahip olduğunu görürüz. Nitekim Avrupa Birliği’nde yüzbin kişiye 338 polis düşerken, Türkiye’de 485 polis düşüyor.
Avrupa Birliği verilerine göre Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerde polis sayısı 250 binden az. Britanya’da 170 bin kadar. Hepsinde yüzbin kişiye düşen polis sayısı Türkiye’den çok daha düşük. ABD’de 800 bine yakın polis var ama yüzbin kişiye 250 polis düşüyor. Çin’de 1,6 milyon polis olmakla birlikte, yüzbin kişiye düşen polis sayısı 120.
Tabii güvenlik elemanları sadece polislerden oluşmuyor. Silahlı Kuvvetler her ne kadar asıl performansını yurt içinde gösterse de, teorik olarak yurt dışına dönük olduğu varsayıldığından, hesaba katılmayabilir. Fakat jandarma yurt içindeki iki temel güvenlik örgütünden biri. Türkiye’de halen 205 bin jandarma var. Bu sayı da Avrupa’nın en büyük jandarma örgütünü gösteriyor.
Jandarma kavramı Napolyon’un istilaları sonucunda Fransa’dan öteki Avrupa ülkelerine geçmiş. Bir kısmı sonradan bu örgütün varlığına son vermiş, bazıları sembolik düzeyde muhafaza ediyor. Avrupa’daki en ciddi jandarma teşkilatları 105 bin kişilik Fransa jandarması ile 115 bin kişilik İtalya Carabinieri birlikleri. Türkiye jandarmasının yarısını biraz aşıyorlar.
Dünya jandarma kurumunu Fransa’dan aldığı gibi, özel güvenlik şirketlerini de ABD’den öğrendi. ABD’de 19. yüzyıldan itibaren grevci işçilere ateş açmak, sendikaları basmak, mitingleri dağıtmak gibi amaçlarla, en ünlüsü Nat Pinkerton olmak üzere çok sayıda özel güvenlik şirketi çalışıyordu. ABD henüz ordusunu dünya hakimi olacak ölçüde büyütmeden önce, özel güvenlikçilerin sayısı asker sayısından fazlaydı.
Avrupa her konuda olduğu gibi bu konuda da ABD’yi izledi. Halen Avrupa’da 50 bin özel güvenlik şirketinde 1,8 milyon özel güvenlikçi çalışıyor. Bu şirketlerin yıllık cirosu 35 milyar Euro dolaylarında.
Türkiye’de de 1.500 şirkette 240 bin özel güvenlikçi istihdam ediliyor. Bu sayı da tek başına Avrupa’daki toplam özel güvenlikçilerin yüzde 15’ine yaklaşıyor.
Bu durumda Türkiye’de 340 bin polis, 205 bin jandarma ve 240 bin özel güvenlikçi olmak üzere toplam 785 bin güvenlik elemanı görev yapıyor. Şimdi bir de on bin “koruma memuru” alacaklarmış. Kaç MİT’çi olduğunu bilemediğimiz için hesaba dahil edemeyeceğiz. Fakat bu kadarı bile her yüz kişiye bir güvenlikçi düştüğünü gösteriyor. Ya da her 25 aileye bir güvenlikçi diyebiliriz. Bir apartman halkı, veya iki diyelim.
Salt bu sayılar bile insanın içini karartmaya yeterli. Bu devlet güvenliğe doymuyor. Ne kadar güvenliğe ağırlık verse de korkuları geçmiyor. Polis devleti mi, değil mi, bilmem. Ama bunun normal olmadığı çok açık. (BT/HK)