Ortalık toz duman. Biber gazları, plastik mermiler, TOMA’dan sıkılan zehirli sular, çıkan gözler, yitirilen uzuvlar, uğurlamalar, cenazelere polis engelleri, polis otobüsünde tacizler, “Arkadaşları yapmıştır” diyen valiler, gözaltında çıplak aramalar…
Televizyon kanalları belgesel yayınlamaya ara vermiş. Mevsimin yaz olması sebebiyle siyah değil de gri ağırlıklı takım elbise giymiş politikacıların açıklamalarını haber yapmakla meşgul. Görüntü kusursuz, medya dışındaki ilişkilerden elde edilerek kazanılmış paralarla “ultra kaliteli” yayında izliyoruz gri takım elbiselileri.
Haberlerde bir bakan. Hani insanların isimleri, soy isimleri kendilerini düşününce ironi sebebi olur ya, bakanın soyadı da “Güler”. Direnişte çocuğu olan ailelere sesleniyor: Aileler çocuklarına sahip çıksın!
Para sayma makinesi nedir, ne işe yarar
17 Aralık’tan beri bir şeyler oluyor ülkede. Yolsuzluk iddiaları, kutu kutu banknotlar, yatak odalarında para sayma makineleri, paraların yanında vitamin hapları, kürklü montlarıyla sorguya gidenler, ateşli beddualar, yarışma programında alkışlar eşliğinde ağlayan eşler, cezaevine valizle pasta börek taşıyan anneler, kendisinden habersiz oğullarının gözaltına alınmasına içerleyen babalar…
Şaşkınlıkla, eh hadi itiraf edelim, biraz da “keyifle” izledik olan biteni. Öyle ya sabaha karşı yapılan operasyonlarda bizim içimizi titreten pek de bir şey yoktu. Düşünce değildi alınma sebepleri, evlerden çıkan suç delili de deniz gözlüğü değildi. Ayakkabı kutularımızda eski aşklardan kalanları, faturaları, çorapları saklayan insanlardık biz. Öte yandan herkesin sahip olduğu (“kazandığı” yazmaya içim elvermedi) para da sahip olduğu ayakkabı sayısıyla doğru orantılıydı. Dolayısıyla bize de çay demleyip, mısır patlatıp televizyonların, sosyal medyanın başına oturmak düştü.
Babası bakan olmayan çocuklar
Sonradan dirlikleri mi bozuldu birlikleri mi bilemeyiz ama istifalar öncesi nasıl da ağız birliği etmişlerdi. Neymiş, bir baba için çocuğunun gözaltına alındığını televizyondan öğrenmek büyük acıymış, bundan daha kötü ne olabilirmiş.
Sahi daha kötü ne olabilirdi? Ülkenin geçmişini, o takvime iliklenmiş, bir parça olsun utanması olan herkesin yüzünü yere eğdirecek günleri düşündüm. Öldüren babaları, öldürülen babaları, öldüren çocukları, öldürülen çocukları… Ve bir de eril dilin direttiği o en büyük katil ve azmettiriciyi, “devlet baba”yı.
Cumartesi günleri Galatasaray Meydanı’na gitmemiş, Utanç Müzesi’nde sekiz yerinde kurşun deliği olan çocuk yeleğini görmemiş, Roboski’de çocuklarına ağıt yakan anneleri duymamış birisi söyleyebilirdi bunu.
Ya da Ethem’i güpegündüz çekip öldüreni, cenazesinde de duruşmasında da Ethem’in annesine gaz sıkanı peruklara sarıp sarmalayan birileri söyleyebilirdi. Mehmet Ayvalıtaş’ı öldüren sürücüye 12 saat sonra alkol muayenesi yapan, Abdullah Cömert’in dosyasını erteleyip durmaktan hiç utanç duymayan, kalekolları reddeden bir topluluğa pervasızca ateş açabilen ortak akla iştirak eden birisi söyleyebilirdi bunu.
Bunu söyleyebilen bir kişi bunları da gönül rahatlığıyla söyleyebilirdi, en azından söylenmesinin karşısında durmazdı:
“Arkadaşları yapıp sonra polis yaptı diyorlar.”
