Cinsel suçlara yönelik cezaları artıran ve TBMM Başkanlığı'na sunulan kanun teklifi çok konuşulacağa benziyor. Teklif genel olarak cinsel suçlara yönelik cezaları artırıyor. Ama daha çok gündeme gelen yönü, cinsel suçlulara yönelik tedaviyi içeren düzenleme. Tedaviye ilişkin düzenleme şöyle:
"Teklif ile ilgili kanunlarda değişiklik yapılmak suretiyle, cinsel saldırı ve çocukların cinsel istismarı suçlarının ceza sürelerinde artırıma gidilmesi, bu suçlarla birlikte cinsel taciz suçunun nitelikli unsurlarında bazı değişiklikler yapılması, aralarında evlenme yasağı olan çocukla cinsel ilişki suçunun şikayete bağlı olmayan bir suç olarak düzenlenmesi, zorla evlendirmenin bir suç tipi olarak tanımlanması, cinsel suçlardan şüpheli veya sanık olanlara yönelik yeni adli kontrol yükümlülüklerinin düzenlenmesi ve cinsel saldırı suçundan, çocukların cinsel istismar suçundan ve reşit olmayanla cinsel ilişki suçunun nitelikli halinden hapis cezasına mahkum olanların testosteron etkisini önemli ölçüde azaltıcı tedaviye tabi tutulmaları ve tedavi amaçlı programlara katılmakla yükümlü kılınmaları amaçlanmaktadır."
Cezaların arttırılmasıyla, caydırıcılığın sağlanması arasında çok zaman doğrusal bir ilişki bulunmamaktadır. Dahası, bazı davalarda şiddet faillerine iyi hal indirimi ve haksız tahrik hükmü uygulanarak yasada öngörülen cezalar bile uygulanmamaktadır.
Cinsel suçlulara ilişkin tedaviyi öngören düzenlemenin, hukuken ve tıbben tartışılması gerektiği gibi, insan hakları (ve insan onuru) bağlamında da ele alınması gerekmektedir. Fakat ben burada kadına yönelik şiddetin bir biçiminin ( cinsel saldırı) nasıl kavrandığının üstünde durmak istiyorum. Cinsel saldırı suçunun faillerine tıbbi tedavinin önerilmesi, işin daha çok cinsel dürtüler düzleminde ele alındığını göstermektedir. Meselenin bu şekilde kavranması, pek çok konuyu tartışma dışı bırakarak, görünmez kılmaktadır.
Oysa kadına yönelik şiddet çeşitlerinden biri olan cinsel saldırı, cinsiyet eşitsizliği yani ataerki konuşulmadan ele alınmamalıdır. Çünkü, ataerkillik, kadınların boyunduruk altına alınmasına ve tarih boyunca kadınlara yönelik sistemli şiddet örüntüsüne neden olmaktadır.1
Kadınların boyunduruk altına alınmasının araçlarından biri de şiddet (değişik çeşitleriyle) olmaktadır. Ataerki-şiddet ilişkisi noktasında da kadın-erkek eşitsizliği ve iktidar ilişkileri önemli başlıklardır. Bu başlıkları dikkate alarak yapılan bir tanımda kadına yönelik şiddet şöyle tarif edilmektedir: "Kadına yönelik şiddet, "zoraki kuvvet ve baskıyı içeren ve hiyerarşik toplumsal cinsiyet ilişkilerini sürekli hale getirmeyi, sürdürmeyi amaçlayan her türlü davranıştır2. Bu tür davranışların bir tezahürü olan cinsel saldırı da bundan ayrı düşünülmemelidir.
Diğer taraftan kadına yönelik şiddeti (ve onun değişik biçimlerini) konuşurken, bu şiddetin tarihsel, ekonomik ve kültürel köklerine dikkat etmemiz gerektiğini sürekli olarak hatırlamalıyız. Çünkü ekonomik-toplumsal süreçler/yapılar ve kültür , ataerkil toplumsal düzeni doğrudan ve dolaylı olarak desteklemek üzere işlemektedir. Dolayısıyla, kadına yönelik şiddete bütünsel bakmak gerekmektedir.
Ataerkiyi destekleyen yapılardan biri de hukuktur. Çünkü cinsel saldırı olaylarında çoğunlukla kadının cinsel geçmişi sorgulamakta, kadına saldırgan ve aşağılayıcı tarzda davranılmaktadır. Böylece kadının ikinci kez travma yaşamasına sebep olunmaktadır. Cinsel suçlarda çok zaman saldırıya uğrayan kadınlara öğüt verilmekte ve gece sokağa yalnız başına çıkmamaları öğütlenmektedir. Bu nedenle eril hukukun sorgulanması elzemdir.
Cinsel suç faillerine tedavi önermesi, bu bütünsel bakışı ama en önemlisi de şiddetin arkasında yatan köklü bir sistemi (ataerkiyi) gözden kaçırmaktadır. Tabii ataerkil sistemle birlikte onu besleyen süreçleri de. Kadın-erkek eşitliği düşüncesini içselleştirilmeden yapılan her öneri, yüzeysel kalacak ve meselenin özünü kaçıracaktır. Bugünlerde tartışmaların kilitlendiği nokta, tedavinin kimlere uygulanacağı ve işe yarayıp yaramayacağıdır. Daha önce de belirtildiği gibi, mesele cinsel dürtülerin dizginlenmesi bağlamında ele alınmakta ve tartışmalarda patolojik bir vurgu ön plana çıkmaktadır. Bu vurguyla birlikte ataerkil sistem, onu besleyen süreçler ve onun şiddet üreten yapısı atlanmaktadır. Dolayısıyla "tedavi" önermesi, cinsel suçları yaratan ve besleyen pek çok başlığın/konunun örtülmesine neden olmaktadır. Oysa bu tartışmanın yapılması, neredeyse hergün bir kadının öldürüldüğü bir ülkede aciliyet taşımaktadır. (EB/EK)
________________________________________
1. J.Richard Gelles, "Violence in Family: A Review of Research in the 70s", Journal of Marriage and the Family, 42(4), 1980, s.856
2. Asia Pasific Forum on Women, Law and Development, My Rights, Who Controls?, Kuala Lumpur, Malezya, 1990