Gülnur Elçik'in AKP, CHP ve HDP seçim beyannamelerinde "kadın" bölümlerini inceleyerek hazırladığı yazı dizisinin üçüncü ve son bölümünü yayınlıyoruz. Elçik, ilk yazıda "ekonomik özgürleşme" ve "kadın istihdamı" konularını, ikinci yazıda "aile" ve "bakım hizmetleri" konularını incelemişti.
Seçim Beyannamelerinde "Kadınlarımız/Kadınlarla/Kadınlar Olarak"
Seçim Beyannamelerinde Aile ve Bakım Hizmetleri
Cinsiyet eşitliğine yönelik adımlar yapısal dönüşümlerin parçası olacak, etkinlikler olarak mı kalacak?
AKP Seçim Beyannamesinin "Kadın" Bölümü için tıklayın. |
HDP, “Erkek şiddetine maruz kalmadığımız, öldürülmediğimiz, taciz edilmediğimiz, sokaklarında özgürce, istediğimiz kıyafetle dolaştığımız... Bedenimize, kimliğimize, emeğimize…” ifadeleriyle güçlendirdiği metninde yapısal bir dönüşüm hedefini işaret ediyor.
CHP’nin de, yukarıda işaret ettiğim nedenlerle, kadınların hayata katılımı ile ilgili en bütünlüklü programını geliştirmiş olduğunu söyleyebiliriz.
AKP tarafından geliştirilen Evin Hesap Uzmanı Kadın, Enerji Hanım gibi projelerin içeriğine ve beyannameye baktığınızda ise önerilerin yapısal bir bakış açısından ne denli uzak olduğu gözler önünde seriliyor (1). Çünkü cinsiyetlerin eşitliği ve özgürlüğünün farklı alan ve konu başlıkları açısından süzgeç işlevini görebilmesi, ancak bu meseleyi bir perspektif olarak benimseyebilmekle, dümdüz söylersek feminist olmakla mümkün. Anlaşılıyor ki beyannamede bütüncül politikadan kastedilen, önerilen programı birkaç bakanlıkla uygulamaya geçirmek.
Başat örneklerden biri aile içi şiddetin ihmal ve istismarın önlenmesi, kötü alışkanlıkların ve bağımlılıkların önlenmesi ile birlikte anılması (2). Öfke kontrolü eğitimleri ile şiddetin, evlilikte uyum programları ile boşanmanın, sosyal yardımlarla yoksulluğun, kadınlara börek açtırıp para kazandırarak kadın istihdamı sorununun önüne geçilebileceğine belli ki gerçekten inanılıyor.
Daha önceki açıklama ve metinlerdeki gibi beyannamede de eşitlik yerine fırsat eşitliği ifadesinin kullanılmasının sebebi de bu; herkese aynı olanakları sunmak ya da herkesten aynı şeyi talep ediyor olmakla övünerek, insanları eşitiz kılan sınıfa ve cinsiyete dayalı koşulların yarattığı ayrımcılıkları tembelliğe ya da faşizmin en besleyici kavramlarından olan insan doğasına/fıtrata indirgeyebiliyorlar. AKP’nin kadınlara yönelik olarak istihdam ve sosyal yardımda sıkışan vaatlerine, hükümet elemanlarının cinsiyetçi sözleri eklenince, kadını erkeğe bağımlı kılacak bir ekonomik refah modelinden öte bir şey bulamıyoruz.
AKP’nin vaatleriyle ilgili politika izleğini takip etmek için bir diğer önemli alan da yoksullukla mücadele yaklaşımı. Yoksulluk, artık bugün “yoksulluğun kadınlaşması” kavramsallaştırmasıyla ifade edilen, kadınlar açısından dramatik bir tabloya işaret ediyor (3). Ancak beyannamede yer alan “sosyal desteklere duyulan ihtiyacın azaltılmasını temel görevlerimiz arasında görüyoruz. Yoksullukla mücadelede elde ettiğimiz başarıların sürdürülmesi ve gelir dağılımının daha da iyileştirilmesi temel hedeflerimizdendir” cümlesine karşın, yoksullukla mücadelede özellikle kadınlar açısından, yoksulluğu kurumsallaştırıcı ve cinsiyet eşitsizliğini pekiştirici bir etkisi olduğu bilinen nakit transferleri ve sosyal yardımlar (4) ötesinde bir politika önerisi göze çarpmıyor.
