Yıl 1983
Türkiye´de bozgun ve yılgınlık hakim. Anayasa referandumda ezici çoğunlukla beyaz oy almış, cuntanın yalnız baskıyla açıklanamayacak bir desteği var halkta. Kaçamayanlar cezaevlerinde veya mezarda, kaçanlar ise Yunanistan´da veya Almanya´da.
Almanya ise kaynıyor. Yeşiller üç yıl önce "şiddete karşı, sosyal adaletçi, pasifist, ekolojist, katılımcı" bir parti olarak kurulmuş resmen. Ve ilk kez bu yıl genel seçimlerde meclise giriyorlar. Ülke nicedir Amerika´nın Alman topraklarına nükleer başlıklı Pershing füzeleri yerleştirme planıyla çalkalanıyor. Nükleer santrallere karşı geniş bir direniş var. Her yerde "Barış Şenlikleri" düzenleniyor. Soğuk Savaş´ın doruğunda barış solculuk demek, sendikal hareket demek, ulusal bağımsızlık demek. Alman sağı, Barış Hareketi´ni komünistlerin maşası olmakla suçluyor. Doğu Alman ve Sovyet muhaliflerin sesine kulak veriyor Batı. "Reel sosyalizm"in eleştirisi, Bahro, Biermann, Soljenitsin.
Alman gençliği düzene her alanda başkaldırmış. Komün hayati yaşanan "ortak ev"lerde sabahlara kadar burjuva toplumu, çevre kirlenmesi, "bilim"in getirdiği felaketler, insanlığın nereye gittiği tartışılıyor. "Nükleer Santral İstemiyorum!" çıkartmaları süslüyor pencereleri içerden. Türkiye´den gitmiş solcular için, yoksulluğun izine bile rastlanmayan refah ülkesinde bu tartışmalar oldukça şaşırtıcı. Çünkü hepsi "Ben"le başlıyor, "Ben"le bitiyor - oysa biz her koşulda hep "Biz" olmuşuz.
Yeşillerin partileşme kararı zor bir doğum olmuş. Petra Kelly gibi önde gelen isimler, partileşmeyi içlerine sindirmese de kabul etmek zorunda kalıyor. Parti yandaşlarının en güçlü argümanı: " Kurumların içine girip uzun soluklu bir yürüyüşe çıkma " gereği. Bir şeyler değiştirmek istiyorsan, bunu ancak içeriden yapabilirsin. Bu argüman bize, 70´lerde eleştirdiğimiz bir fraksiyona girme gerekçesi olarak hiç yabancı değil. Kuşkuluyuz bu içeriden değiştirme işinde.
Yeşiller, parti ve siyaset nosyonunu önce altüst ediyor. Toplantılarda kadınlar bebeklerini emzirirken erkekler yün örüyor. İşte bizim yeni politika anlayışımız! Takım elbise kravatlı politikaya, küçük burjuva aileye, Nazi artığı anne-babalar kuşağına cesur bir savaş ilanı. Katılım büyük harflerle yazılıyor. Solun tanımı, yeni sosyal hareketleri kucaklayacak biçimde değişiyor : Feministler, eşcinseller, komüncüler, çevreciler, Kızıl Ordu Fraksiyonu´ndan arta kalan ve adi komünizmin "K"si ile başlayan "K grupları" ile kol kola giriyor. Hedef: Köklü bir toplumsal dönüşüm.
Yeşiller meclisteki ilk toplantıya yün kazakları, uzun saçları ve ellerinde birer saksı çiçekle giriyorlar. Büyük bir devrim! Politika asık suratla yapılan ciddi bir iş değil, adeta bir eğlence. Örgütlenme değil mahalle, ev düzeyinde yaşanıyor. Berlin gibi büyük kentlerde gayrimenkul spekülasyonu yapan simsarların boş tutup yıkıma terk ettiği binalar işgal ediliyor birer birer. Anarşistlerin kara bayrakları cepheleri boydan boya kaplıyor. Bizim Türkiye´den kaçan solcular da yaşıyor bu evlerde. Yeşiller, onlara her açıdan yardımcı oluyor - para, ev, oturma izni, iş... Yalnız Türkiye´den gidenler değil, Güney Amerikalılar, Afrikalılar, Asyalılar - hepsi olağanüstü bir dayanışmayla kucaklanıyor. Her yerde And dağlarının flütleri, Theodorakis eşliğinde sirtakiler, sokak şenlikleri, dans.
