Bosna, Kosova, Makedonya, Karadağ vb. bölgelerde yüz binlere varan Müslüman katliamlarını seyreden ve hiçbir karar alamayan AB, bu defa, uzun yıllardan beri Ortadoğu petrollerinin yakınında bulunma ve kontrolüne kavuşma sevdasının esiri olarak, bu bölgeye Irak yolu ile tam yerleşebilecek Amerika'ya karşı tepki gösterdi. ABD-AB arasındaki ciddi ekonomik çatışma genişleyerek politik alana da sıçramış oluyor.
Ekonomik Çatışma Politik Alana Sıçradı
Bu iki devin ekonomik yönden sürdürdüğü çatışmayı bir başka değerlendirme konusu yapacağız. Bugün bu satırlarla gittikçe büyüyen, Irak'a saldırı ile ilgili, bir ABD-AB politik anlaşmazlığından söz edeceğim.
Amerikan kamuoyu Irak saldırısı için ne diyor? Anlaşmazlığı çözebilmek için, saldırı durumunda olanın durumunu irdelememiz gerekiyor. Bunu ortaya çıkaracak yayınlar sürekli yapılıyor. Örneğin, yayın ortamında dünya çapında üne kavuşmuş iki yayıncı - Lewis Lapham, Harper's Magazini Baş editörü ve Dee Kruger BBC Simpson World Programı yöneticisi- teknolojinin son olanaklarını kullanarak New York'ta Broadway'de bir gezinti yaparak, ABD'nin Irak'a olası saldırı konusunu hareket halindeyken ekranda tartıştılar. (BBC World, Simpson World, Saat 21:30, 11 Şubat 2002) Yaklaşık bir saate yakın süren bu konuşmaları dinleyen bir insan, Amerika'nın Bush yönetimi ile sorunlar yaşayacağını kolaylıkla anlayabiliyor.
ABD'lilerin Çoğunluğu Saldırıya Sempati İle Bakıyor
Konuşmanın ayrıntısına girmeden sadece sarf edilen sözlerden çıkarabildiğim özeti sunacağım:
* Amerika'da bir kesim halk sebebini bilemediği bir çatışmada, Vietnam'da olduğu gibi organları dışarı dökülmüş Amerikan asker ölülerini görmek istemiyor.
* Buna karşın, 11 Eylül felaketinin yarattığı psikolojik etkileri henüz üzerinden atamamış ve gerçekte fani yaşamdan habersiz bir büyük çoğunluk da Bush'un saldırıya dönük girişimlerine sempati ile bakıyor.
* Bazı kaynaklar olayın petrol şirketlerince yönlendirildiğini ileri sürerken; bir başka grup, Enron'un yaptıklarını ve onunla Bush yönetimi elemanlarının çok önceden kurdukları ilişkileri örtbas etmek için halkın duyarlılığının kullanıldığına inanıyor.
* Şahinler ise söylemlerini sürdürüyor. Richard Perle: "Size garanti veriyorum, eğer biz terörizme karşı kendimizi korumak ile müttefiklerimizin istekleri arasında bir seçim yapma durumunda kalırsak, biz kendimizi terörizme karşı tek başımıza koruyacağız." Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz: "Farklı müttefikler farklı görevler içindir. Batı savunma ittifakı yeni çağda yeni olanaklarla karşılaşmakta. Beklemek için zaman yok."
* Şahinlerin ifadeden kaçındıkları cümleyi biz kurabiliriz: İster katılın, isterseniz katılmayın, biz bu işi yapacağız. (Dünyaya Karşı Bush, Sedat İlhan, Gözlem, 11 Şubat 2002) Güvercinlerin temsilcisi olarak nitelendirilen ABD Dışişleri Bakanı, Kongre'de yaptığı konuşmada, "Irak'a saldırı için bir plan yok, sadece rejimin değiştirilmesi yolunda bazı değişik seçenekler üzerinde duruluyor" diyor.
Psikolojik-politik çelişki
Bütün bu karşıt görüşlerin değerlendirilmesinden özetle şu sonuç çıkıyor:
Terörizm ile savaş konusunda Amerika'nın büyük bir psikolojik-politik çelişkinin içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumdan her an için ani bir hareket beklenebilir. Elli bin Amerikalı'nın hayatına malolan ve olumsuz sonuçları etkisini sürdüren Vietnam savaşı'nın neden ve niçin yapıldığı bugün hala tartışma konusuyken, buna bir de şer ekseni saldırı girişimini eklemek Amerikan sosyal yapısını ve dünya istikrarını sarsacak bir durum yaratabilir.
AB ne diyor araştırmasına girdiğimizde, kullanılan lisanın çok ölçülü ve fakat sertliğinin anlaşılabilir olduğunu görüyoruz. Kullanılan dil çok önemli olduğundan bazı deyişlerin İngilizcelerini de belirtmek durumunda kaldım.
