Onkoloji polikliniğinde uzun ve yorucu bir günün sonuna yaklaşırken, kapıda kaygılı ve hüzünlü bakışlarıyla 20 yaşlarında bir kadın duruyordu. Hastalar bittikten sonra serviste yatan hasta listesini kontrol ediyordum ki, genç kadın içerdi girdi. “Doktor bey bir konuda yardımınızı rica edecektim’’ dedi mahcup bir edayla.
Yeni kanser tanısı alan bir hasta yakınıdır herhalde diye düşündüm ‘’Buyrun oturun’’ dedim fakat genç kadın oturmak istemedi. Bir an önce derdini anlatmak istiyordu: ‘’Doktor bey, sizi bu saate rahatsız ediyorum. Uzun zamandır da kapıda hastalarınızın bitmesini bekledim. Babam kansere yakalandı, su dahil hiçbir şey yiyip içemiyor. Bir deri bir kemik kaldı. Şu an mahkûm koğuşunda, gidip göremiyoruz da yardımınıza ihtiyacımız var.’’
Biyopsi sonucu çıkmış mı, patolojisi var mı gibi sorular sorarken diğer yanda hasta ismini bulup sistemden tetkikleri, yapılan görüntülemeleri ve o güne kadar hasta ile ilgili tıbbi süreci incelemeye başladım. Serviste yatan hastaların vizitinden önce mahkûm koğuşuna gittim.
Koğuş bile denmez
Mahkûm koğuşu, hastanenin bodrum katında, havasız, kasvetli bir yer. Koğuşun kapısını çaldım, görevli bir asker kapıdaki sürgüyü açtı. Sadece gözlerin görülebildiği kadar bir aralıktan kim olduğumu sordu. Onkoloji uzmanı olduğumu ve X. Y adlı hasta için geldiğimi söyledim. Kapı açıldı, asker üstümdeki, beyaz önlüğe ve yaka kartına rağmen üst araması yaptı. Kimliğimi ziyaretçi defterine kaydetti, telefonumu dahi aldı.
Sürgülü, demir bir kapıdan daha geçildikten sonra içeri girebildim. Koğuş dahi denilemeyecek, penceresi olmayan havasız bir odada yan yana konulmuş iki yatak. Sol taraftaki yatakta aşırı zayıflamış, çektiği acı yüz ifadesinden anlaşılan bir adam yatıyordu.
Karşısında beni görünce ağrılarından söz etmeye başladı: “Cezaevinde sürekli hastaneye sevkimi istedim. Geldiğimde doğru dürüst bakılmadı. Sonunda bir şey yiyip içemez duruma gelince endoskopi yapıldı. Hastalığımın ilerlediğini söylüyorlar. Sadece damardan beslenebiliyorum.” Hastayı Genel Cerrahi bölümünden devraldım, böylelikle hasta, mahkûm koğuşundan onkoloji servisine geçti.
Yatağa kelepçeli tedavi
Hastanın kaldığı odanın kapısında sürekli iki asker bekliyordu. Yürümekte bile güçlük çeken hasta tedavi ya da vizit saatleri dışında “yasa gereği” yatağa kelepçeleniyordu.
Uzunca bir sürenin ardından hasta heyete girdi. Bu sırada biyopsi sonucu çıktı ve tanısı yemek borusu kanseriydi. Hastalık lenf bezlerine de sıçramıştı. Bu nedenle bağırsağı delerek PEG taktık, bu şekilde beslenmesini sağladık. Bir süre sonra kemoterapiye başlandı.
Bu sırada tam teşekküllü hastaneden ‘’bir başkasının yardımı olmadan yaşamını idame ettiremez ve cezaevinde kalması hayati risk teşkil etmektedir’’ yönünde heyet raporu verildi. Alışılanın dışında bu kez Adli Tıp Kurumu, heyet raporunu görmezden gelmedi ve hasta 6 ay şartıyla tahliye edildi.
