Yazar, yönetmen, oyuncu Dr. Ercan Kesal’in yarı otobiyografik öyküsü olan ve 2015’te İletişim Yayınları’ndan basılan “Nasipse Adayız”, 2020’de yine kendisi tarafından sinemaya uyarlanmış haliyle karşımıza çıktı. Film önce 49. Uluslararası Rotterdam Film Festivali’nde dünya, ardından 39. İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yaparak ulusal ve uluslararası festival yolculuğuna başladı. 39. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu ve Fibresci Ödülleri’ni kazandı. 27. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ise En İyi Senaryo, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi Kurgu ve Film-Yön., En İyi Yönetmen ödüllerinin sahibi oldu. “Nasipse Adayız” uluslararası festival yolculuğuna Uluslararası Manheim /Heidelberg Film Festivali ile devam ederken, aynı zamanda Ekim 2020’de Türkiye’de vizyona girdi ve izleyici ile buluşmaya devam ediyor.
Eleştiriden nasibini almak
“Nasipse Adayız”, henüz aktif siyasete girme konusunda yolun başında olan aday adayını yakın plana alarak izleyiciyi de bir yüzleşmeye davet ediyor. Filmde karakterize edilen Belediye Başkan aday adayı Faruk Güler’in etrafında toplananlar, ona sözde yardım edecekler, yardım etmek için önce ne kaparım düşüncesindekiler, köşe başını tutmuş ve her gün gündelik yaşantımızda yan yana olduğumuz kerli ferli amcalar, dayılar, abiler arasında, bir güne sığdırılmış al/ver dünyası içinde ve daha çok erkeklerle sarmalanmış bir çevrede koşturan insanlar üzerinden ilerliyor. Filmde kadınlar ise başkarakterin etrafında, eski eş, asistan ya da masumiyet ile erotik bir haz nesnesi arasında gidip gelen ve şoförün deyimiyle “erkeği ayartan” tipolojiler olarak yer bulabiliyorlar. Film her ne kadar Türkiye siyasetinin seçim öncesi döneminde aday adaylık sürecine odaklanmış gibi görünse de aslında iktidar, güç, yetke kavramları üzerinden ana karakteri mercek altına alırken, filmin kahramanı üzerinden bir özeleştiri olarak da okunmalı. Çünkü bu hikaye, yönetmen Ercan Kesal’ın kendisinin de belediye seçimlerinde İstanbul Beyoğlu ilçesine belediye başkan aday adayı olduğu ve seçim çalışmalarına aktif olarak katıldığı bir dönemi anlatıyor. Film yönetmenin aynı zamanda kurucu ortaklarından ve Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Özel Okmeydanı Hastanesi’nde başlıyor. Dolayısıyla yönetmenin filmde belki de en büyük eleştirisi ana karakter üzerinden kendisine oluyor, ki bu durum yönetmen için kendisiyle bir yüzleşme olarak da okunabilir.
İlçe belediye başkanlığı yolunda kırılgan temaslar
Özel bir hastanenin ortaklarından hekim Kemal Güner yaşadığı kentin en merkezi ve tarihi semtlerinden Beyoğlu’na belediye başkan aday adayı olabilmek için parti üst yönetimi, semtin ileri gelenleri, esnafı, hacıları/hocaları, dernek başkanları, muhtarlıklar ve halkın arasında bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukta ilk halka açık küçük toplantılarda dile getirdiği ideal siyasi söylemleri, yavaş yavaş silinir ve daha yolun başında ideallerinden, düşüncelerinden, duygularından sürekli ödün vermeye başlar ve kendi eksikliklerini, zaaflarını, arzularını bu yolculukta bir bir ortaya koyar. Aslında trajikomik bir hikaye. Klasik söylemiyle gülerken düşündüren, düşündürürken insanı sarsan, kendimize yeni bir şeyler katmak, düşünsel, duygusal, kültürel anlamda zenginleşmek yerine, sahip olduğumuz değerlerimizi de kaybettiğimiz, her gün daha da azaldığımız, dayanışmadan uzak, gemisini kurtaran kaptan anlayışı içinde sisteme adapte olmak, o sistemin içinde hareket edebilmek ve güç elde edebilmek adına sürekli aşındığımız dünyanın kısa bir tasviri “Nasipse Adayız”.
