1937/38 yıllarında Dersim'de gerçekleştirilen "tedip ¹ ve tenkil ² harekâtı"ndan 74 yıl sonra hukuksal olarak gerçekleştirilebilecekler kamuoyunda yoğunlukla tartışılmaya başlandı.
Bilindiği üzere Dersim 1937/38 Askerî Harekâtı öncesinde başta Jandarma Genel Komutanlığı, Umumî Müfettişlik olmak üzere idarî, askerî mercilerce Dersim'e yönelik raporlar hazırlanmış ve nihayet 25 Aralık 1935 tarihli Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun kabul edilmiş; neticeten 4 Mayıs 1937 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından alınan bir karar ile Tunceli'de "şedit ³ ve müessir ⁴ " bir askerî harekâtın yapılmasına karar verilmişti.
Askerî harekât sürecinde o tarihlerde yürürlükte bulunan başta mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri olmak üzere birçok mevzuat hükmüne aykırı olarak Tunceli'de (her yaş grubundan ve kadın-erkek ayrımı yapılmaksızın) binlerce kişi kasıtlı olarak vicdansızca katledildi.
Askerî Harekât sürecini takiben binlerce kişi Türkiye'nin çeşitli yerlerine sürgün edildi ve gönderildikleri yerlerde mecburî iskâna tabi tutuldu.
Dersim'de 1937/38 yıllarında birçok çocuk, ailelerinin rızası hilafına cebren ailelerinden alınarak çeşitli ailelere evlatlık olarak verildi ve bu çocukların tamamına yakınından bir daha haber alınamadı.
Tüm bu sürecin Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme'nin 2. maddesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü'nün 6. maddesi hükmü uyarınca soykırım suçuna vücut verdiği açık.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın 23 Kasım 2011'de yaptığı konuşmadaki, "Dersim'de, adım adım çerçevesi çizilmiş, bahaneleri hazırlanmış bir operasyon var. Çeşitli tarihlerde Dersim raporları hazırlanıyor... 1937, 1938 ve 1939 yıllarında Dersim'de maalesef büyük bir dram yaşanıyor. Havadan, karadan, toplarla, hatta gaz bombalarıyla, Dersim'de hareket eden her şey, çocuklar, kadınlar katlediliyor", şeklindeki ifadeleri de bu hususun ikrarı mahiyetinde.
Anılan süreç bakımından hukuksal açıdan neler yapılabileceği önemli.
Bu bakımdan Dersim '38 için başvurulabilecek yargı organları ve hukuk yollarına dair doğru değerlendirmeler yapmak gerekiyor.
Uluslarüstü insan hakları açısından akla gelebilecek Uluslararası Adalet Divanı, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi bulunuyor. Hukuki süreçte bunların yerini kısaca değerlendireceğim:
1. Uluslararası Ceza Mahkemesi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Roma Statüsü'ne Türkiye taraf olmamakla birlikte istisnai hallerde Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararı ile sözleşmeye taraf olmayan ülke yurttaşları hakkında soruşturma açılabiliyor.
Ve fakat Uluslararası Ceza Divanı Roma Statüsü'nün 11. maddesine göre 2002'den önce işlenmiş suçlar UCM'nin yargı yetkisine kesin olarak girmiyor. Bir başka sorun da faillerin hayatta olmaması. UCM, ülkeleri değil kişileri yargılar. Bu bakımdan 38 Soykırımı faillerinin hayatta olmadığı nazara alındığında da UCM'ye başvurunun sonuçsuz bir durum olacağı açık.
2. Uluslararası Adalet Divanı
Uluslararası Adalet Divanı Statüsü'nün 34. maddesi hükmüne göre divan önündeki davalarda yalnız devletler taraf olabilir. Yani, ancak bir devlet başka bir devlet aleyhine Divan'a başvuruda bulunabilir. Bu bakımdan her hangi bir bireyin bu kapsamda bir Dersim '38 mağdurunun Uluslararası Adalet Divanı'na başvurma hakkı ve yetkisi kesin olarak yoktur.