Hastanın tedavisine başlandı ve hastalık kemoterapiye cevap verdi, eş zamanlı radyoterapi uygulandı. Hastamız artık yemek yemeye başlamıştı. Midesine takılan beslenme tüpü çıkarıldı. Kontrol endoskopilerinde hastalığa ait bulgulara da rastlanmadı, hastamız altı ay devam eden bir tedavi sürecinin ardından artık sağlığına kavuşmuştu.
Ama Türkiye cezaevlerindeki bini aşkın hasta mahpus bu kadar “şanslı” değil. Zira bırakın tedavi edilmek üzere tahliye edilmesini çoğu kez cezaevinden cenazeleri çıkıyor ya da ölümün eşiğinde tahliye edilip yaşamını yitiriyor.
İnsan Hakları Derneği'ne (İHD) göre hapishanelerde 604'ü ağır olmak üzere 1605 hasta mahpus bulunuyor.
Cezaevlerinden cenazeler çıkıyor
Tıpkı 28 yıldır cezaevinde olan kanser hastası 70 yaşındaki Mehmet Ali Çelebi gibi... Kanser vücudunun birçok bölgesine sıçrayan Çelebi, durumunun ağırlaşması üzerine hastaneye kaldırılmış beş gün sonra da hayatını kaybetmişti.
Kürtçe mevlit okuduğu için “örgüt propagandası”ndan 7 yıl 6 ay hapis cezası verilen 76 yaşındaki Ali Boçnak da, cezaevinde bulunduğu 3 yıllık süre içinde 50 doktora başvurmuş, ölmeden önce tahliye edilmesi için yapılan çağrılara ise yanıt verilmedi. Boçnak, 2020 Eylül ayında ailesi cezaevi kapısında görmek için beklerken yaşamını yitirdi.
Mehmet Özkan ve Aysel Tuğluk
25 yıldır cezaevinde tutulan ve bu süre içinde 5 kez kalp krizi geçiren 4 kez anjiyo olan, tek başına yürümek de dahi zorlanan 83 yaşındaki Mehmet Emin Özkan ise; basına yansıyan bilgiye göre; İstanbul ATK’ye gönderildikten sonra COVID-19’a yakalandı. Özkan, dün itibariyle yoğun bakıma alındı.
Yine son günlerde basına yansıyan bir diğer hasta mahpus da herkesin yakından tanıdığı Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk. 2017 yılında annesini kaybeden Tuğluk, annesinin cenazesinin yapılan saldırının ardından sağlık sorunları yaşamaya başlıyor.
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı’ndaki dokuz uzman doktor tarafından muayene ediliyor.
Muayene sonunda Tuğluk için; “Hastalığının kronik seyirli olduğu ve ilerleyici vasıf arz ettiği, cezaevi koşullarında sağlanabilecek tıbbi destek ve bakımının yeterliliğinde sorun yaşanabileceği, ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceğine ve dolayısıyla cezasının infazının ertelenmesi” gerektiğini belirtiyor.
Ancak İstanbul Adli Tıp Kurumu Tuğluk’un “Hayatını yalnız idame ettirebileceği, tedavisi ve önerilen aralıklarla düzenli poliklinik kontrollerinin sağlanarak cezaevi şartlarında infazına devam ettirebileceği…” yönünde rapor veriyor ve Tuğluk ATK'nin bu raporu referans alınarak tahliye edilmiyor.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün maalesef...
Raporlar işlevsiz hale getiriliyor
Çünkü yıllardır ATK, evrensel hekimlik ilkelerine uygun bir değerlendirme yapmıyor. Dahası çoğu zaman Sağlık Bakanlığına bağlı bir hastaneden alınan raporları dahi görmezden geliyor. Tam teşekküllü hastanelerin verdikleri “cezaevi koşullarında yaşamını sürdüremez ve cezaevinde tedavisi mümkün değildir” raporları bir de ATK’ye gönderilerek hem süreç uzatılıyor hem de hastanelerin verdikleri raporlar işlevsiz hale getiriliyor.
