Tamam, spor dünyasına bir süredir uzak kaldım ama, en azından bazı dünya meselelerine hâlâ vakıfım.
Üstelik, bianet sayfalarında uzunca bir dönem aslında sporun görünnen yüzüne değil, az görünen bir yanına dair kelamlar ettik, lakırdılar sarf ettik.
Bir ara yine yazılara ara vermiştim ki, boşluktan istifade eski şarkıcı ve “jüri üyesi” Ercan Saatçi spor yazarı oluverdi.
Spor sayfalarında damat kontenjanından (!) kalem oynatan, eğlence dünyasının bu ünlü ismi, bir de baktık ki ciddi ciddi spor yazıları yazıyor.
O ara kimler futbol ile ilgili yazılar yazmadı ki; saymakla bitmez, bazılarını da saymaya değmez.
Ve fakat, bir de ne göreyim… Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt meğer “spor yazarı olmak isterim” buyurmuş.
"Hadi bakalım, daha neler göreceğiz…" Böyle dedim, demesine ama sonra baktım, paşadan olurmuş gibi geldi bana.
Büyükanıt Erman Toroğlu ve Şansal Büyüka'yla maç kritiğinde olsa. Biraz Aragones’ten bahseder yazılarında, Alex’ten ve pek tabii Aziz Yıldırım’dan söz eder.
Basın tribününde maç izlemeye bile yeltenebilir, elinde defteri, dakika ve skor notları alırken tahayyül edebiliyor musunuz kendisini?
Ya da yayıncı kuruluşun locasında, elinde viski kadehi, Erman Hoca ile birbirlerine vücut çalımı atarlarken düşünür müsünüz?
Akşam da ekranda, Şansal Büyüka’nın kendine has üslubu ile sorduğu soruları yanıtlarken, ya da ne bileyim, Erman Toroğlu’nun Antalya’dan İstanbul’a gelirken büyüdüğünü iddia ettiği hıyarlar ile ilgili maç arası kabzımal muhabbetine katılırken.
Olmaz mı, çok eğlenceli değil mi?
Bu sabah aklımda bu eğlenceli mesele olduğu halde köşe yazılarını okurken birden bire bir şimşek çaktı.
Özellikle Radikal gazetesinin iki yazarının kendi gazetelerinin sayfalarında yazabilmesi için 30 Ağustos’ta sabık sıfatını alacak Genel Kurmay Başkanı’na nelere dikkat etmesi gerektiğini anlatmaları neticesinde bitim kanlandı.
Yazarlardan Büyükkanıt'a davet
Birkaç alıntı yapmak istiyorum, diyeceklerim daha iyi anlaşılsın diye.
Mesela Perihan Mağden, gazetesinde ulusalcı kuvvetlerin sayısının giderek azaldığına, Büyükanıt’ın var olanlar ile nasıl anlaşabileceğine ilişkin yorumlar yapmış. Onu istemiş zira, “… benim gönlüm (serhoştur) Yaşar Paşamız’ı hiçbir yere kaptırmaktan yana değil” demiş, kinayeli. Diğer yandan başka hangi gazetelerin paşaya uyabileceğini de anlatmış, Milliyet’inden, Tercüman’ına… "
Erkan Goloğlu da paşanın, acele karar vermemesi hususunda uyardıktan sonra, gazetede kimlere nasıl ayak uyduracağını anlatmış pek eğlenceli bir dille.
Demiş ki misal, “...Radikal’de sizinle buluşmak, çok keyifli olur. Arkadaşları tanımıyorsunuz. Hemen söyleyeyim. Tertipçilik yapmazlar, alt tertip diye sizi ezen olmaz. Hata yaptığınızda ‘Paşa, Paşa! Bu kafayla senin yazarlığın bitmez’ diyebilecek bir tek Kışlalı var, onunla da zaten kanka olursunuz. Fenerbahçeliliğiniz de problem olmaz. Zaten yazmaya karar verirseniz büyük bir ihtimalle sizi Feryal Pere oryantasyona alacaktır. 'Zamanında akredite etmediğim gazeteciler, mesela Nuray Mert bana ambargo koyar mı’ diye bir huzursuzluk yaşayabilirsiniz. Trabzonspor aleyhine yazmazsanız, bu süreci birlikte kolay atlatabiliriz.”
Paşa bianet'te yazsaydı
"Aman" dedim yahu, neden ben düşünemedim ki bunları yazmayı herkesten önce ? Mesela Bener Demirtop’un yanı sıra bianet sayfalarında spor yazılarına başlasa paşa, neler olmazdı ki? Kimler ile uyum sağlayabilir, kimlerden nasıl ayar yer, bütün bunları uzun uzun düşündüm ve çok ama çok eğlendim.
Mesela futbolun matematiği üzerine Mustafa Sönmez ona neler söylerdi, fair play deyince bianet yazarlarının tümü paşaya nasıl ders verirdi, futbolun ekonomi politiğine dair benim yanımda bir diyeceği var mıdır, ne bileyim, Diyarbakırspor’un Türkiye siyasi yaşamına etkisi üzerine Şeyhmus Diken ile neler paylaşır?
Hasılı düşündüm, paşa futbol gerçeğine neresinden bakar, futbolun aslında sadece futbol olmadığını, yaşamın kıyısında oynanırmış gibi görünen bu pahalı oyunun aslında memleketin Kürt siyasetinde bile bir araç olduğunu anlayabilir mi?
Yoksa Cudi dağındaki hiç bitmeyen, çözümsüz top tüfek karmaşasını mı anlatır durup durup? Affedilmeyecek bir hareket sonucu kırmızı kart gören bir futbolcunun arkasından “Ali iyi çocuktur” der mi mesela?
Bab-ı Ali, Selimiye Kışlası’na benzemez
Emeklilik iyidir. Oturup bir köşeye sakin sakin sakin televizyondan maç izlemek varken, öyle kimsenin asabını filan bozmadan, bir köşede…
Aman diyeyim, baştan uyarayım: Bab-ı Ali, Selimiye Kışlası’na benzemez. Kendine has kuralları vardır.
Politika gibi de değildir öyle tak diye emredenin arzusu, şak diye yerine getirilmez, sonra adı tabelalardan silinir maazallah.
Sporda kan yoktur, olmamalıdır. Mesela kaşı açılan bir futbolcu, hemen saha kenarına alınır, tedavisi yapılıp kanı durdurulana kadar da bir daha oyuna girmez. Zira spora kan bulaşmamalıdır. (BD/EZÖ)