Hiç Dersim'e gittiniz mi?
Ben gittim. Birkaç defa. Her gidişimde, 1915'in ve 1938'in başka başka hikayelerini dinledim, utandım. Dersim, şehre girdiğiniz anda, size selam veren herkesin su birikintilerini gösterip buralar kan aktı dedikleri bir kenttir.
O kanın ne zaman aktığını sorarsanız, alacağınız yanıtlar farklılık gösterir. 1915'i de anlatırlar, 1938'i de.
1915'te komşularını, Ermenileri korumak için hayatlarını tehlikeye atan Dersimliler vardır bir, bir de yıllar sonra Ermeni olduklarını öğrenen Dersimli dönüşmüş Aleviler.
Dersim Ermenileri, son birkaç yıldır artık geçmişlerini aramaya, gerçeklere bakmaya başladılar.
Okumadıysanız mutlaka okuyun, dün Yavuz Semerci Gazeteport'taki ve Habertürk'teki köşesinde noktayı koymuştu aslında:
"Madem Dersim'i yine tartışmaya açtınız bir Dersimli ne ister, kendi adıma söyleyeyim...
"Ne bir özür bekliyorum, ne de bir jest... Ne tazminat bekliyorum, ne de acıma... Ne de kim suçlu, kim haklı tartışmalarını duymak... Ben ne olduğunu çocukları bile namlunun ucuna koymaktan çekinmeyenler emirleri kimden aldığını da biliyorum. Ama bir kez daha duymak istemiyorum.
"İstediğim tek bir şeydir: Aynı gün yok ettiğiniz sülalemin mezar yerlerini öğrenmek istiyorum.
"Bunu da Başbakan Tayyip Erdoğan'dan bekliyorum... Devletten bekliyorum... Etrafını çevirip, saygıyla, örf ve adetimizle dua edeceğimiz çiçek bırakacağımız yerleri bilmek istiyoruz.
"Ondan sonra vatanı kurtarmaya, işinize gelince geçmişle hesaplaşmaya devam edebilirsiniz. Bari kayıplarımızla baş başa kalma insanlığını bağışlayın bize..."
İşte biraz da bütün bunlar yüzünden, dün mecliste, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu'nun söylediklerini okuyunca, utancım arttı.
Kılıçdaroğlu Dersimli ama bugün Taraf'ın son derece haklı başlığında belirtildiği gibi CHP (sendromdan muzdarip) Stockholm milletvekili gibi davranıyor.
Taraf'ın haberinden alıntılıyorum:
"CHP grup toplantısında konuşan Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'ye tarihiyle, Milli Şef dönemiyle ve Dersim Katliamı'yla yüzleşmesini tavsiye eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ağır eleştirilerde bulundu.
"Bu ülkenin Başbakanı'nın zihin haritası Ermeni Diasporası'nın zihin haritasıyla aynıdır" diyen Kemal Kılıçdaroğlu, "Öyle bir gözü dönmüş ki, bu Başbakan yakın bir zamanda bu millete Ermeni Soykırımı iddialarını da dayatırsa şaşmayın" ifadelerini kullandı.
"CHP tarihiyle ne zaman yüzleşecek?" diyen Başbakan Erdoğan'ın CHP'nin tarihine saldırdığını öne süren Kılıçdaroğlu, sözlerine şöyle devam etti: "Kendine gel Başbakan, ne zaman pusulan şaşsa CHP'nin tarihine saldırıyorsun. Senin başka işin yok mu? Sen hangi rövanşın peşindesin? Sen Mustafa Kemal'e bulaşmak ve onu eleştirmek istiyorsun."
Gerçekten merak ettiğim için soruyorum, Kemal Kılıçdaroğlu hiç mi büyükannelerini, büyükbabalarını dinlememiş? 1938'de kendi halkına ne yapıldığını hiç mi sormamış? Hiç mi bilmiyor? 1938'de Dersim katliamını uzaylıların yaptığını mı sanıyor?