3. Avrupa Toplulukları Adalet Divanı
Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ise Avrupa Birliği'nin (AB) yargı organıdır. Bilindiği üzere Türkiye, AB üyesi değil. Avrupa Toplulukları Adalet Divanı'nın amacı, AB hukukunun, birlik içerisinde her yerde aynı şekilde yorumlanmasını ve uygulanmasını sağlamak. Bu bakımdan Dersim 38 süreci için Avrupa Toplulukları Adalet Divanı'na başvurulabilecek şartlar mevcut değil.
4. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuru açısından ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 34. ve 35. maddelerine göre iç hukuk yollarının tüketilmesi zorunlu.
Soykırım failleri hayatta olmadığından failler hakkında suç duyurusunda bulunulmasından sonuç almak mümkün değil. Çünkü bir kişi hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması açılmasının ilk şartı o kişinin hayatta olması. Dersim '38 Soykırımı faillerinin aradan geçen süre nazara alındığında hayatta olamayacakları açık...
Dersim 38'in hukuksal niteliğinin/sorumluluğunun tespiti açısından başvurulacak yegane hukuk yolu Türkiye mahkemelerinde tazminat davası açmak olur.
Dersim 38 süreci ile ilgili olarak açılacak tazminat davalarında Borçlar Kanunu uyarınca çok ciddi bir zamanaşımı problemi bulunmakla beraber AİHM Büyük Dairesi'nin 17 Mayıs 2010 tarihli Kononov - Letonya kararında da belirtildiği üzere savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı hükümleri uygulanamıyor. Bu konuda henüz Türkiye Mahkemeleri'nden verilmiş bir karar yok. Bekleyip göreceğiz.
Amaca elverişlilik açısından yeterli bir dava türü olmasa da Türkiye Devleti'nin hukuksal sorumluluğunun tespiti, hali hazırda doğrudan mağdur-tanıkların anlatımlarının resmî yargısal tutanaklarla kayıt altına alınmasının zaman bakımından önemi, öldürmelere dair resmî olay tutanaklarının bulunmaması birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen dava türünün kullanılmasının önemi daha da anlaşılır olacak.
Bunlardan başka Dersim adının geri verilmesi 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 2. maddesi hükmü uyarınca Meclis tarafından kanun çıkarılmasına bağlı. Dersim 38 açısından sıklıkla ifade edilen diğer talepler dava ile gerçekleştirebilecek talepler olmayıp anılan talepler yasama organının kanun çıkararak ve hükümetin siyasal kararlar alarak gerçekleştirebileceği taleplerdir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Şark Islahat süreci ile başlayıp Dersim 38, 6/7 Eylül Hadisesi, Maraş, Çorum, Sivas, düşük yoğunluklu savaş konsepti süreci ile devam eden ve temelde Kürtleri, Alevileri ve bir bütün olarak farklı etnik ve inançsal kimlikleri tedip ve tenkil amacı güden İttihat ve Terakki artığı siyasal bir sürece karşı yürütülecek hukuk mücadelesinin genel demokrasi mücadelesinin bir parçası olması gerektiği de izahtan varestedir.
Tüm bu hususların bilinmesi gerekiyor iken yakın bir tarihte Dersim 38'den kaynaklı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı tazminat davası açan 83 yaşında bir 38 mağdurunun hukuksal olarak başvurabileceği tek hukuk yolunu kullanarak hesap sorma isteğini ve adalet arzusunu eleştirmenin vicdanî, anlaşılabilir, iyi niyetli bir yanı bulunmadığı açıktır.
Yaşamının son dönemlerini yaşayan ve 1938 yılında annesi, iki kardeşi ile 16 yakını süngülenerek öldürülmüş kendisi ise süngülenmesine rağmen kurtulmuş bir 38 mağdurunun hukuksal olarak açabileceği tek dava ile hesap sorma arzusunu parayla ilişkilendirip küçümsemek ve bu arzuya her zamanki gibi pusuda bekleyip bir kulp takmak vicdanî olmadığı gibi kimsenin hakkı ve haddi de değildir!'
Açılan bir dava ve TBMM Dilekçe Komisyonu'na gönderilen dilekçelerdeki bir talebi siyasal analize tabi tutup niyet okumanın ve neredeyse katliam mağdurlarına vs hesap sorar hale gelmenin garip olduğu son derece açıktır. (BY/IC)
¹ Uslandırma, ² Yok Etme, ³ Sert, ⁴ Etkili