Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen 400 katılımcı Beyrut´ta üç güne yakın değişik atölyelerde tartışmalar yaptılar. Konuşmaların eksenini, DTÖ´nün kurulduğu yedi yıldan bu yana Güney´in refahına hiçbir katkı sağlamadığı oluşturdu.
Dünya ticareti sürekli artıyor ama Kuzey-Güney arasındaki fark kapanmak yerine giderek açılıyor.
Kuzey´in zengin ülkeleri Güney pazarlarına açık girişe sahipken, kendi pazarlarını korumacı gümrük duvarlarıyla örterek Güney´in serbest ticaretten pay almasını önlüyor.
Tutulamayan vaadler
Dünya çapında "serbest pazar"ın bu tek taraflı işleyişi üzerine geçtiğimiz günlerde önemli bir rapor yayımlandı. 120 ülkede faal bir NGO olan Oxfam´ın "Tutulmayan Sekiz Vaad" ("Eight Broken Promises") adlı çalışmasında şu saptamalar var:
* Yoksul ülkeler 80´li yıllardan beri gümrüklerini (ortalama) yarıya indirdiler ve pazarlarını Avrupa ve ABD´nin çokuluslu şirketlerine açtılar.
*Fakat Batı, kendi pazarlarını hala Afrika, Asya ve Güney Amerika´dan rakiplere kapalı tutmayı sürdürüyor.
Oxfam, Batı devletlerini "çifte standartlı ve çatal dilli" davranmakla suçluyor. Gelişmiş ülkelerin gümrük ve ticaret duvarlarını bütün vaadlere rağmen indirmemesi sonucu gelişmekte olan ülkeler (Türkiye dahil) yılda toplam yüz milyar doları aşkın bir kayba uğruyor. Örneğin Bangladeş, Batı ülkelerine yolladığı bir mal için, onlardan ithal ettiğine kıyasla 4 kat fazla gümrük ödüyor.
Oxfam´ın uzmanları, uluslararası ticaretin, yoksullukla savaş ve gelişmenin motoru olabileceğine inanıyor. Hesaplarına göre, dünya ticareti hacmi sadece yüzde 0,8 oranında artsa bu, yoksul ülkelere bugün gelişme yardımı adı altında aldıkları paralardan fazla gelir getirecek.
Kapatılan pazarlar ve Üçüncü Dünya
Türkiye için bir başka saptama da çok önemli: Batı´nın pazarlarını en çok kapattığı iki sektör, tekstil ve tarım sektörü. Mesela Kanada, ayakkabı, çanta ve tüm diğer deri mamullere diğer ithal ürünlerden iki kat gümrük alıyor.
Üçüncü Dünya´dan (ve tabii Türkiye´den) gelen tekstil ürünlerinin yüzde 80´i kontenjana tabi. (Yani sınırlamaya uğruyor. (Türkiye şimdi antiterör koalisyonuna katılım karşısında bu kotaların indirilmesini ve ABD pazarının açılmasını istiyor ama, bu olacak mı?)
Tarım alanında da benzer ihracat kısıtlamaları yaşanıyor. OECD´deki 30 zengin ülke, her yıl kendi çiftçilerine toplam 350 milyar dolar sübvansiyon ödüyor. Bu, günde 1 milyar dolar demek. ABD ve AB yönetimleri, yoğun sübvanse ettikleri tarımsal ürünlerinin ihracat fiyatlarını böylece aşağıda tutmayı başarıyorlar. Bu ise Üçüncü Dünya´daki küçük köylüyü iflasa itiyor.
Mısır eken Meksikalının hezimeti
Oxfam´ın uzmanları Meksika´da mısır eken köylülerin nasıl ABD´den gelen sübvanse edilmiş mısır karşısında iflasa sürüklendiklerini anlatıyor. Aynı şey Haiti´de de pirinç için yaşanmış ve binlerce çiftçi iflas etmiş.
Sanayi ülkelerinin yetkili bakanları, 1996´da Singapur´daki DTÖ Konferansı'nda bu konuda birşeyler yapmaya söz verdiler. "En Az Gelişmiş Ülkeler" (Least Developed Countries - LDC´ler)in 49´u için, yani en yoksullar için yakında gümrükleri ortadan kaldıracağız dediler. Ama bu gerçekleşmedi.
Kağıt üstünde kalan
Halen LDC denen bu en yoksul ülkelerin ABD ve Kanada´ya ihracatının yarısından fazlası yüzde 5´i aşan gümrüklere tabi. Avrupalıların "Silah Dışında Herşey" ("Everything but Arms") adını verdiği aynı yöndeki inisiyatifi de kağıt üzerinde kalmış.
AB hükümetleri gayet bilinçli kararlarla şeker ve pirinç gibi ürünlerin ithalatını engelliyorlar. Çünkü Batı´daki güçlü çiftçi lobileri liberalleşmeye karşı çıkıyor. Ulusal çıkarlar her zaman ağır basıyor.
Bu tek yanlı ticaret politikalarının en ağır vurduğu kıta ise Afrika. Afrikalılar, dünyada globalleşmenin yararlarının dışında tutulan insanların başında geliyor. Dünyadaki insanların yüzde 12´si Afrika´da yaşıyor ama, Afrika global ihracatın sadece yüzde 1´ini yapabiliyor . Bu oran 1970´lerde tam 4 kat fazlaydı.
Patentler ve Afrika
...Ve Afrika aynı zamanda Batılı ilaç tröstlerinin katı patent politikaları altında en çok ezilen bölge. İlaç şirketleri, bir zamanlar TRIPS adli bir DTÖ Anlaşmasının uygulanmasında hala ısrarlılar. "Trade-Related Aspects of Intellectual Property Rights", yani kısaca buluşların patentini belirleyen bu anlaşmaya göre şirketlerin 20 yıllık bir patent hakkı var. Ama istisnalar da belirlenmiş: Örneğin "ulusal sağlık felaketi" durumu.
