Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir.
Üstü kalsın.(*)
Sanat gibi sanatçının da ölümsüz olduğuna inanırız çoğu zaman. Oysa sinemayla, edebiyatla, sanatla öğrenmişizdir ölümün o zamansız gelişini.
Öğrenmişizdir de, onu bize öğretenlerin gün gelip yitip gideceğini katmamışızdır hesaba. Metin Erksan, ardından da Müşfik Kenter...
Sevmek Zamanı'nın yönetmeni, ardından da Boyacı Halil'i.
Vedalar zor, çok zor. Sevmek zamanı, veda zamanı olmuşken üstelik.
Güzel bakan mavi gözleri, insanın içine işleyen sesi, duruşundaki o naiflik, centilmenlik... İstanbul'u, Orhan Veli'yi, Orhan Veli'nin İstanbul'unu dinledik sesinden. Pek çoğumuzun çocukluğunun kahramanı Alf'e, Bıcır ile Gıcır'da Kedi Tırmık'a ses vermesiyle zihinlerimizde yer edinen o oldu. Piano Piano Bacaksız'da filmin küçük kahramanı, yine onunla ses ve can buldu. Sevmek Zamanı'nın Boyacı Halil'iydi o. "Sana değil resmine aşığım" diyen, bir fotoğrafın, suretin peşinde gezen...
9 Eylül 1932'de İstanbul'da doğar Müşfik Kenter. Diplomat bir babanın oğludur ve çocukluğu Ankara'da geçer. Oyuncu olmayı hiç düşünmez. Öyle ki konservatuar sınavlarına dahi abisinin önerisiyle girer. Girdiği Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nden mezun olmak kolay değildir o yıllarda. Kenter, "Sabah üçte kütüphane önünde sıraya girerdik. Kapı açılınca hurra koşar, yer kapardık" diyerek anlatır o günleri. Oyunculuğa başladığı Devlet Tiyatrosu'nda, dört sezonda, on iki oyunda sahne alır.
Muhsin Ertuğrul, Devlet Tiyatrosu'ndaki görevinden uzaklaştırıldığı yıllar, Müşfik Kenter'in de yönetimle arasının kötü olduğu yıllara denk gelir. 1959'da Devlet Tiyatrosu'ndan ayrılıp hiç bilmediği bir şehre, İstanbul'a doğru yola çıkar yanında kardeşi Yıldız Kenter'le.
Salıncak'ta İki Kişi isimli oyunla başlar İstanbul macerasına Yıldız ve Müşfik Kenter. Sonrasında Muhsin Ertuğrul'un ekibine katılıp oda tiyatrosunda sahneye çıkmaya başlarlar.
Burada aynı sahneyi paylaşırlar Şükran Güngör, Kamuran Yüce gibi sanatçılarla. 1961 yılları kurdukları Site Tiyatrosu'nun adını, 1962'de Kent Oyuncuları olarak değiştirirler.
Kenter Kardeşler ve Şükran Güngör'ün aklında birlikte Kenter Tiyatrosu'nu açmak vardır. Bu yüzden 1968 yılında Anadolu yollarına düşerler, tek tek satarlar biletlerini. Ve kurarlar tiyatrolarını.
Ancak bundan uzun yıllar sonra " Nefesimizle bir tiyatro binası yaptık, ama sanıyorum hiçbir işe yaramadı. Tiyatrocu arkadaşlarımız bile 'Onların tiyatrosu var, devlet desteği vermeyin' dediler" diye sitem eder Kenter. Yıllarca Kenter Tiyatrosu'ndan maaş almadıklarını, hocalık ve seslendirme yaparak geçindiklerini ifade eder.
Tiyatro için de endişelenir Kenter. İnsanların her şeyi çabucak tüketmesinden, tiyatroya olan ilginin azalmasından canı sıkılır. Zaman çabuk değişmiş, insanlar da zamana ayak uydurmuştur ona göre. "Oyunculardan çok, insanlarımız için hoş değil, nereye gidiyorlar, bilmiyorum ki?" diyerek kaygısını ve sitemini getirir dile.
Yuttuğu sahne tozuyla sınırlı kalmaz Kenter'in tiyatroya olan tutkusu. Mimar Sinan Üniversitesi ve Haliç Üniversitesi'nde sayısız öğrenci yetiştirir. Bunun yanı sıra Bakırköy Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve Kenter Tiyatrosu'nda da tiyatro derslerinin yanı sıra hayat dersleri verir.
Tiyatroya, sahneye olan tutkusu ayakta tutmuş, hayata karşı güçlendirmiş esasında Müşfik Kenter'i. Yaşadığı tüm olumsuzlukların karşısına tiyatroyu koymuş. Tiyatroyla güçlenirken, tiyatroyu da güçlendirmiş. " Kimi zaman çok mutlu oluyorsun, kimi zaman çok mutsuz. İnsanın başından bir sürü şey geçiyor, aileden insanlar göçüp gidiyorlar. Babamız, annemiz, ağabeyimiz öldü, yine de sahneye çıktık" demesi de bundan olsa gerek.
Tiyatronun yanı sıra bir de eşi Kadriye Kenter vardır onu güçlü kılan. Tanık olanların imrendiklerini söylediği, ilk gününden son günüde dek aynı tutkuyla, bağlılıkla, aşkla devam eden evliliğine ilişkin şunları söyler Kenter: "Yaptığım bazı şeylerden hoşlanmadım, ama pişman da olmadım. Hayatıma Kadriye girince, daha iyi oldu, hem hayatı, hem aynı sahneyi paylaştık, benim için en büyük hediye, o."
Bazı yazarların yazacakları cümleler, yönetmenlerin çekeceği filmler, oyuncuların oynayacağı roller bitmez hiç. Yıllardaki rakamlar değişir, pencerenin dışında mevsim değişir de onların masalarının üstü hep yapılacak şeylerle dolu olur.
Müşfik Kenter de o dolu masada oturanlardan birisiydi benim gözümde. Sahneleyeceği oyunlar, seslendireceği şiirler hep masasında, eğiteceği öğrenciler hep aklında olan, tiyatro sevdalısı, "Biz kendimize ev almadık, bu binayı yaptık. Birçok insan bize 'Deli misiniz?' diye sordu. Bu sahne bizim evimiz" diyecek kadar naif bir adam.
Zordur vedalar. Bazen daha da zor. Sanat birisini tanımadan da sevmeyi, sahiplenmeyi öğretiyor bize. Bir de hayatla başa çıkmayı. Hayatın bittiği yerde yine sanat yetişiyor imdada.
"Evim" dediği Kenter Tiyatrosu'nun sahnesinden uğurlanıyor Müşfik Kenter, ardında hoş bir seda bırakarak: " Bütün dünya bir sahnedir. Ve kadın-erkek herkes ancak birer oyuncu. Sıraları geldikçe ya girer ya çıkarlar. "
(*) Cemal Süreya