Beklenen oldu, Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi CAS, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın daha önce aldığı cezaları onadı. Anlamı şu, Beşiktaş bir yıl, Fenerbahçe ise iki yıl Avrupa sahnesinden uzakta kalacak.
Futbolun endüstriyel kimliği, kendi hukukunu yaratıyor. Bu hukuk, aslında sanayileşmenin getirdiği futbol ekonomisinde kısmi bir adaleti sağlamaya yönelik bir işlev görüyor.
Futbol piyasası bir nevi emek pazarı, bu emeğin seyyaliyeti yüksek ve belli kurallara bağlı. Spor medyasının bize açtığı pencereden gördüğümüz milyon Avro’luk futbolcuların, koskocaman çok uluslu sponsorların fink attığı bir hazine dairesi. Bu piyasada büyük oyuncu olabilmek, yıllar içerisinde taşları yerine iyice oturan sisteme uyum sağlamaktan, gelirlerini artırmaktan geçiyor.
Futbol kapitalizmi
Bu gelir kalemlerini hızlıca sayalım: TV’de maç yayın gelirleri, sponsorlarla yapılan anlaşmalardan elde edilen gelirler, statta maç izlemeye gelen seyirciden alınan bilet – kombine bilet parası, lisanslı ürün satışları. Bu matematiği daha iyi anlatabilmek için şunu da ekleyiverelim: Futbol takımları gelirler arttıkça, bonservis bedelleri ve bireysel yıllık ücretleri yüksek kaliteli oyuncuları kadroya katıp sportif başarıyı elde edebiliyor. Bu şemayı tersten okuyun bir sefer: Önce başarı, sonra mütevazı gelir tablolarına ulaşırsınız, 1960’lı yılların futbol mantığı bu amatör şemaya oturuyordu. Fakat sonradan futbol endüstrisi de diğer tüm yatırımlar gibi sermayeyi önceler oldu. Dolayısıyla bu çark bir kere dönmeye başladı mı, buradan milyonlarca insanın ekmek yiyeceğini söylememe gerek yok. Sadece futbolcu değil; sisteme entegre menajerlik yani futbolcu ajanlığı müessesesinden dünya üzerinde futbol kulüplerinin sayılarını yüz binlerle ifade edebileceğimiz maaşlı memurlarına, borsadaki küçüklü büyüklü yatırımcılara varıncaya kadar nasıl bir resmin içine düştüğünüzü göreceksiniz. Hal buyken, sistemin düzenleyicilere ihtiyacı var.
Futbolun adaleti
Yerelden evrensele doğru gidelim: Her ülkenin kendi federasyonlarına, FİFA – UEFA gibi uluslararası futbol birliklerine bağlı epeyce yetkili disiplin kurulları mevcut. CAS ise Yargıtay gibi bir nevi üst mahkeme. Oradan çıkan karar nihai ve bağlayıcı. Gerçi bir takım futbol hukuku dışında kalan normal mahkemelere itiraz hakları falan var ama bunlar bence nafile çaba. İşte tüm bu düzenek spor içi suçların engellenebilmesi için birer yaptırım aracı. Nedir bu suçlar? Doping gibi pek çok ihlal sayılabilir ama okuyucunun hemen mırıl mırıl “şike” dediğini görür gibiyim. Zira bu düzen içerisinde, emek hırsızlığından, organize dolandırıcılığa, mafyatik yapılara değin aklınıza ne geliyorsa şike mekanizmasına dahildir. Yani şike, futbol piyasasının en büyük günahıdır.
Sorumlu kim peki?
Daha önce başta İtalya ve diğer Avrupa ülkelerindeki örneklerde iç hukukun ve ilgili yerel federasyonların disiplin kurullarının verdiği cezalara aşinayız. Bir alt lige düşürmeden, puan silmeye kadar pek çok ceza uygulanarak bu suçun karşılığını verip işi uluslararası kurumlara bırakmadan çözmenin yollarını aramak mümkünken, Türkiye bu işi siyasi ve ticari çekinceler ile erteleyip durunca iş UEFA ve CAS’a kaldı. Zira hem Fenerbahçe hem de Beşiktaş’ın yerel kurullarca cezalandırılması öncelikle yayıncı kuruluş tarafından istenmezdi: Şifreli maç yayınlarını izlemeye yarayan yüz binlerce dekoderin iadesi anlamına gelebilirdi zira. Dahası Türkiye’de siyaseten etkin bir dini cemaat ile ikitidar arasındaki kavganın aracı haline geldi, siyasi hesaplaşma şikenin önüne geçti.
Hatta, şikenin yapıldığı dönemde Beşiktaş’ın başındaki isim, Yıldırım Demirören Türkiye Futbol Federasyonu’nun başına getirildi, şaşılası ama hala bu görevi sürdürüyor. İş onun değil, kulüpteki başka yöneticilerin ve teknik heyetten bir ismin üzerine yığıldı.
Beşiktaş Jimnastik Kulübü de bu nedenle Avrupa nezdinde “şikeci” yaftasını yedi.
Fenerbahçe şikenin yapıldığı yıl şampiyon oldu, Trabzonspor kıl payı rekabet ile şampiyonluğu kaybetti. Asıl olarak 2020 Olimpiyatlarını buraya getirme niyetindeki hükümet, yuvarlanan kayaların altında kaldı. Ama spor bakanı en normal şeyden bahseder gibi konuştu, hatırlayın: "Bu sürecin kaynağında olan, meseleleri oluşturan siyaset değil, siyasetçilerin burada bir kusuru yok, bir dahli yok, günahı yok” sözleriyle şike sürecinin içinde siyaset olmadığını söyledi.
Federasyon başkanı koltuğunda rahat rahat oturur, bakan siyasi sorumluluğu sonsuz bir boşluğa fırlatırken nasıl hallolacak bu işler? İki takıma verilen toplam üç yıllık men bu utancı siler mi? (BD/HK)