Ayna yanılsaması ve maskeler
Kişinin gösterdiği yüz ya da takındığı yüz ile gerçek yüzü arasında gidip gelen ikilemleri, tutumları ve davranışları, Kemal Güner’in asansörde, tuvalette ayna karşısında prova ettiği yüz ifadeleri ve takındığı maskeler üzerinden metaforik olarak sunulur. Kişilerin koşullara göre değişen tutum ve davranışları; her an her koşulda yanında olan şoförünün bir gece yarısı doktoru dar bir sokakta öldürmeye teşebbüs etmesi, Kemal Güner’in bir hekim olarak arabasıyla çarptığı motosikletliyi bırakıp çalılıklara doğru kaçması, eski eşini iş arkadaşlarından kıskanırken, siyaset ortamında bu durumu hoş görmesi gibi birçok örnek, bir diğer ifade ile insanlara ilişkin yapılan iyi/kötü/, dost/düşman, aklıselim/saldırgan, olgun/ham, merhametli/merhametsiz gibi tanımların koşullara, zamana, beklentilerine göre nasıl şekillendiği ve her gün ağızlara pelesenk olmuş söylemlerin gerçeklikte nasıl vücut bulduğu ortaya konulur.
Siyasetin metaforları, iktidar, eşitlik, hak…
Bununla birlikte iktidar alanlarının konuma ve koşullara göre radikal bir biçimde değişmesine ilişkin en iyi örnek Kemal Güner’in ortağı olduğu hastanede etrafını saranlar ve onlara karşı tutumu, davranışları, diyalogları, düğün salonunda belediye başkanlığına aday adayı olabilmek için partinin birinci adamı karşısındaki durumu, duruşu, oturacak yer bulamaması, sözlerinin dinlenmemesi, hazırladığı dosyanın elinde kalması, asansörde kendisine yer bulamaması, seçim hazırlıkları kapsamında yapmış olduğu ziyaretlerdeki esnaf, din insanları, dernek başkanları karşısındaki tutumu, her iktidar sahibi ve onun çevresindekilerin o iktidarı koruma ve daha fazla o güçten yararlanma adına çevrelerinde ördükleri duvarları nasıl sıkı sıkıya korudukları, o alana geçişin ne kadar zor ve önemli bir yarış alanı olduğunu gösteriyor. Kahvede Kemal Güner’in halka yaptığı konuşmada “çağdaş, demokratik bir yönetim anlayışıyla çıkılan bu yolda” gibi siyasi konuşmalarda herkesin diline pelesenk olmuş söylemlerin hem dinleyicilerin hem de konuşanın karşılıklı olarak birbirlerinden ne koparabileceklerine ilişkin bir diyaloğa dönüşmesi, demokrasi, ilkeli, dürüst bir siyaset anlayışının daha baştan karşılıklı bir anlaşmayla, karşılıklı çıkarların gözetileceği ve bu yönde beklentiler üzerinden şekilleneceğinin özellikle Türkiye’de siyaset ve rant ilişkisinin nasıl kurulduğunun güzel bir örneğini oluşturuyor.
“Nasipse Adayız” aslında bir yerel yönetime bir partiden aday adayı olan bir hekimin 24 saat içinde karşılaştığı kişiler, kurumlar, yakın çevresi ve yaşadıkları ve yaşattıkları üzerine trajikomik hallerimiz… Bir günde bir insan ne yaşayabilir ki? Bu soruya yine bir soruyla yanıt vermek gerekirse, neler yaşanmaz ki?
24 saat içinde tam da içinde yaşadığımız dünyanın o kaotik, o ikiyüzlü, çıkarcı, adamına göre, koşullara göre, çıkarına göre değişen ilişkiler ağı, beklentiler, istekler, arzular ve değişken ruh halleriyle biz insanlar Kemal Güner ile birlikte, onun gibi hem kendimizle hem de her gün içinde cebelleştiğimiz o dünya ile yüzleşiyoruz.
Ayna metaforu çoğu zaman kişinin kendine bakması, kendi gerçekliğini algılaması, iç dünyasına bir giriş gibi düşünülse de ayna bu filmde gün içinde değiştireceğimiz maskelerin provasının yapıldığı bir alan olarak da öne çıkıyor.
Mesleki bir can alıcı deneyim de film boyunca doktorun destek aramak için dolaştığı kişiler karşısında mesleğini öğrendikten sonra verdikleri tepki ve isteklerinde her seferinde uzmanlık alanı dikkate alınmadan kimi zaman ağızdan çıkarılan bir diş, kimi zaman doktordan muayene konusunda yardım istemeye kadar uzanan bir süreçte ironik bir şekilde izleyiciye sunuluyor. Siyasetin belki de en önemli silahı retoriğe dahi başvuramadan ve kendini ifade edebilme fırsatını yakalayamadan Dr. Güner’in mehter marşı ile girdiği siyasete atılma macerası yine mehter marşı eşliğinde son buluyor.
“Nasipse Adayız” filminde Ercan Kesal “siyaset yolunda hırslar ve çıkarlar” doğrultusunda “doğal” ya da “uygun” olarak kabul edilen anlayış ve durumların nasıl gerçekleştiğini ayrıntılı olarak, tek bir birey ve çevresi üzerinden yakın merceğe alıyor. Yönetmenin sözü ile bu “Filmde anlatılanların hepsi gerçek” hayattan bir alıntıdır. (EUİ/AS)