Mart ayında yapılan seçim yazısına başlıktaki atasözüyle başlamanın, önümüzdeki günlerde demokrasinin gidişatını ima etmesi açısından epeyi bir uygunluk gösterdiği kanısındayım.
30 Mart yerel seçimleri üzerine çok sayıda yazı yazıldı, yazılacak da. Bir kısmını okuyabildiğim bu yazıların, yazı sahipleri farklı görüşlerde olsalar da, her birinde ‘doğru’ tespitler vardı. Böylesi de doğal. Çünkü sosyolojiden siyasete, ekonomiden kültüre, kimlikten çıkarlara dek toplumsal hayatın çeşitliliğinin bireyin dünyasındaki yer alış şeklinin sandığa oy olarak yansımasının incelenmesinde, ister istemez birkaç parça “doğru’” tespit de yer alabilir. Yani çokluk söylenenlerin içerisindeki bir parça “doğru”, yerel veya genel ölçekte bulunabilir.
Parça düzeyindeki “doğruların” bir araya getirilmesi eklektizmine düşmeden, bunlardan da yararlanarak seçimler hakkında objektif bir değerlendirmede bulunulabilir. Seçim değerlendirmemin objektif olduğunu söylüyorum ama bu söylemim, değerlendirmemin objektif olmasının da kanıtı değildir. Sonuçta bir görüştür ve her görüş gibi içerisinde eksiklikler, yanlışlıklar taşıyabilir. (Pozitivizmin ‘mutlak doğru’sundan da, postmodernizmin izafiyet adına düştüğü ölçüsüzlüğünden de kaçınmak gerekir diye düşünüyorum.)
Bir seçim değerlendirmesi, seçimden ne beklendiği sorusuna doğrudan bağlıdır. Kişinin seçimden ne beklediği ise, siyasi sürecin kişideki algı ve bilgisine göre şekillenir. Seçimde beklenen ile gerçekleşen arasındaki makas açıklığı, kişinin siyasal analizlerinin isabetiyle paraleldir.
Gezi ve özellikle 17 Aralık yolsuzluk soruşturması süreci, 30 Mart yerel seçimini bir genel seçim ve hatta referandum ortamına soktu. Seçimlerdeki bu yön tayini, önlenemez bir siyasal gelişmeydi. Taraflar pozisyonunu buna göre belirlediler.
Dolayısıyla 30 Mart yerel seçiminin sonucu, hükümetin “kaderini” doğrudan etkileyen temel bir belirleyiciydi. Muhalefetiyle iktidarıyla seçmenler bu ölçüye göre oy kullandılar.
Seçim sonuçları ortaya çıktıktan sonra “ben böyle olacağını kestirmiştim” demenin, o kestirilen şeyin seçim öncesinden kalan kanıtlı bir tespiti yoksa boşuna söylenmiş ve övünmeyle malul bir laftan öte anlamı yoktur.
Seçim sonuçlarına dair, ben böyle olacağını kestiremedim ama buna yakın sonuçların çıkacağını düşünmüştüm. CHP ve MHP için yaklaşık tahminde bulunmuştum. Özellikle AKP ile HDP’de yanıldım. Daha doğrusu biraz da istediğim şuydu: AKP, yüzde 38-40’larda, HDP yüzde 4’lerde ve BDP de yüzde 6’lar civarında olabilir/olsun.
AKP’nin hegomonik gücünün bu oy oranıyla sarsılmasını, bu oranın bir fren görevi yapmasını ve kendi içerisinde “ne oluyoruz” sorusuna yol açmasını isterdim.
HDP’nin ise, en az bu oranla birlikte bir üçüncü yol olma ihtimali yaratmasını ve gittikçe demokratik muhalefetin etkin bir seçeneği haline gelmesini ummuştum.
Seçim sonuçlarının böyle olabileceği ile temennimi bir ölçüde örtüştürdüm.
Yanıldım!
Çıkan sonuçlardan çıkaracaklarımız
Hükümetin bütün hoyratlığına, anti demokratikliğine ve gittikçe otoriterleşen yapısına rağmen, karşısındaki muhalefete baktığımızda, ülkenin temel sorunlarına dair ileri hiçbir adımının, çözüm üretici programının olmadığını görüyoruz. Ülkenin Kürt sorunu hakkında bir ilerlemeye sahip olmayan iki muhalefet partisinin, doğal olarak demokratikleşme konusunda da bir açılımının olmadığını, yeterince olamayacağını da görüyoruz. Bu partilerin dünü de biliniyor.
AKP’nin alternatifsizliğine bir ölçüde tekabül eden bu gerçeklik, seçmenin oy tercihini etkileyen temel bir unsur oldu.