1980´lerin sonu
Aradan geçen on yıl her şeyi değiştirmiştir artık. Neoliberalizm, karşısında ciddi bir alternatif bulmadığı için yükselişte. Duvar yıkılmış, solun buruk bakışları arasında müthiş bir milliyetçilik şahlanmış, Neonazizm yükselişe geçmiş, Doğu Almanlar reel sosyalizmden refah cennetine akın akın... Yeşiller de artık 30´lu yaşların sonlarındalar. Komünler birer birer kapanmış. Kim bulaşık yıkayacak, çocuğa bugün kim bakabilir, sen görevlerini yerine getirmedin, biz çalışırken sen iş bulmuyor oturuyorsun - toplu yaşam çok yorucu. "Ben artık kafa dinlemek istiyorum" diyen kendi evine. Zaten herkes artık "eş"ini bulmuş. AİDS monogam yaşama dönüşü hızlandırmış. Yıllardır "proje" bazında çalışılan işyerleri kalıcılaşmış, kurumlaşmış. Çoğu sosyal bilimler, felsefe, tarih gibi branşlardan gelen Yeşiller, kendilerine orta sınıf bir hayat çerçevesi kuruyor . Solculuk hızla nostaljiye dönüşüyor.
Çünkü Almanya gibi ileri kapitalist bir ülkede düzen kendini çıplak baskıya gerek duymayacak bir sinsilikle dayatıyor. Doğrudan baskıya muhalefet "kolay". Bu sübtil baskı ise kemiklere işleyen berbat bir şey. İktidar, para, refah en büyük rüşvet. Açlık, yoksulluk, alternatifsizlik binlerce kilometre uzakta. Fedakarlık, yalnız başına kalabilmek, feragat etmek gerekiyor. Yeşiller sözde eşitlikçi ve enternasyonalist, fiiliyatta refah milliyetçisi olmaya eviriliyor.
Düzene entegre olmak istemeyenler, İtalya´da, Yunan adalarında kendilerine "alternatif" yaşamlar kuruyorlar. Kimse artık onları ciddiye almıyor. Eyalet seçimlerinde birbiri ardından gelen başarılar, Yeşiller´i nihayet üçüncü parti konumuna yükseltiyor. Ekolojik dönüşüm talepleri artık Alman toplumunda düzenin parçası. Çernobil´den beri nükleer tehlike herkesce kabul edilmiş artık. Geri dönüşümlü ambalajlar, doğal yiyecekler, sağlıklı yaşam... Ekoloji, sanayie dönüşmüş . Biriktirilen paralarla Toskana´da bağ evleri satın alınıyor, dayanıp döşeniyor - tabii hep "ekolojik bilinçli" ama pahalı masif ahşaptan!
Petra Kelly , gidişatın karşısında umutsuzluğa düşenlerin başında. Hayat arkadaşı, eski ordu subayı, sonrasının sıkı pasifisti Gert Bastian, 1992 yılının soğuk bir gecesinde beylik tabancasıyla her ikisinin de yaşamına son veriyor. Ölmeden önceki son fotoğraflarında Petra Kelly solgun, kederli. Yeşiller´in yediği ilk kahraman , bu küçücük dev kadın.
Ve Yeşiller, aralarındaki son solcuları da partiden uzaklaştırıyor. Sosyalizm mi? Diskredite olmuş bir ütopya... Tek gerçekçi olan reformlar değil mi? Hayalleri bırakıp gerçeğe ayak uydurma sürecinde, eskinin olmazsa olmaz ilkelerinden rotasyon da rafa kalkıyor. Partinin bir başkanı olmaması ilkesi de. "Çok emek verenler", az emek verenlere ve tecrübesi olmayanlara koltuk kaptırma niyetinde değil. Bu kadrolardan biri, şimdiki Dışişleri Bakanı Joschka Fischer.
