Savaşların devam etmesi ve dünyada barış koşullarından giderek uzaklaşılması doğrudan sığınma ve mülteci hareketlerine yol açan bir durum. İnsanlık tarihi sivil insanların savaş ve çatışmalar nedeniyle kitlesel hareketleriyle doludur ve günümüzde de bu sorun devam ediyor.
Dikkatli incelendiğinde çeşitli nedenlerin bir araya gelmesi sonucu oluşan mültecilik durumu en çok savaş, çatışma ve barışın ortadan kalkması ile ilişkili.
Mülteci olmaya yol açan nedenler
Tarih boyunca süregelen mülteci hareketlerinin belli başlı birtakım nedenleri var. Bunlar özetle şöyle:
Ekonomik nedenler: Tarihsel süreçte, insanlar her zaman kuraklık, açlık veya yaygın işsizlik nedeniyle yaşayamaz duruma geldiğinde göç etmeyi denemiş. Bir ülkedeki ekonomik koşulların yetersizliği, insanların göçüne yol açabilmekte. Yoksulluk üzerinde, adaletsiz bir uluslararası ekonomik sistem, yanlış liderler, yetersiz politikalar, uluslararası baskı, ulusal düzeyde eşitsizlik vb. pek çok faktörün etkisi var. Dünyada zorunlu göç yada yer değiştirmenin pek çoğuna ekonomik ve politik faktörler arası etkileşim neden olmakta.
Çevresel nedenler: Çevresel nedenler açıkça yoksulluk, savaş ve göçlerin sonuçlarıyla ilişkili olup, doğal ya da insanların yol açtığı felaketler şeklinde olabilmekte. Doğal çevrenin tahribi, ormanlaşmanın bozulmasını içeren toprak kaybı, tarım alanlarının azalması çevreyi yaşanmaz kılıyor. Dünya üzerinde 10 ila 25 milyon insanın, çevresel nedenlerden yer değiştirdiği tahmin ediliyor. Nadir bulunan doğal kaynakların paylaşımı konusundaki anlaşmazlıklar da önemli bir savaş nedeni. Doğal bir kaynağın tahribi, demografik baskı ve kronik yoksullukla birleşince politik, etnik, sosyal ve ekonomik gerilimlere önderlik edebilir veya durumu kötüleştirerek ve çatışmalara dönüşerek insanların kaçmak zorunda kalmalarına neden olabilir.
Politik nedenler: İnsan haklarının ihlali, zorunlu göçün temel bir neden durumunda. İnsan hakları ihlalleri, belki hükümetler muhaliflerine zulmettiği yada insanlara karşı kesin dini yada etnik art alanları nedeniyle ayrım uyguladığında en açık halini alır. Hükümetler politika kararlarını verirken insanların temel hakları olan eğitim, ekonomik kendine yeterlilik ve kendi kendine yaşamayı kolaylaştıracak yerde önlerse, insanlar sıklıkla bulundukları yerleri değiştirme kararı alırlar.
Etnik çatışmalar: Bir etnik grup güçlü ise ve kendi grubuna oransızca yarar sağlıyorsa çatışmalar artmakta ve etnik azınlık grubunun zorunlu göçüne neden olabilmekte.
Savaşlar: Savaş durumunda uygulanan şiddetin, kadın ve genç kızlar kadar, çocuklar üzerinde açık ve uzun dönemli etkileri bulunuyor. Savaş durumunda insanlar şehir yada evlerini terk ederler, ülke veya bölgenin insan kaynakları zarar görür, yiyecek az olduğu için yerel ürün fiyatları artar, borçlarla birleştiğinde savaşın ekonomik maliyetleri de artar. Savaşlar insanların yaşam hakkını da elinden aldığından insanlar o bölgeyi terk etme eğilimindedir.
Göç türleri çeşitlendi
Demokrasi ve barışın işlemediği koşulların bir ürünü olarak sığınmacı ve mülteciler konusunda uluslararası mülteci koruma sistemleri ve evrensel olarak sığınmayı belirleyen belgelerin 2. Dünya Savaşı sonrası büyük orandaki kitlesel göçleri düzenlemek üzere ortaya konduğu görüüyor.
Örneğin sadece 2. Dünya Savaşı sonrası yer değiştiren insan sayısı 20 milyonu buldu. Bu yer değiştirmeyi düzenleyecek sistemlerin oluşumunda “savaş kurbanı mülteci” paradigması belirleyici oldu. Ardından 2. Dünya Savaşının yarattığı yıkımın izlerinin silinmesi ve ülkelerin yeniden inşası için gereken işgücü açığının kapatılması amacıyla göç alanında daha serbest bir döneme girildiği görülmekte.
Karşılıklı imzalanan göç anlaşmaları yolu ile işçi değişim programları uygulandı. Ancak özellikle 1980’lerde hızlanan küreselleşme dalgası ile birlikte, insanların hareketliliğinde de büyük artışlar gerçekleşti. Ulaşım ve iletişim alanındaki devrimsel dönüşümler, insanların hareketlilik anlamındaki bilgilerini arttırmış ve böylece göçe katılan insan sayısı ve göç türleri çeşitlendi. Bu durum ise temel paradigma değişimini tetikledi.
Göçü kıstırmaya çalışmak
Artık göç sorunu yeni paradigma olan “yasadışı göç” ekseninde ele alınmaya ve cezai tedbirlerle karşılanmaya başlandı. 1970’lerden itibaren tersine döndürülmeye çalışılan göç, 1980’lerle birlikte kısıtlayıcı önlemlerle engellenmeye çalışıldı. Günümüzdeki hakim paradigma da budur.
Gelişmiş olarak adlandırılan merkez ülkelerde sosyal refahla ilgili güçlükler ve dünya ekonomilerindeki genel olarak gerilemeler de bu göç hareketinin engellenmesine zemin hazırladı. İstememe uygulamaları olarak da öncelikle sınırlara gelenleri içeri almamaya, eğer giriş yapıldıysa caydırıcı önlemlerle geri göndermeye çalışma söz konusu. Oysaki mülteciler büyük ölçüde demokrasinin işlemediği ve barış koşullarından uzaklaşılan ülkelerden kaçmak ve başka bir ülkede sığınma aramak zorunda.
Bugün Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) ilgi alanına giren yaklaşık 50 milyon insanın olduğu tahmin ediliyor. İnsanları, kendi ülkelerinde yaşayamaz hale getiren başta savaş olmak üzere, sosyal, ekonomik, politik, etnik vb. nedenler ortadan kaldırılmadığı ve eşitsizlikler devam ettiği sürece, mültecilerin sayıları dramatik bir şekilde artmaya devam edecek. Bu nedenle barışa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.(SB/EÜ)
* Dr. Sema Buz, Hacettepe Üniversitesi