Yılda milyonlarca kişinin AIDS gibi bulaşıcı hastalıklardan ölüyor olması bile bu "istisna"nın uygulanmasını sağlamıyor. Güney Afrika AIDS´e karşı ucuz ilaç kullanacağını açıklayınca aralarında birçok Amerikan şirketi olan 39 ilaç şirketi, Güney Afrika hükümetini mahkemeye verdi. Washington onları destekledi. Oysa, ABD´de şarbon (antraks) tehlikesi ortaya çıkınca, ABD hükümeti patent anlaşmalarını tanımayacağını açıkladı ve örneğin Alman Bayer firmasının antibiyotiği Cibrobay´in fiyatının düşürülmesini sağladı. Bu da çifte standartların yeni bir örneğiydi.
İç işlerine karışma
İşte bunların konuşulduğu Beyrut toplantısında Third World Network´ten (Üçüncü Dünya Ağı) Afrika Bölümü Başkanı Tetteh Hormeku, DTÖ´nün devletlerin içişlerine karışmanın da bir aracı haline getirilmesini de eleştirdi.
GATS (Hizmet Sektörü Anlaşması) çerçevesinde eğitim, sağlık gibi temel hizmetlerin de özelleştirilme baskısı çok tehlikeli. Ülkelerin sağlık sektörleri böylece dünya çapındaki özel sigortalara açılıyor. Ayrıca telekom, banka ve turizm sektörlerinde de özelleştirmeler daha çok Kuzey´in tekellerine yarıyor.
Olumsuz gelişmeler yalnız yoksul Güney´de yaşanmıyor. Beyrut´taki toplantıya İngiltere´den katılan bir delege,ülkesinde kamu taşıma araçlarındaki ve telekomdaki özelleştirmenin vatandaşı nasıl olumsuz etkilediğini anlattı. Hizmetlerin aşırı pahalılaşması ve ağırlığın otomobil sahiplerine kayması, yoksul kesimleri etkiliyor. Özelleştirmenin en önemli olumsuz etkisi de işsizliği artırması ve maaş ve ücretlerin düşürülmesi.
11 Eylül'den sonra ilk
Beyrut´taki alternatif Anti-DTÖ zirvesi ayni zamanda ABD´deki saldırılardan sonra globalleşme karşıtlarının bir araya geldiği ilk toplantı oldu. Afganistan´daki savaş ön planda tartışıldı. Toplantının sonuç bildirgesinde ABD saldırısının derhal durdurulması ve ayrıca Irak´a ambargonun da kaldırılması talep edildi.
Irak´tan Beyrut´a gelen muhalif bir kadın grubunun delegeleri, ambargonun Saddam rejimine değil halka zarar verdiğine ısrarla dikkat çektiler. Bildirgede Filistinlilerin özerk devlet hakkı da yer aldı.
Katar'da olağünüstü güvenlik
DTÖ´nün Katar´daki toplantısı ise olağanüstü güvenlik önlemleri altında sürüyor. Aşırı pahalı oteller ve Katarlı yetkililerin NGO´lara yalnız 300 vize vermesi, alternatif örgütlerin bu kez konferanstan uzak kalmasına yol açtı. Bu 300 vizenin yarısı da yari-resmi lobilere gitti. ABD ve AB ülkelerinin şu baş amacı, yabancı sermayenin dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması ve yeni ihale yasalarının dünya çapında yaygınlaşması.
Güney'in 100´ü aşkın ülkesinin birleştiği G 77´ler ve Çin, DTÖ toplantısından önce bir deklarasyon yayınladılar ve uluslararası ticaretin kendi ülkelerinin gelişimine hizmet etmesini beklediklerini vurguladılar. Birçok DTÖ kuralının değişmesini istediler. AB ise, "istediğiniz değerlendirmeleri ancak bizim yeni kurallarımızı benimserseniz yaparız" diyorlar.
Kuzey, en çok Güney´in "serbest dolaşım" talebine kulaklarını tıkıyor. Sermayenin ve malların serbest dolaşımına karşın insanların seyahat hakkı kısıtlanmaya devam ediliyor ve bunun değişmesi beklenmiyor: Herkes yerinde kalmalı, yoksullar zengin ülkelere gelmemeli, iltica vb. haklar bile kısıtlanmalı. Zengin Kuzey, Güney´den yalnız ihtiyacı olan kalifiye işgücünü almak istiyor, bu ise Güney´in yetişmiş işgücünün de kaybına yol açıyor.
Dakar'a gidemeyenler heryerde
Dakar´a gidemeyen küreselleşme eleştiricileri ise bugün ve yarın dünyanın dört bir yanında protesto için sokaktalar. Sendikaların, ATTAC gibi etkin grupların ve solun başını çektiği gösteriler, süren savaşa da karşı çıkıyor. Alman gruplar ve IG Metall gibi ülkenin en büyük sendikaları, özellikle Almanya´nın Afganistan´a asker göndermesini eleştiriyorlar. Finlandiya´dan Portekiz´e, ABD´den Japonya, Avustralya, Hongkong ve Hindistan´a kadar dünyanın dört bir yanında yüzbinlerce kişinin katılacağı toplantılarda, atölye çalışmaları, gösteri yürüyüşleri ve "uyarı nöbetleri"nde sloganlar hep ayni: " Dünyamız satılık değil" ve "Başka bir Dünya Kurabiliriz".(NU)
---------------------