BDP’de ve HDP’de yer bulan demokratik muhalefet, Kürt kimliği sorunu nedeniyle, bu sorunun doğrudan mağdurları dışında yeterince bir yaygınlığa ve etkinliğe sahip değil. HDP ile aşılmaya çalışılan bu sorunun, mevcut haliyle aşılamayacağı da görüldü. Bir diğer deyişle HDP’nin, bir üçüncü yol ihtimali çok zayıf.
Burada bir parantez açacak olursak; devrim ve sosyalizm esaslı bir söylemle çıkışın partiyi dar ve sol gelenekçi bir alana sıkıştırdığı, seçimler yoluyla da tescil edildi. (Örneğin İstanbul’da 2011 genel seçiminde bağımsız olarak alınan oy oranına ulaşılamadı). Demokratik değerler ve talepler esaslı bir çıkış, olumlu anlamda bir farklılık oluşturabilir(miy)di. Başlı başına bir değerlendirme gerektiren bir konu deyip parantezi kapatalım.
Ekonomik istikrar, seçmenin tercihini etkileyen bir diğer temel faktördür ki; seçmenin çoğunluğu, mevcut ekonomik durumdan muzdarip değil.
Siyasetteki iktidar muhalefet ilişkisinde yaşanan derin yarılma, seçmene de yansıdı ve taraflar konsolide bir halde davrandılar. Özellikle AKP 2 milyon oy kaybetse de, seçmeni, Başbakan Erdoğan’a sahip çıktı. Tarafların bu şekillenmesi önümüzdeki günlerde yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimde de artarak devam edecek. Bir diğer deyişle taraflar arsında ciddi seçmen kayışları olmayacak.
Yolsuzluk dosyaları, tapeleri, haberleri iktidarda beklenen oy kaybına yol açmadı. Bunun bir nedeni, Osmanlı’dan beri devam eden bürokrat ve siyaset erbabının devlet soygunculuğu anlayışının halkta da bir karşılığının olması iken, bir diğer nedeni de, seçmenin kendi soyguncusunu tercih etmesidir. Bununla birlikte küçük de olsa bir iş bulma, aş bulma umudunun tabandaki nicel yaygınlığı (ki bu doğaldır) ve daha üst iktisadi seviyelerde ise beklenen/sağlanan ekonomik faydacılık, geniş bir seçmen kitlesini angaje etmekte.
Türkiye’nin sorunlarının demokratik bir yapıya kavuşarak çözülebileceği gerçeği, toplumun çoğunluğu nezdinde tepe üstü durmakta ve siyasetin kimlikçilik bataklığında debelenmesi, bizatihi devlet/iktidar tarafından zorlanmaktadır. Öznel ya da nesnel kimlik çeşitleri, iktidarın nevine göre öne çıkarılmakta ve kimliklerin kendilerini ifadeden öte, hegomonik bir yapıya dönüştürülerek, yaratılmış kimlikçilik bataklığında kulaç atmaya devam edilmektedir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu kimlikçilik bataklığı, iktidarın özgürlüklere saldırması ve tivitır’ı, youtube’u yasaklaması karşısında nitelikli bir tepki oluşturmasının önünde bir set oluşturmakta. Seçmenler için bu yasaklamalar, oy tercihlerini etkilemiş gözükmüyor!
Cemaat kaybetti ve Cemaatin etkinliği oy tabanından çok, bürokrasideki kadrolarından ileri geliyordu. İyi ki de kaybetti, kötü işlere imza attılar. Ancak bu durum AKP’yi temize çıkarmadığı gibi, suç ortaklığı açısından daha bir sorumlu kılar. Demokrasi karşıtı ne yapılmışsa, yargıda, yasalarda, bürokraside vs. sorumlusu AKP’dir!
Önümüzdeki dönemde siyasi hayatın dört partiyle devam edeceği gerçeği, bu seçimlerin gösterdiği bir başka sonuçtur.
AKP ve Başbakan Erdoğan’ın şahsında siyasetin otoriterleşmesi ve nobranlaşması devam edecek ve bu durum, toplumdaki kutuplaşmayı artıracak. Başbakan, seçim sonucunun kendine böyle bir hak verdiği inancıyla hareket edecek ancak bu sonuç, yolsuzluk yarasına bir çare de olmayacak.
Ezcümle, mart olmasına rağmen kış geçmedi, odun kömür bitti, varsa kazma kürek saplarını yakacağız, bir süre daha üşüyeceğiz!
Kaldı ki, muhalefetteki iki partinin iktidarını varsaysak bile, yine üşürdük.
AKP iktidarını, sorunların demokratik çözümlerine zorlama muhalefetine devamdan başka bir yol yok. (HŞ/HK)