Fischer, 68´lerde sokağa çıkmış ama pek öne çıkmamış. Hiçbir harekette çok aktif olmamış. Şişman gövdesini maraton koşarak eriten Fischer, "kaya gibi irade" sahibi. Fischer, Yeşiller´in "Realo" adı verilen "Gerçekçiler/Realistler" kanadının başını çekiyor (çömezlerinden biri de "bizim" Cem Özdemir).
Gerçekçiler, hareketin başındaki "Gerçekçi ol, imkansızı iste" sloganını "Gerçekçi ol, sadece yapabileceğini iste"ye dönüştürüyor - yahu, biz bunu bir yerlerde duymuştuk, demeden. Artık üstlerde ceket kravat var, altta blucin kalsa da. İtalyan restoranlarında Chianti eşliğinde yapılan iktidar hesapları var. Cuntalarından kaçan mazlumlar ise ya birer birer ülkesine dönmüş, ya da düzenin bir ucuna yamanmış, ırkçılık kokan bir toplumda eski hayalleriyle yaşamayı sürdürüyor. İşgal edilen evler legalize olmuş, orta sınıf Yeşiller´in ailelerine kalmış. 1 Mayıs gösterilerinde sokak, "otonom"lara, yani genç anarşistlere ve bizim Türk, Arap gençlerine ait. En alttakiler çünkü onlar hala. Ama yalnızlar. Çünkü Yeşiller onların "maço"luklarını, eğitimsizliklerini, saldırganlıklarını keşfetmiş. Bunlar kültürel özellik sayılıyor! Sol-muhalif düşüncenin yüz yıldır ürettiği bütün analizler kütüphanenin tozlu raflarında. Yaşasın "ideolojinin ölümü"!
Sınıf, ekonomik bağımlılık ilişkileri, diyalektik analiz - hepsi artık geçersiz. Geri bıraktırılma yok, sadece "gelişmekte olmak" var. Sınıf yok, kesim var. Bağımlılık yok, becerememek var. Irk yok, kültür var. Alternatif yok, kapitalizm var. Varılan noktanın ne kadar ideolojik olduğu es geçilmekte.
Yıl 1998
Yeşiller, uzun koşularında artık hedefte. Çünkü Sosyal Demokrat Parti´yle (SPD) koalisyona girerek Almanya´da iktidar koltuğundalar. Artık nerdeyse taptıkları liderleri Fischer, başbakanın sağ kolu olarak Dışişleri bakanı. Çevre bakanlığı da tabii Yeşiller´in. İlk iş olarak, kuruluş nedenlerinden olan nükleer santrallerin kapatılmasını getiriyorlar masaya. Patronlar ayaklanıyor: Olmaz! SPD işverenlerle kol kola. 30 yıllık bir "nükleer enerjiden vazgeçme" planı yapılıyor. Eh, o zamana kadar kim öle kim kala. Yeşiller bunu seçmenlerine, artık hep kullanacakları bir argümanla satıyor: "Eh, elimizden başka bir şey gelmiyor, ne de olsa koalisyonun küçük ortağıyız. Elimizde olsa...."
Bu acı ilaç yutulurken Yeşiller, ülkedeki yabancılara, özellikle 2,5 milyon Türkiyeliye yıllardır istenen çifte vatandaşlığı gündeme taşıyor. Ama gönülsüz yaptıkları atak yine SPD´den dönüyor. Hiç değilse Alman vatandaşlığında kan bağı ilkesi kalkıyor mecliste. Yüz yıllık bu kanunun zaten miladı çoktan dolmuş. Reform paketi yabancılara çok bir şey getirmiyor. Ama bunu da Yeşiller başarı diye satıyor.