“Arkadaşları atmıştır.”
“Cebinde molotof vardı.”
“Polis durduk yere kimseyi gözaltına almaz, bak beni niye almıyorlar?”
Neden sayın -eski- bakanım?
Gezi’de anne babalarımızı bizlere sahip çıkmamakla suçlayan, anne babalığı öğretmeye çalışan, örnek baba rolüne soyunan Sayın Güler,
Neden Ali İsmail’in annesi Emel Anne, bayramlarda Eskişehir’den gelecek oğluna sarma sarıp börek açmak yerine bir mezarın başında ağlıyor?
Neden Ali İsmail’in babası birkaç ay içinde onlarca yıl kadar yaşlandı? Sahi siz gördünüz mü Şahap Baba’nın oğlunun cenazesindeki fotoğraflarını? Ben o gün orada, o cenazedeydim, haber yapmaya gitmiştim de ağlamaktan fotoğraf çekememiştim.
Neden bakmadınız Ali İsmail’in fotoğraflarına hiç? Biz o çocuğun adını her duyduğumuzda içimiz titrerken neden görmezden geldiniz?
Neden döverek öldürülmesine göz yumdunuz Ali İsmail’in, polisiniz neden o son tekmeyi attı o çocuğun başına, doktorunuz neden muayene etmedi?
Terörist ilan ediyorsunuz ya hani bizleri, bu çocukları pervasızca. Ali İsmail o kuytuda dövülmeden saatler önce üç arkadaşıyla yeni bir ev bulup kira sözleşmesi imzalamıştı. Bakın “imza” diyorum, kira için diyorum, sözleşme imzalamış diyorum. Ayakkabı kutusunu doldurmayacak bir meblağ için sözleşme imzalamış Ali İsmail diyorum. Ali İsmail diyorum yahu!
Peki, neden Fadime Anne’nin kalbi iflas etti daha 47 yaşındayken?
Neden Mehmet Ayvalıtaş’ın eşi ve oğlunu yan yana defnetmeye yetecek kadar gücü yok?
Neden 13 yaşındaki çocuğu slogan yazdı duvarlara diye ailesinden almakla tehdit etti bu devlet?
Neden Berkin okulda değil? Hani o kocaman kara gözlü, muzip bakışlı, güzel çocuk.
Neden Berkin “tam üç mevsimdir komada, üç mevsimdir gözlerini açmadı ve annesinin elini tutmadı”?
Neden öldürülüyor bu ülkede çocuklar kolayca?
Bir tek sizler mi sahip çıkabiliyorsunuz çocuklarınıza?
Ve sizin oğullarınız neden gözaltına alındı çok saygıdeğer eski bakanlarım?
Neden?
Bir kitap adı: Oğullar ve Rencide Ruhlar
Eski ya da yeni, çocukları hakkında yolsuzluk iddiaları olan bakanlara: “Aileler çocuklarına sahip çıksın!” diyemeyecek kadar vicdan sahibiyim.
Ama belki de “Ne olursa olsun bir oğul babasını yargılamaz” diyen Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar”ından, Alper Canıgüz’ün “Oğullar ve Rencide Ruhlar”ına geçme zamanıdır. Zira ne diyordu kitapta:
“Bazen de saygıdeğer abilerim ablalarım, dünyası yerle bir olur insanın. Hayat, fazla kafa yormadan idare etmeyi sağlayan bütün anlamlarını yitiriverir. En akıllıca saydığınız fikirlerinizin saçmalığını, en içten duygularınızın yapmacıklığını kavrarsınız. Aslında hiçbir konuda fikriniz bulunmadığını, aslında hiç kimseye karşı bir şey hissetmediğinizi ve tüm evrenin de size karşı aynı gaddarca kayıtsızlık içinde olduğunu. Hep gözünüzün önünde durduğu halde o güne dek her nasılsa yok saymayı başardığınız bu gerçeği fark ettiğiniz anda ilahi işleyişi de çözmek üzeresiniz demektir.” (İD/EKN)