Hasta mahpusların tedavilerinin cezaevinde devam edilebileceğine dair rapor veriyor. Bundan nasıl bir sonuç mu çıkıyor? Sağlık Bakanlığına bağlı bir kurum ile Adalet Bakanlığına (ATK Adalet Bakanlığına bünyesinde faaliyet gösteriyor) bağlı bir kurum arasındaki tutumu ATK’nin siyasi saiklerle karar verdiğini gösteriyor. Kimi hasta mahpuslar için verilmeyen veya geç verilen kararlar yaşam hakkını ihlaline yol açıyor. Cezaevlerinden ya tabutlar çıkıyor ya da mahpuslar tahliye edildikten kısa bir süre sonra hayatını kaybediyor.
Türkiye, Avrupa Konseyi 2020 Ceza istatistikleri'ne göre Avrupa cezaevlerinde nüfusa oranla en fazla tutuklu ve mahkûmun bulunduğu ülke. Rapora göre Rusya'dan sonra cezaevlerinde en fazla kişinin bulunduğu Konsey üyesi ülke de yine Türkiye. Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre Türkiye'de 267 kapalı, 780 müstakil açık ceza infaz kurumu, 4 çocuk eğitimevi, 9 kadın kapalı, 7 kadın açık, 7 çocuk kapalı ceza infaz kurumu olmak üzere toplam 374 ceza infaz kurumunda 300 Bin civarında tutuklu ve hükümlü bulunuyor. |
Temel ihtiyaçlar karşılık bulmuyor
Cezaevleri “kapatılmanın” ötesinde bir cezalandırma sistemine dönüşüyor. Üstelik bu cezalandırmadan sadece yaşı ya da kronik hastalıkları olan mahpuslar etkilenmiyor. Mesela Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) ve İnsan Hakları Derneği’nin cezaevlerine ilişkin hazırladığı raporlarda, cezaevlerinde yemeklerin kötü, sağlıksız ve hijyenik olmadığı, banyoların kirli olduğu gibi en temel ihtiyaçlar dahi karşılık bulmuyor.
Kötü beslenme hijyenik olmayan yaşam ortamlarının hastalıklara davetiye çıkaracağını söylemek için hekim olmaya gerek yoktur sanırım. Sağlıksız yaşam ortamlarının hasta mahpusların hastalıklarının daha ilerlemesine sebebiyet vereceği gibi, sağlıklı bir bireyin ise her türlü hastalıkla karşı karşıya kalmasını sağlar. Özellikle sağlıksız, kötü, hijyenik olmayan yemekler mide ile ilgili sorunların yaşanmasına sebebiyet verir.
Aslolan yaşamdır
Ceza içinde cezalandırılan hasta mahpusların durumlarının mevcut durumlarına bir de pandemiyi ekleyince durumun ne kadar vahim olduğunu söylemeye gerek var mıdır bilmiyorum. Pandemi döneminde hastaneye gidip döndükten sonra 14 gün karantinada (tecrit) kaldıkları için mahpuslar hastanelere gitmek istemiyor. Bu durum erken dönemde müdahale edilecek, iyileşebilecek kimi hastalıkların ilerlemesine ve tedavi seçeneklerinin tükenmesine yol açıyor.
Ezcümle; cezaevlerindeki hasta mahpuslar özelliklede ağır hasta mahpusların acilen, tartışmaya ve muğlak ifadelere yer bırakılmadan tahliye edilmesi için yasal düzenleme yapılması gerekiyor. Cezaevine girmiş bir kişinin “kapatılma” nedeni her ne olursa olsun, sağlık hizmetlerine erişimi engellenmemeli, yaşam hakkı ihlal edilmemelidir. Zira aslolan yaşamdır. (HY/RT)