Amin Maalouf’un 2019 yılında yayınlanmış kitabının adını, aynı kaygıların konu edilmesi nedeniyle yazının başlığı olarak kullandım.
İnsan çoğu defa, içinden geçtiği sürecin nedenleri ve yönelimlerine dair yeterince ve hatta doğru bir görüşe sahip olmayabilir. Elbette mevcut koşulların objektif değerlendirilmeleri de yapılabilir. Ancak her ne halde olursa olsun, bir şeyler olup bittikten sonra, o şeylerin neden sonuç ilişkileri daha bir açıklığa kavuştuğu için, bu olup bitenler hakkında daha derin bilgilere ulaşmak mümkündür.
Artık 20. yy’nin politik ve kültürel normlarının köklü dönüşümlere uğradığını, yerine inşa edilenlerle bunların geçersizleştiğini görüyoruz. Fakat bu yeniden inşa edilenlerin neler olduğu hususu da bir hayli karışık. Bu noktada postmodernizm bahsi uzun ve ayrı konu.
İdeolojiler bir tarafa, belki çok iddialı olacak ama, asıl kopuşu, demokrasi kavramının ve pratiğinin bizatihi doğduğu ülkelerdeki iktidarlar tarafından, kelimenin tam anlamıyla tarihin çöp tenekesine fırlatılması oluşturmakta. Yine iddialı bir cümle olacak ama, Avrupa’daki politik yöneticiler, şirket CEO’ları gibiler.
Konu çok boyutlu ve istatistik de dahil olmak üzere birçok alanda bilimsel çalışma gerektiriyor. Benimkisi daha çok gözleme, sezgilerime dayanarak birkaç temel noktaya değinmeye çalışacağım.
Hani dünya özgürleşecekti?
Batı, dünyadaki çatışmaların kaynağı olarak Sosyalist Bloku gösterdi ve sosyalizm mücadelelerinin önünü kesmek için ülkemizde ve birçok ülkede başta askeri darbeler olmak üzere, her türlü faşist ve diktacı uygulamaları destekledi.
73 yıl sonra Sosyalist Blok ve onun merkez gücü Sovyetler çöktü. Varşova Paktı dağıldı, ama bir savaş örgütü olan NATO duruyor.
Çöküşün simgesi olan Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Batı, dünyada özgürlüğün ve demokrasinin kapılarının açıldığını alayıvalayla ilan etti.
90’lardan sonra küreselleşme ilan edildi. Tabii ki sermaye küreselleşirken emeğin önündeki duvarlar korundu. Özgürlük, sermaye içindi. 20 yıla kalmadı, küreselleşme de bitti.
Dünyada ne özgürlüklerin ne demokrasinin genişlemesi oldu ne de küreselleşmeyle oluşan bir nebze geri ülkelerin kalkınması desteklendi. Aslında küreselleşme de geri ülkelerdeki emek sömürüsüydü.
Sonuçta çatışmaların, yerel savaşların nedeni olarak gösterilen ve kötülükler imparatorluğu denilen Sosyalist Blok ortadan kalktı, ama Batı’nın politik iddiaları doğrulanmadı.
ABD demokrasi getiriyorum söylemleriyle Irak’ı işgal etti. Arap Baharı denilen politikalar, ilgili ülkelere felaketler getirdi.
Bütün bunların üstüne bir de Rusya Ukrayna’yı işgal etti. Tamam, ortada bir işgal var ama, fıkra da denildiği gibi, hırsızın hiç mi suçu yok? Başta ABD olmak üzere Batı ve Rusya arasında bilek güreşine dönüşen, yıpratıcı ve sonuçları çok ağır olan bir savaş. Politik mikserliğine devam eden ABD, Batı Avrupa’yı tekrar teslim aldı.
Uzun yılların mücadele birikimine sahip olan Avrupa demokrasisi, sığınmacı baskısı karşısında güvenlikçi politikalara feda edildi.
Nüfus baskısı
BM verilerine göre, bundan 50 yıl önce dünya nüfusu 3,7 milyar iken, bugün dünya nüfusu 8 milyarı aştı. 50 yılda nüfus yüzde yüz arttı.
Kapitalist sistemin niteliğinden kaynaklanan sorunların üzerine bir de dünyadaki nüfus artışı eklenince, işler çığırından çıktı!
