Öncelikle bu festivalde Türkiye sineması açısından umut verici filmlerinin yer alması çok sevindirici. Çünkü son yıllarda film festivallerine uygulanan baskı ve sansür Türkiye’de film festivallerinin gelenekselleşme ve kurumsallaşmasının önünde engel oluşturuyor.
Antalya Film Festivali’nde bu sürecin yaşandığı mecralardan biri oldu. Bu süreç özellikle birçok yönetmenin sinema filmlerini ilk kez izleyiciyle buluşturdukları mecra olan festivallere katılamamaları gibi bir sorunu da beraberinde getiriyor. Bu yönetmenlerin sinema dilleri, işledikleri konular, stilleri festivallerde gösterimlerini de bir anlamda zorunlu kılıyor. Çünkü bu filmler çoğu zaman ticari kaygılarla üretilmemiş, salt sinema seyircisine odaklı çekilmemiş, sinema salonlarında gösterime girebilmek için gerekli reklam ve tanıtımdan uzak, kısacası vizyona girme şansı olmayan filmler. Aynı zamanda uluslararası film festivallerine katılan, bu festivallerde özel gösterim olanağı bulan, ödüller alan bu filmlerin bazıları Türkiye’de festival dışında sinema izleyicisiyle sadece İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde kısa süreli, belli salonlarda gösterim şansı bulabiliyor. Ancak Türkiye sinemasını geleceğe taşıyan, dünya sineması içinde bir yere oturtan, sinema tarihine geçen filmler de çoğu zaman bu filmler. Bir anlamda kalıcı olan filmler bunlar. Kalıcı olan filmlerin en önemli şansları ise bu festivaller.
52. Antalya Film Festivali’nde yarışan “Sarmaşık”, “Rüzgarın Hatıraları ve Kalandar Soğuğu”, “Saklı”, “Çırak”, “Muna”, “Misafir”, “Kümes”, “Pia” bu filmlerden bazıları.
“Sarmaşık” ve “Rüzgarın Hatıraları ve Kalandar Soğuğu” Antalya Film Festivali öncesi uluslararası çeşitli festivallerde Türkiye’yi temsil etti, ödüller aldı ve festivalleri dolaşmaya devam ediyorlar. Buna karşın Türkiye’de sinema salonlarında geniş bir gösterim olanağı bulamadılar.
Antalya Film Festivali ulusal kategorisinde en iyi film, en iyi senaryo, en iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu dallarında ödüllerin sahibi olan Tolga Karaçelik’in filmi “Sarmaşık” bu hafta bazı illerde, kısa sureli de olsa gösterime grime olanağı elde etti.
Festivalde ulusal kategoride yarışan Sarmaşık filmi başarılı hikayesi, kurgusu ve oyuncu performanslarıyla bu ödüllerin haklı sahibi oldu.
Filmde denizde demirlemek zorunda bırakılan bir gemide kalan altı erkek ve aralarındaki iktidar ilişkileri konu alınıyor. Türkiye’den Angola’ya yük taşımak üzere hareket eden gemi, yolculuk esnasında gemi sahibinin iflası nedeniyle seferden men edilir ve gemi mürettabının büyük bölümünün tahliyesi söz konusu olur. Gemide kaptan (Beyefendi), Kaptan’ın sağ kolu İsmail, Cenk, Alper, Nadir ve Kürt kalır.
Kaptan ekibini toplar ve her birine görev dağılımını yapar. Nadir erzak ve mutfaktan sorumludur, İsmail kaptanın söylediklerini yerine getirecek, ekibi kontrol edecek ve eczaneden sorumlu olacaktır. Kürt geminin teknik sorumluluğunu alır, Alper ve Cenk ise kendilerine verilecek görevleri yerine getirmek zorundadırlar. Cenk esrar ve hap bağımlısıdır ve kurallara uymaya niyetli değildir, Alper’inde kendisiyle hareket etmesiyle birlikte, geceleri esrar içip, sohbet ederler ve çoğu zaman sabahları kalkamazlar. İsmail’in verdiği görevlere itiraz eder, çoğu zaman küfürlü konuşurlar. Namazında niyazında olan İsmail, kaptandan aldığı güçle Cenkle tartışır ve tartışma esnasında sinirle ağzından çıkan Cenk’in annesine ilişkin küfür her ikisinin de arasında devam edecek çatışmanın nedeni haline gelir. Oysa gemidekilerin birbirleriyle gündelik konuşmalarının her anında küfür vardır. Küfür birbirlerine yapıldığında doğal, ailelerinden bir kadını içine aldığında namus ve onur meselesine dönüşür.
