Spottaki sözler Japon ekolojist Fukuoka'nın "Ekin Sapı Devrimi" adlı kitabından.
Bendeki arzuyu böyle mi anlatmak gerekir bilmiyorum ama bu arzu beni Tayland'da yol alan bir "gezgin" olmanın yanı sıra; Kuzey Tayland'ın bir ucundaki daha sadeliğe, ekolojik çiftliğe sürükleyen de yönlendirici hissim oldu.
Artık yola çıkma vaktim gelmişti, Emily ve Julia'ya veda ettikten sonra taksi yerine kullanılan motosikletli bir ablanın arkasında koca sırt çantamla 6 km. uzaklıktaki çiftliğe doğru yola düştüm.
"Bu ablayla devrilir miyiz?" şeklinde kalp atışlarımı hızlandıran soru baloncuklarıyla 15 dakika sonra çiftliğe vardığımda beni bir kaz sürüsü, uyuklayan köpek (ismi Met), uçuşan tavuklar ve homurdanan birkaç domuz dışında karşılayan olmadı.
Koca sırt çantasını bir yere devirdikten sonra ben de sırtımı çantama dayayıp beklemeye başladım. Çiftliğin sahibi Sandot'u beklerken olmayacak bir şey oldu ve Türkçe konuşmalar duydum.
"Bu da ne?" derken çiftlikte bir anda İstanbullu iki arkadaşla toslaştık: Barış ve Ersin!
Derken Sandot geldi ve iki haftalık çiftlik macerama ev sahipliği yapacak bungalov evime yerleştim.
Bungalov ev dediysem Olympos vari konforlu birşey beklemeyin; camı olmayan pencereli bir bungalovda direkt ormanın içinde uyunduğunu söyleyebilirim.
"Welcome to the Jungle..."
İlk gecem yağan yağmur, gecenin ortaya çıkardığı bin bir türlü ses ve hayvanların ve ağaçların çıkardığı çatırdama eşliğinde yarı uyuklayarak geçti. Yorgunluktan çıkan sesleri çok fazla şeye yorsam da, yığılmışım.
Sabah kalktığımda "Welcome to the Jungleee" parçası eşliğinde kaldığım evi inceleyince, gece hissettiğim korkuyla birlikte hem bu kadar korunmasız hem bir o kadar doğanın içinde farklı türde canlılarla uyuduğumu fark ettim. "Tam yerine gelmişim" dedim ve çiftlikteki yaşantım başladı.
İlk hafta gerçekten çok hareketliydi. Sandot ekolojik yaşam, permakültür hakkında farkındalık sağlama odaklı bir "resort otel"de gerçekleşecek yoga festivaline davetliydi ve çiftliktekilerle iki günlüğüne birlikte oraya gidilecekti.
Orada Tacomepai olarak geleneksel Thai müziği performansı sergileneceği için geceleri kendimi birden, üç beş Thaili genç ve benim gibi gönüllü çalışmaya gelmiş üç beş gezgin ile doğaçlama müzik çalışmaları yaparken buldum.
Ben ki, müzik yeteneğimin olmadığını bildiğim için 'böylesi şeylerden uzak dururum' derken içimden bir ses "bu yolculuk senin! Kendinle ilgili bildiğini sandığın ne varsa, tersini dene" diyordu.
Bu sesi dinledim ve onun verdiği güçlü bir dürtüyle içlerine dahil oldum. Tapınaklarda çalınan bir enstrüman olan gong benim enstrümanım oldu. Mutluydum. Doğru mu çalıyorum diye kasmadan, sadece müziği dinledim ve hissettiğim yerlerde gong'uma vurdum ve çıkan sesi de, oluşan müziği de sevince, Thaili ve biz üç beş gezgin sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi "bizi birleştiren ortak sesimizi" yakaladık!
Bambu Çadır ve Doğaçlama Müzik
Ertesi gün "ekoçiftlik" derken, ben kendimi bu otelde gerçekleşen iki günlük yoga festivalinde buldum. Bir arazi cipine enstrümanlar, eşyalar ve 10 kişi sığıp otele karga tulumba gayet mutlu bir biçimde vardığımızda, oteldekilerin bakışları gerçekten görülmeliydi.
Suratlarında ifade "bu deliler de nerden geldi" diyordu ve bunu yakalamak bizi eğlendiriyordu.
Eşyaları bir kenara atıp bambu ağaçlarına yakın uygun bir düzlük belirleyip bambu yapraklarını ve gövdeleri kesmeye başladık. İlk bambu kazıkları çakıldıktan sonra, bambudan oluşturulacak çatının iskeletini yönlendirmelerle kurduk. Gerçekten ilginçti.
Hepimiz istekle çalışıyorduk. İskeleti oluşturduktan sonra topladığımız bambu yapraklarını üstlerine örttük ve yağmurdan kaymasınlar diye yine bambunun gövdesinden ince ince kesilerek ortaya çıkarılan bambu ipleriyle yaprakları, iskeletin dayanak yerlerine bağladık.
Toplam on kişi bir saatte, bilinçli bir işbirliği sayesinde altında oturacağımız bambu çadırını bitirdik.
Grubumuzun aşçısı da (ismi Dadaam) o sırada bir yandan odunlardan yaktığı ateşle yemeği hazırladı. Sonra kurduğumuz çadırın altında Thai mutfağından çıkma yemeğimizi yedik.
Hazır gelmişken bu iki gün içinde birkaç yoga aktivitesine de katılmadan edemedim. "Kundalini yoga", "Vippasana meditasyon" vs.. benim için bir taşla vurulmuş birden çok "kuş" oldu. Zira böyle bir aktivite önceliğim olmadığı için, para vererek yapmayacağım çok açıktı.
Üstelik bir grup değişik milletten insanla güzel manzaralı bir alanda yoga yapmak çok değişik bir deneyimdi.
Sonraki gün, organik yaşam ile ilgili bir söyleşi ve üstüne programdaki adıyla bizim "Mountain thai music performance" vardı ve gongumla sahnede yerimi alıp yaklaşık bir saat birlikte doğaçlama Thai müziği yarattık.
Hatta yoga için gelmiş Japon bir kız da dansı ve ilginç tondaki sesiyle gruba katılınca ortaya acayip bir doğaçlama müzik çıktı.
Bundan böyle, 'otantik Thai müziğini, nerde sevdin?' diye soran olursa, Thai müziğini sahnede sevdiğimi söyleyeceğim.
Hatta bir ara kendime sahnenin dışından baktım da, baya baya gonguma vurup eğleniyordum. İstifimi hiç bozmadım, ben de devam ettim. Müzik de bitince artık dönme vakti gelmişti.
Festival dönüşü hepimiz yorgunduk ve gecenin bir yarısı çiftliğe dönüp sızdık. Artık festival mestival bir kenara bırakıp ekolojik yaşama yoğunlaşmak ve permakültürle ilgili yeni bir şeyler öğrenmek istiyordum. (AK/MS/AS)