Elbette bir toplumda üretim ilişkilerinin ve gelir dağılımın niteliği, toplumun refahını, hukukunu, sosyal durumunu belirleyen başat roldedir. Ancak nüfusun artış hızı ve baskısı da yeni sorunların doğmasının kaynağıdır. Sular kirlendi, barınma koşulları kötüleşti, sağlıklı yaşama ve gıdaya ulaşım son derece kısıtlandı. İnsan doğayı kirleten bir varlıktır. İnsan, diğer canlılarını aleyhine çoğalan bir varlıktır. Kısacası nüfustaki büyük artış, zaten bozuk olan toplumsal koşulların katlanarak bozulmasını artırdı. (Thomas Malthus’u savunmuyorum ama onun hiç mi haklı yönü yoktu?)
Batıya göçün nedeni de esasta budur. Özellikle son 20 yılda başlı başına bir kitlesel ölçekli göçmenlik, sığınmacılık sorunu oluştu ki, Avrupa bu sorun karşısında kilitlenmiş durumda. Göçmen karşıtlığı üzerinden yaygınlaşan ırkçılık, politik olarak yükselişte.
Kapitalist üretim ilişkileri bu nüfus artışının getirdiği sorunları çözecek kapasiteye sahip değil.
Gelir dağılımındaki eşitsizliğin makası gittikçe açıldı.
Bir nebze de olsa sosyal devlet vasfı olan devletlerin sosyal yapısı budandı.
Uyuşturucu başlı başına bir sektör haline geldi. Çoğu ülkeler için güvenlik ve sağlık sorunu oluştu. Güçlenen uyuşturucu sermayesi, kimi güvenlik bürokrasisini ve politikacılarını satın almakta.
Dün daha iyi değildi, bugün daha kötü
Tarihte hemen her dönem için insanlar genellikle durum iyi değil diye şikâyette bulunmuşlardır.
Fakat şimdiki durumun geçmiş dönemlerden daha kötü kılan esas neden dünyadaki sistemlere, iktidarlara karşı yeni bir toplum sistemi ideolojisinin, siyasetinin ve talebinin olmaması oluşturuyor. Geleceğe dair umutla bir projeksiyon oluşturulamıyor. Egemenlerin sömürülerinin, soygunlarının, şiddetlerinin, hegemonyalarının, doğayı tahriplerinin önünde hemen hemen etkin ve özellikle örgütlü bir muhalefet bırakılmadı. Dünyanın her tarafında toptan bir kokuşmuşluk hâkim.
Tarihte bazı olayların asıl etkileri daha sonradan kendini gösterir. Sosyalist Blok’un çökmesiyle birlikte başta Batı olmak üzere geri kalan diğer ülke iktidarları, sol taleplerden kurtulmalarının rahatlığıyla istedikleri gibi at koşturmaya başladılar.
Bu rahatlık iktisadi hayatta büyük soygunları, hukuki alanda hak ve adalet kavramının baskılanmasını, altta kalanının canı çıksın uygulamalarını hadsiz hudutsuz büyüttü.
Kendi ülkelerinin kamu kaynaklarını soyan politikacı, bürokrat ve iş insanı kesimlerinin vurgunlarına kapitalist dünyanın kara para merkezleri yataklık yapmakta.
Elbette yalnız Sosyalist Blok’un çöküşüyle değil, teknolojideki gelişmelerin üretim ve kültür alanında getirdiği köklü değişiklikleri, iktidarların kimlik sorunlarından çıkar sağlamalarını büyüterek devam ettirmeleri, nüfus artışı gibi diğer birçok koşulun bir araya gelmesiyle dünyada diktacı, faşist, antidemokratik politikaların egemenliği yükseldi.
Zorbalığın ve keyfiliğin at koşturduğu günümüzde, demokrasi kavramı yazılarda ve söylemlerde azaldı ve egemenlerin idare-i maslahatının bir aracı haline getirildi.
Gerçek ve hakikat silikleşti, çarpıldı, yitti. Kirlenme arttı. Entelektüellik biçildi ve ortamı pıtrak gibi üreyen vasatlık kapladı. Umutsuzluk arttı. Estetik öldürüldü. Kültürde, sosyal ilişkilerde, mimaride, neredeyse yaşamın bütün alanlarında nobranlık, keyfilik, hukuksuzluk, zorbalık, seviyesizlik, onursuzluk, cehaletin cesareti toplumu ele geçirdi. Topyekûn bir çöküş yaşanıyor.
Karamsar bir yazı denilebilir. Ancak tarihin de bize gösterdiği gibi, toplumsal süreçler suyun akıp yatağını bulması gibidir. Bir insan ömrü bu süreçte küçük bir kesittir.
Hiçbir şey baki değil. Fakat bu dönemi bir cümleyle ifade edecek olursak; yaşama sevincini paramparça eden bir köpekleşme çağıdır yaşadığımız! (HŞ/AS)