Ben Dersim katliamının bütün sorumluluğunu CHP'ye yüklemeyi devletin paçasını kurtarmasının başka bir yolu olarak görürüm. Devlet, CHP, dönemin küçük büyük bütün bürokratları aynı derecede sorumludur.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, hem sorumluluğu almıyor hem de geldiği toprakların bir büyük acısına tersten vuruyor, 'ermeni diasporası' zihniyeti diyor.
Keşke yakınındaki birileri o 'Ermeni diasporası' diye hakaret amaçlı kullandığı tanımlamanın kendi komşularından oluştuğunu söyleyiverse ya da bence son derece doğru bir hareketle, kişisel olarak arayarak, Meclis'e taşıdığı CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'e sorsa da Aygün ona anlatsa.
Ama sahi, Aygün'e karşı başlatılan CHP içi hareketten bugüne geldik değil mi?
Pek tabi Kılıçdaroğlu'nun konuşmasına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın cevabı gecikmedi, bugün konuştu Başbakan.
Konuşmayı duymuşsunuzdur, tekrara lüzum yok ama şu cümle dikkat çekici: 'Eğer devlet adına özür dilemek varsa, böyle bir literatür varsa, ben özür dilerim ve diliyorum.'
Sayın Başbakan, pek tabi böyle bir literatür var, Kanada'dan, İngiltere'ye, Avustralya'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne Almanya'ya, tarih böyle özürlerle dolu.
Ama velev ki, yok, dilemeyecek misiniz? İlle de bir literatür arayışında mısınız? Şimdiye kadar pek çok literatür dışı iş yaptınız, bunda mı literatüre bakıyorsunuz? Yüz binlerce insanı birinci elden ilgilendiren bir acıyı böyle bir siyasi malzeme yapmak hiç mi zorunuza gitmiyor?
Bir de Mehmet Metiner meselesi var tabi. Metiner, siyasi geçmişiyle, Dersim ve benzeri tarihi utançları en iyi bilen siyasetçilerden olmalı değil mi?
Evet. Peki ne dedi? Istanbul Sabiha Gökçen Havaalanı'nın adı değişsin. Çok güzel ve yerinde bir öneri diyelim. Peki yeni isim olarak ne önerdi? Muhsin Yazıcıoğlu ve Turgut Özal. Ben artık buradan sonra bir şey demiyorum. Denmez çünkü.
Ama Sabiha Gökçen Havaalanı'nın adının yarattığı rahatsızlığa bir önerim var. Sabiha Gökçen, Atatürk'ün manevi kızı, Türkiye'nin ilk kadın savaş pilotu... Bu yüzden adı bir havaalanında.
Ama aynı zamanda, bir 1915 yetimi. Hrant Dink'i katledilmeye götüren Agos haberini anımsayın. Peki o zaman, Sabiha Gökçen Havaalanı'nın adını Yetim Sabiha Gökçen Havaalanı yapsak?
Ya da Ruhi Su Havalaanı yapsak? Madem pandoranın kutusunu sırf birbirlerine meclis kürsüsünde saydırmak için, istemeden de açan siyasilerimiz var, bundan faydalansak?
Kutuyu 1938'den alsak, 1915'e taşısak? 1915'in yetim çocuklarını ansak? Ruhi Su'yu ansak? Dersim'i bombalayan savaş pilotu Sabiha Gökçen'i değil de, 1915 yetimi Hatun Sibilciyan'i ansak?
Meclis kürsüsünden, sürülen komşularını hakaret malzemesi olarak kullanan Kılıçdaroğlu'nu ve literatüre yaslanarak özür dileyen Başbakan'ı görünce, tutamadım kendimi, yoksa hiç birinin olmayacağını bilecek kadar uzun zamandır Türkiye'de yaşıyorum, merak etmeyin! (ÇM/BA)