Bu arada Kosova operasyonu Yeşiller´i hayli terletiyor. Fischer ve şürekası, "Savaş istemeyiz ama bu gerekli" diyor ve Almanya, Balkanlardaki maceralarına atılıyor - zaten Yugoslavya´yi bölen de, Hırvatistan ve Slovenya´yi jet hızıyla tanıyan eski Alman Dışişleri Bakanı Genscher değil miydi? Kim bilir?! Yeşiller bilmez. Dış politika, güç ilişkileri, çıkar savaşları, büyük oyunlar - bunlar Yeşiller´in ufkunun çok ötesindedir. Onlar artık işin ekonomik ve politik boyutlarına kör, soyut bir "insan hakları" gözlüğüyle bakıyorlar dünyaya. Açlık, eşitsizlik ve insan hakları arasındaki korelasyon bile fazla geliyor. Almanya silah mı satacak? Aman, insan hakları çiğnenen ülkelere değil! Bu arada aynı ülkelere yaptıkları ihracatla zenginliği sürdürmeleri es geçiliyor. Ülke içinde konformist oldukça, dışarıya karşı "devrimci"leşiyorlar .
Derken deli dana hastalığı patlak veriyor. Ekoloji partisinin Tarım Bakanı, on binlerce hayvani BSE tehlikesi nedeniyle, yani et satışları ve ihracatı düşmesin diye, sağlıklı oldukları halde telef ediyor. Bu korkunç hayvan katliamını satması çok zor oluyor Yeşillerin - ama onlar zaten çoğunlukla vejetaryen!
İşte 90´ların başında, aralarındaki son solcuları da tasfiye edip bugüne gelen Yeşiller, sonunda uzun ölümleri ile artık karşımızdalar . 11 Eylül terör olayı ve ABD´nin Afganistan´a açtığı aşağılık savaş, bırakın "terör" denen kaypak deyimi, dünyanın hiçbir ilişkisini tahlil edemeyen Yeşiller´in solun son noktalarından da uzaklaşmalarını beraberinde getiriyor. Yola "NATO´dan çıkılsın, Alman ordusu lağvedilsin" diye çıkan Yeşiller, geçen hafta sonu yaptıkları tarihi kongrede Alman askerlerini Afganistan´a yollamaya karar veriyor.Gerekçe yine çok gerçekçi: Aksi yönde karar alırsak iktidardan ayrılırız ve ilk seçimlerde meclise giremeyiz. Yeşiller, SPD´nin kuyruğunda, "Aman rüştümüzü ispat edelim" telaşında, sonunda en önemli ilkelerini ortadan kaldırıyor. Yeşillerin bugünkü noktasını en iyi ifade eden yine Fischer: "Ben", diyor Alman Dışişleri bakanı, "önce Almanya´nın çıkarları na bakarım". Söze hacet var mı?
Başta Daniel Cohn-Bendit olmak üzere önde gelen Yeşillerin "Avrupalı kimliği"ne yapışması da, AB´nin global güç oyununda nasıl bir aktör olmaya evrildiğini gizlemeye yetmiyor. "Terör İttifakı" bu maskeyi iyice düşürüyor. Gerçek şu ki, Yeşillerin çoğu dünyaya Bush´unkine tıpatıp benzeyen " bizim medeniyetimiz " gözlüğüyle bakıyor. Hatta feministler, Afgan kadınlarının kurtuluşunu bu savaşın iyi bir sonucu olarak kutlayabiliyor artık.
Yeşiller aslında ölüme yatmakta haklılar: Artık ne Almanya´da, ne de dünyada onlara gerçekten ihtiyaç kalmadı. Sosyal demokratlardan ve liberallerden farklı hiçbir şey söylemiyorlar ki. Dünyada eşitlik ve demokrasi için mücadele edenlerin karşısına düştüler. Yeşiller, kendilerini gereksiz hale getirdi .
Artık gereksizler, çünkü günümüzde ve gelecekte dönüşüm, küreselleşen kapitalizme ve militarizme karşı gerçekten demokrat, eşitlikçi, gerçekten sol, insani seçenekler geliştirmekten geçiyor . Yeşiller, 80´li yıllarda büyüdü, 2000´lerde öldüler. Çünkü dünyanın sorunları, onların boyunu ne yazık ki aştı.
Yeşillerin macerasından Türk solu için de çıkarılacak önemli dersler var . Bunların neler olduğu, hareket-parti tartışmasından başlanarak koltuk sevdasından entelektüel düzeysizliğe, enternasyonalizmden milliyetçiliğe kadar uzun uzadıya tartışılabilir ve tartışılmalıdır. (DZ/EK)