İstanbul’da taksi şoförlüğü yaparken başı belaya giren ve bir süre oratalarda görünmemesi gereken Alper, Sulukule’de kentsel dönüşümle evini kaybeden Nadir, bir arkadaşıyla dolandırıcılık yaparak geçimini sağlayan Cenk ve geçmişine ilişkin hiç bir bilgi verilmeyen, dini inancı güçlü İsmail, Kürt ve akşamları rakı içen, klasik sanat müziği dinleyen Beybaba’nın gemide kalma nedenleri aynıdır: gidecek yerlerinin olmaması. Ancak geminin kaderinin belli olmaması, bekleme süresinin uzaması, erzakların azalması yavaş yavaş bir tutsaklığa ve kendi aralarında çatışmanın büyümesine neden olur. Birbirlerinden farklı beklentiler, yaşam anlayışları, alışkanlıkları ile denizin ortasında bir arada yaşamak, ekmeklerini paylaşmak, ortak çözüm üretmek zorunda olan bu insanlar bir anlamda Türkiye’nin küçük bir örneğini oluştururlar. Artık hiç biri bir biriyle konuşamamakta, kimse birbirini dinlememekte, en ufak bir tartışma şiddete dönüşmektedir.
Her biri farklı bir karakter, hırsız, laik, dinci, esrarkeş, arada kalmışlar ve iri cüssesi, farklı bir yüz ifadesi ile gemide çoğu zaman yalnız dolaşan, sadece işini yapan, konuşmayan Kürt’ün zorunlu biraradalığı filmin ana temasını oluşturmaktadır.
Cenk, Alper, Nadir, İsmail’e karşın sadece Beybaba olarak hitap edilen geminin kaptanı ile gemide hayalet ile gerçek arasında gidip gelen, kah ayak izleri kah gölgesiyle diğerlerinin korkulu rüyası Kürt’ün ismi yoktur. Diğerlerinin arasındaki kavgada Kürt kavgayı ayırdığı gece hiç bir iz bırakmadan ortadan kaybolur. En son Cenk ile tartışırken güvertede görülen Kürt faili meçhul bir cinayete mi kurban gitmiştir, yoksa yalnızlığına mı terk edilmiştir? Belli değil, ancak film boyunca İsmail ve Nadir’in rüyalarına girmekte, hayaleti gemide dolaşmaya devam eder.
Sonuç yerine
Sarmaşık filmi metaforlarla günümüz Türkiyesi üzerinden okumaya açık bir film. Aynı gemide tesadüflerle birarada olan farklı düşünceden, inançtan, etnik kökenden insanların zorunlu birliktelikleri ve yolculukları söz konusudur, bu gemi bir ada, bir ülke, belki de dünyadır. Geminin seyri isimleri olan ama kendileri görünmeyen kişilerin elindedir. O güçler filmde, armatör, uluslararası hukuk kuralları olarak öne çıksa da yol alan geminin durudurulması ve yetersiz erzakla geleceği belli olmayan bir sürece girmesine neden olanlar, yani kaderini belirleyenlerdir. Gemide güçlerin temsilcisi iktidar, yani Beybaba’nın kararları ve yetki alanları sınırlanmıştır. O da diğer güçlerden yardım beklemektedir. Gemide yer alan bir kaç çapulcu iktidarla çatışmaya girdiklerinde dini bütün İsmail ve isimsiz Kürt’ün araya girmeleri ile Beybaba bir krizin eşiğinden kurtulur. Beybaba ile konuşma girişimleri sonuçsuz kalan, Beybaba karşısında korkarak susan Nadir ve Alper’e karşın Cenk her seferinde dayak yiyen, hırpalanan ve her sorunun arkasında görülen kişi olur. Beybaba’ya karşı genellikle Cenk temsili üzerinden başlatılan her karşı hareket Cenk’in yalnız bırakılması nedeniyle sonuçsuz kalır. Birlikte hareket ettikleri arkadaşları iktidar, güç karşısında korkarak ya suskun kalmayı ya da boyun eğmeyi tercih ederler. Gemide sorun öncelikli olarak Beybaba’nın sadık çalışanı, Tanrıya koşulsuz inancı ile Beyba’nın her söylediğini emir olarak kabul eden İsmail ve gemiye ilk bindiği andan itibaren geminin düzenini sarsan, esrar çekip, çalışmak yerine, gününü gün eden, hayatını yaşayan Cenk arasında başlar. Cenk düzeni bozan, İsmail düzenin bozulmasını engelleyen ya da bozulan düzeni efendisi adına yeniden kurmak için ölümüne mücadele edendir. Filmde dinci, Kürt, ayyaş, ulusalcı, roman ve diğer sıradan insanlar olarak karakterize edilen her bir temsil sorunludur, tartışmaya açıktır. Daha uzun yazılarda daha derin karakter analizlerini gerektirmektedir.
Sonuç olarak iktidarla mücadelesi hep kesintiye uğrayan, birlik olamayan, kendi içlerinde bir araya gelemeyen ve sorunları çözemeyen, aç, yorgun, sıkışmış bir ortamda dayatılan hayatı yaşamaya zorlanan grup umutsuzluğa kapılır, bu durumdan İsmail ve Kürt’ü sorumlu tutarlar. İsmail yaralanır, Kürt artık bir gölge, ıslak bir ayak izinden ibarettir. Sorunlar artık kontrol altına alınamaz bir hal alır, dallanıp budaklanarak bir sarmaşık gibi her yeri sarar. Buna rağmen gemide yaşam değişmeden, aynı koşullarda devam etmektedir. Her gün yeni olaylar ve yeni tartışmalar eşiğinde. (EUİ/HK)