Yayın organlarının izlenmesinde AB ülkelerine ağırlık verildiğinde bir gerçekle karşılaşıyoruz: AB, Amerika'nın bu konudaki politikasını mutlakiyetçi (Absolutist) ve kolaya kaçan basit (Simplistic) olarak niteliyor. Eğer Amerika tek yönlü bir girişimde (Unilateralist overdrive) bulunursa, Avrupa yönetimlerinin bu girişimin sakıncalarının hemen dile getirileceğinden söz ediliyor.
AB'nin yaklaşımı
İran-Irak ve Kuzey Kore ülkelerini Şer Ekseni -Axis of Evil ilan eden görüşe karşı ise bu çevreler, daha sert bir ifade kullanarak, bunun düşünce dışı bir politik değerlendirme olduğunu söylüyor. Bütün bu ifadelerin arkasında görünen ise AB'nin terörizm ve çıkar anlayışıdır. AB olayın başından beri terörizm ile savaşta ülkeleri yok etmenin bir sonuç vermeyeceğini, esas olanın onları kazanarak içindeki hastalığı iyi etmek olduğu anlayışını taşıyor. İran ile kurduğu yapıcı diyalog (Constructive dialog) ile Amerika'nın sonuca gitmeyecek ve sözde kalabilecek (More rhetoric than substance) girişiminden daha iyi sonuç alacaklarına inandıklarından, ABD'nin ambargo isteklerini dikkate almadan bu ülke ile yakın ilişki sürdürdüklerini açıklamaktan çekinmiyorlar.
Amerika'nın Şer Ekseni ve Irak'a saldırı düşüncelerinin akılcı bir politika ile saptanmış bir fikir olduğuna inanmakta güçlük çektiklerini ifade eden (Find it hard to believe that's a thought-through policy) AB Dışişleri Bakanları, 9 Şubat tarihinde bu konuyu saatlerce tartıştılar. İran ile ilişkiler konusunda daha ileri giderek, uyguladıkları bu politika ile Hatemi'nin başkanlığındaki hükümeti devrimci girişimlerinde cesaretlendirdiklerini söylüyorlar.
Terörizmin kökü ve AB'nin yaklaşımı
Bir ölçüde bu görüşe hak vermemiz gerekiyor. Çünkü, Amerika'nın Şer Ekseni suçlamasından sonra İran'da devrimciler ve muhafazakarlar, Amerika ve Batı'ya karşı bir cephe oluşturdular.
AB-İran ilişkileri Eylül 2001 tarihinde liderler düzeyinde bir ticaret ve işbirliği anlaşmasının kararlaştırılması ile başladı. Bu durum dolayısıyla, İran'ı dışlama çabasında olan Amerika'da tepki uyandırdı. Şer Ekseni'nin ilanından sonra da AB sorumluları amaçlarının söz konusu ülkeleri uygar ülkeler toplumunun içine almak olduğunu ve bunların Amerika'nın ileri sürdüğü gibi WMD- Kitle İmha Silahları imal ettiklerinin de doğruluk kazanmadığını söylediler.
Eski Hong Kong Valisi ve şimdi de AB Uluslararası İlişkiler Komiseri Chris Patten "terörizmin kökünün bombadan değil onu üretenden kaynaklandığı ve dolayısı ile yanlış yapan ülkelerin doğru yola getirilmelerinde onlara doğruyu gösterecek işbirliğine yönlenilmesi gerektiği" inancını taşıyor.
Yukarıdaki ifadelerin, Fransız Başbakanı Lionel Jospin'in Amerika'yı tek taraflı davranmaması konusunda ikaz ettiği döneme isabet etmesi, AB görüşünün doğrulandığını belirtti.
Bu görüşlerin belirtilmesinden sonra Türkiye'nin düzenlediği AB-İKÖ Ortak Formu, Amerika'nın dışında da 70 ülkenin biraraya gelerek terörizm için önlemlerin tartışabileceğini göstermesi açısından önemliydi.
Türkiye Saldırıya Katılmama Kararlılığını Göstermeli
Bütün bu görüşlerden sonra, Türkiye'nin bu ülkeleri yok sayarak Amerika ile ortaklaşa bir girişimde bulunması düşünülemez. Ancak, ülke sorumlularımızın Irak'a karşı bir saldırı için işbirliğini kararlı ifadelerle reddetmemiş olması yanlış yorumlara neden olmakta, Türkiye'nin kuzeyde Kürt devleti kurulmaması ve bir harekattan önce danışılması koşulu ile destek vereceği söylentileri yayılmaktadır.
Ayrıca ABD Dışişleri Bakanı Irak'a saldırının tek başına ülkesi tarafından yapılabileceğini de belirtiyor.
Türkiye olarak bizim nasıl hareket edeceğimize ışık tutacak görüş bellidir:
"Büyük ve hayali şeyler yapmadan, yapmış gibi görünmek yüzünden, bütün dünyanın düşmanlığını, garezini, kinini bu memleketin ve bu ulusun üzerine çektik. (..) Biz böyle, yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını artırmaktansa, doğal sınıra, yasal sınıra çekilelim." Mustafa Kemal Atatürk.
Bu temel görüşten hareketle Türkiye'nin, ABD politikası gereği yapacağı bir Irak saldırısına katılmayacağını kesin ve kararlı sözcüklerle ifade etmesi gerekmektedir.(NU)