Ülkelerin yönetim biçimlerinin değişimi ve dönüşümü, tebaanın değil de muktedirlerin karar ve tercihleri doğrultusunda şekilleniyor ise süreçler hayli sancılı işliyor bu bilinenlerden tabii.
Cumhuriyetin yüz yılına beş kala hâli pür melale baktığımızda bu durum net olarak görülür. Hoş bu durum öncesinde de böyleydi ya! 1920’li yıllarda Mustafa Kemal’in öncülüğünde kadrolar cumhuriyet ilanı tercihlerini hayli kamuflajla ilan edip sonrasında da uzun bir zaman dilimi içinde çokça zorluklarla ülke sathı mailine yayabilmişlerdi. Üstelik neredeyse 25 yıl süren Tekparti+Devlet gücü ile! İkinci bir partinin sahneye çıkmasına da izin vermeyerek.
Sonrasında adına Çokpartili rejim dense de sol düşünceye mensup olanların örgütlü siyaset yapmaları sürekli tırpanlanarak. İşte 1960-71 ve 80 askeri müdahaleleri ve sonraki yılları yine bilinenlerden.
Başkanlık sistemi meselesi ilk evvel doksanlarda Turgut Özal’lı yıllarda telaffuz edilmişti. Sonra 2010’lu yıllarla birlikte şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile gündeme oturdu. Son beş yıllık zaman dilimi içinde de artık geçmişin “parlamenter demokrasi” dedikleri rejimi yerine “başkanlık sistemi” hayata geçirildi.
Belki geçtiğimiz on yıllık sürede ülke kamuoyunda tartıştırılarak hukuki düzenlemeleri en temel noktalarda yapılarak kamuoyu da bu yeni rejime ikna edilip hazırlansaydı süreç daha yumuşak geçiştirilebilirdi.
Ama bu olmadı. Olamazdı da. Çünkü ülkenin geçmişinde bu türden bir demokratik bilinç altyapısı yok. Yönetenler, muktedir, mutlak idare karar verir, uygular, yapar. Tebaa ise uyar. Çünkü “devlet kerimdir, babadır; tebaası için en doğrusunu yapar”. Beka mantığının da icabı bunu gerekli kılar. Buna sahiden de inanılır.
Ama işin bir diğer tarafı yeni bin yılın yaşam alanında artık her şey açık alanda yürüyor. Önceki binyılın son yüzyılında olduğu gibi lokal alanlara mevzuyu hapsedip kendi içinizde “meseleyi bitirdik” diyerek bitiremiyorsunuz. Çağın teknolojik olanaklarıyla halk anında dünyanın her yerinde olan bitenden haberdar oluyor. Tepkisini de dile getirebiliyor muhalif olan.
Bu noktadan baktığımızda Türkiye bir geçiş dönemi yaşıyor. İktidar partisine mensup olanlar da dahil olmak üzere siyaset yapanların büyük kesimi hâlâ kendilerini geçmişin parlamenter sisteminde sanıyorlar.
Örneğin geçtiğimiz Haziran 2018 genel seçimlerine katılan siyasetçilerin geriye dönüp seçim söylemlerine baktığımızda o kadar çok “değiştirme ve dönüştürme” vaatleri seçim meydanlarında dile geldi ki! Şaşarsınız!
Sonra seçimler oldu ve parlamentonun artık eski parlamento olmadığını kendilerinin de eski vekil olmadığını, en fazla maaşları yüksekçe (y)etkisiz birer parlamento memuru olduklarını, kendileri de fark ettiler.
Şimdi yaklaşık iki aydır yerel yönetimler için siyaset(çiler) sahnede. Bir hafta sonra da (31 Mart 2019) yerel yönetim seçimleri için sandıklara gidilip oy verilecek. Önceki genel seçimler için yapılan tespit, yerel yönetimler için de geçerli. Yeni sistemde yerel yönetimlerin de eskisi gibi “özgür” ve “özerk” olamayacağı, ileri derecede bir denetim mekanizması ile bunun altyapısının da hazırlandığı basına yansıdı.
Ez cümle demokratik siyaset kanallarının hayli tıkalı olduğu bir zaman diliminde siyasetin iktidar ya da muhalefet partilerindeki izdüşümü aktörlerinin sahada etkisizleştiği bir süreçte, sahaların tek aktörü Cumhurun Başkanının tek söz sahibi olarak zuhuru, göstergebilim açısından siyaseten de sanırım anlaşılır oluyor.
E peki o zaman yazının başlığında varlık bulan Newroz nereye oturacak diye bir kelama da verilecek cevap şu olsa gerek: Tebaanın nefes alması için bir açık alana ihtiyaç var. İşte orada imdada kültürel etkinlikler, kitap fuarları, Newroz gibi güçlü arka planı olan geleneksel varoluş halleri kalıyor geriye...
Bu baptan hareketle iki gün gecikmeli de olsa Newroz Bayramınız kutlu olsun... (ŞD/HK)
* Fotoğraflar: Şeyhmus Diken