"Onlar Avrupalı, biz papatya falıyız."
Bu kitabı anlatmak zor. Başlarken; yazarların, giriş yazısında "Herhalde... 'içinizi şunlar acıtıyor da onlar neden acıtmıyor?' diyecek kadar zalim değilsiniz" sorusunu aşırıyor ve "kitabın bütününü yazının kendisi olarak sunma isteğine kapılacak kadar zalim olmamalıyım" diye bir uyarı çakıyorum kendime.
Kitap mı? İki "genç" bir mevzuya tutulmuş, papatya falı bakıyor; Avrupa sevdamızın patolojik hikayesine.
Gençlerden biri kadın dayanışması mücadelesine gönlünü vermiş bir İngilizce öğretmeni, Leyla Saral; diğeri ise Edgar Allen Poe'nin şiirlerini Kürtçeye çevirecek kadar diline ve şiire sevdalı, Sami Hezil
Yazarlar "Bize en iğrenç gelen bir durum(un) bile onların [AB] bedenlerinde makulleşerek sevimli bir hal al(masını)" dert edinerek; eğitimden trafiğe, turizmden kadın sorununa kadar pek çok konuda, "temizlik masraflarından tasarruf üzerine kurulu sosyal devletimiz"e bolca göndermede bulunan ya da "kadına şiddeti körükleyen sevgili atalarımızın güzel sözleri"ne de söz söylemeden geçilmeyen bir kitap kaleme almışlar.
"Ya benimsin ya karatoprağın" yapmayan, vur denilince öldürmeyen, güldürürken düşündüreceğim diye tutturmayan, teğet geçmezsem 12'den vuracağım abartısında yolunu şaşırmayan ve lafın suyunu da çıkarmayan öyle bir üslup tutturmuşlar ki, okuru hiçbir yerlere bırakmadan misafir ediyorlar.
Dahası, hayatımızı çeşitli yerlerde yakalayan çizgileri, Avrupa Birliği örneğinden yola çıkarak keyiflice özetlemişler.
Bize de böylelikle, Avrupa Birliği derdimizde efkarlandığımızı sanarken, kendi hayatlarımızı haber bültenlerinin darboğazında tıkanıp kalmış Türkiye gündeminden izlemek düşüyor.
İki yazar bir olmuş, mağrurluğun çeperinde mağdurlaştırılan hallerimizi başka biçimde hatrımıza koyup kaçarak başlıyorlar yazılarına: "Kitabı karşı duvara fırlatmayın, bu arabesk tepkinin birçok örneğinde görüldüğü üzere bir süre sonra yerdeki mağdur kitabı kaldıran da aynı el oluyor."
Bildiklerimizi farklı yollarla tekrarlamak bir yana, bir sürü yeni şey de öğreniyoruz kitaptan.
Örneğin, kaçımız biliyorduk, Adıyaman'da köylülerin delik deşik yollara ağaç dikerek yaptığı protestoyu?
"AB'nin bana sağlayacağı demokrasi, kendi ülkesinde yok" diyen sanatçıyı hatırlamak isteyenlerimiz olur belki.
Hem kaçımız ahlakla ilişkili her şeyde olduğu gibi, ismi geçince rütbesi sıranın altına düşürülen gülüşmelerin başkişisi olan cinsel eğitim sorununu "muhtelif yerlere istiflenen bilgisayarların internet bağlantıları yapılandırılmadığından, öğrenciler ilk cinsel eğitimlerini internet kafelerdeki pornografik sitelerde aldı" yorumuyla dinledik?
Yazarların 100 Temel Eser listesi içinse yeni bir önerisi var: Bugün elinizden düşürmediğiniz kitapları torunlarınız için saklayın!
Leyla ve Sami, "spor arabasıyla hız sınırını aşıp geçen biriyle, altı delik ayakkabısı ile geçen lise öğrencileri Avrupalı kapı memuru için uzun bir mesainin renkli kareleri olacak"sa, "Ahır Kapı'yı" "AB Kapısı"na feda etmem diyor kısaca. "Feşmekan ağabey"lerden ombdusmanlara evrilen işlerimizin hallinde başvurulacak merci arayışımızın mercinin maharetine bakmaksızın devamındaki ısrarın, adeta "duyarlı vatandaş aşısı" önerisi ile gelen vaadlerin peşine düşmüşler çünkü.
"Hayatımız değil ama hayati derecede önemli harcamalarımız ucuzlayacak" derken takıldıkları ironi ya da "vücudumuzda ağrıyan yerimiz olunca birden kırmızı ışık yanacak ve patron bize izin verecek" sözleriyle dikkat çektikleri riyakarlık, AB sürecinde imrendirildiğimiz elma şekerlerinin AB'nin gecikmiş kasalarında çoktan çürüğe çıktığını fısıldıyor.
Ama bunu yaparken "Yıllardır yüzüne tükürdüğümüz çevrenin ayaklarına kapanıp af dileyecek miyiz?" sorusunu sorarak çuvaldızı kendine batırmaktan da, kendi gündemini oluşturup kendi önceliklerini kurmak yerine siyasi argümanlarla şartlanmaları eleştirisi ile demokratik kitle örgütlerine söz atmaktan da erinmiyor.
21. yüzyılın en popüler siyaset yapma biçimi olarak "komplo teorilerine" açılan başlık altında ise, "atmasyon sanatı"nın incelikli bir tahlil yöntemi olarak sunumuna ilişkin süreçle ilgili dolu dolu yorumlar karşımıza çıkıyor.
Kitap zaman zaman, Avrupa hayalindeki abartıyı vermek için "Burası Türkiye" yollu "özgü"lük yorumlarına savrulmanın cenderesinde takılsa da, "hiçbir zavallı kelime ya da cümlenin bir şer cephesine hizmet etme(yen)" bir kitabı okuyor olmanın rahatlığı okuru dengede tutuyor.
Siz bakmayın yazarların "Yaşamlarında gerçekleşmemiş sayısız projeler bulunan iki sade vatandaş olarak 'hiç olmazsa bir kitap yazalım'" mütevazılığına.
Bu Fal'a, siyasete bir süre gönül koymuşların bile merak düşüreceği var. Üstelik konuları ustalıkla yakalayan karikatürler de üstüne helva.
Her ne kadar "satır aralarında dış mihraklar aramaya kalkmayın lütfen" denmişse de, kötü niyetli okur, bu kitaptan sayısız dış mihrakla işbirliği içinde çıktı; siyasetin dış mihrakları olan masallar ve şakalaşmalarla yaptığı işbirliğinden alternatif bir muhalif okuma tutturuverdi.
Husumet siyasetinin bastıran dilinden sıkılanların, öfkelerini ve ama ironilerini de esirgemeksizin AB sürüncemesini gözleyecekleri bir kitaptır bu.
Vurdumu kırmasa da bu ima olmaksızın ağlarını öremeyeceği hasetiyle ahkam kesenlere ise tavsiye olunmaz; kahreder sizi bu kitap! (GE/EZÖ)
* Leyla Saral- Sami Hezil, Papatya Falı Bir Avrupa Birliği Masalı, 7 TL, Liberte