Sanırım sözün belki de en sonunda ya da yakışabilecek yerinde söylemem gerekeni, başında ifade edeyim de meramım anlaşılır ve hissedilir olsun.
Biz, bütün hikayemizi ve dahi geçmişimizi, o bazalt taş evlerin avlularından, önce sokağa, sonra şehre, en sonunda da geçmişten bugünlere taşıdık.
”Ee, taşıdınız da ne oldu?” diye sorabilir birileri.
Çok şey oldu. Bize, unutturulmaya çalışılan, ısrar edilen yaşam üzerinden kurulu asi ve serdengeçti şehir kültürümüzü unutmadık-unutturmadık.
Hatta unutulmasın diye her daim canlı tuttuk. Bize dayatılan şatafatlı ve bize ait olan mekanlardaki yaşam ve düzen kültürü ile donatılı hayatları-tercihleri elimizin tersiyle ittik. ‘Bu bize ait olan değil’ dedik.
Çünkü biz biliyorduk ki;
Taşlardı beka, taşlardı ebediyet, taştan başka geriye ne bırakacaktı ki o tek dişi kalmış 'medeniyet'.
Onikibinbeşyüz yıl evvel avuç içine sığan lavın taşlaşmış halinin işlenmiş ana rahmiydi bizi biz eden.
Boşuna mı demiştik bu coğrafyanın çocukları aslanın ağzından su içerken taşı sular…
Ateşi ve ihaneti görmüştük kadim zamanlardan bu yana. Bir kılıcın menevişine bulanan kanı görmüştü eski zaman şehirlileri ve "Budur hikâyatınız” demişlerdi.
Dönün yüzünüzü tan yeri atanda güneşe doğru ve bir daha dönün yüzünüzü gün batanda giden aydınlığın ruhuna.
Öyle de yapmıştık dünya var oldukça.
Şimdi kadim zamanlardan tuhaf zamanlara kaldık. Gele gele bu oldu bahtımıza düşen…
Biz yine de “aidiyet diri tutar” deyip peşisıra gidelim…
Not: Udi Yervant’ın Serencamı söyleşi ve kitabının imzası 8 Aralık 2024 pazar günü saat 16.00’da tüyap Diyarbakır kitap fuarında olacak. Bekleriz…
(ŞD/HA)