Tersine, kurumsal bir sosyal yardım sisteminin kurulmasına yönelik adımlar (5), sosyal yardımların çeşitlendirilmesi (engelli ve yaşlılar, eşi vefat etmiş kadınlar, muhtaç asker ailelerine yönelik düzenli sosyal yardım programları) gibi uygulamalar ve sosyal yardımların kişi işe başladıktan belirli bir süre veya geliri yeterli bir noktaya erişinceye kadar devam ettirilmesi (s. 182) vaadi önem arz etse de; “Sosyal destekle yoksul aile kalmayacak!”, “Yoksullukla mücadelede SODES!” gibi açıklamalar bu konuda yapısal politikaların geliştirileceğine ilişkin umutları söndürüyor.
Yoksulluk ve gelir dağılımı arasındaki ilişkiyi düzenlemenin en önemli araçlarından biri olan asgari ücretle ilgili vaat ve gelişmelere yukarıda değinmiştik.
AKP Türkiye’nin 2007-2011 yılları arasında OECD ülkeleri arasında gelir dağılımını iyileştirebilen tek ülke oldu(ğuna)” dikkat çekiyor. Ancak verileri başka biçimde değerlendirdiğinizde OECD’nin 19 Haziran 2014 tarihinde yayınlanan “Gelir Eşitsizliği Ekonomik Büyümeye Zarar Verir Mi?” raporuna göre Türkiye bu dönemde OECD ülkeleri arasında yoksulluk oranı en çok artan ikinci, yoksulluk oranı Meksika ve İsrail’den sonra en yüksek olan üçüncü ülke olduğunu görüyorsunuz, yani bir yanıltma söz konusu.
Yine OECD’nin “Eşitsizlik Artıyor mu? OECD Ülkelerinde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk” başlıklı raporunda “Eşitsizliği azaltmanın tek sürdürülebilir yolu, temeldeki esas neden olan ücretler ve sermaye gelirleri arasındaki farkın açılmasını durdurmaktır… Bu, gelişmiş ülkelerin işsizlik, engellilik ve erken emeklilik yardımlarına bel bağlamak yerine; insanlara iş bulma, onları işte tutma ve iyi kariyer fırsatları sunma konusunda daha iyi şeyler yapmak zorunda oldukları anlamına gelmektedir” deniyor (6).
Oysa son dönemde Termikel firmasında kadın işçilerin karşı karşıya kaldığı çalışma koşulları (7), Bursa’da Renault, Bosch, Tofaş şirketlerinde yaşanan örnekler (8), artık vaka-i adiyeden sayılan, ücretlerini alamayan taşeron işçilerinin yaşadıkları bile tek başına ücretler konusundaki gidişatın spesifik örnekleridir.
Kota ve pozitif ayrımcılık
Dünyadaki bazı örnekler kota ve pozitif ayrımcılık mekanizmalarının, iyi değerlendirildiğinde erkek egemenliğinde niteliksel bir dönüşüme kapı açan niteliksel dönüşümün, fiili eşitliği sağlamanın en önemli araçlarından biri olduğunu gösteriyor. Erdoğan’ın, zamanında “kota uygulaması kadına saygısızlıktır” (9) demiş, kadın işçiler için öngörülen sosyal sigorta primi ayrımcılık olduğu gerekçesiyle paketten çıkarmak istemiş (10), kota talebini dile getiren Hülya Gülbahar’a “Ruanda mı olmak istiyorsun, Git Ruanda ol!” demişti.
Öte yandan 2015’te yaptığı bir konuşmada ise Erdoğan şunları söyleyerek kadınların katılımı ile ilgili murad ettiği düzeyi açık etti: “Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde benim en büyük yardımcım hanım kardeşlerimdi. Onlarla çalmadık kapı bırakmadık. Büyük başarılara imza attık. İstanbul'da elde ettiğimiz başarının sırrını merak edenlere işte burada açıklıyorum. Bu başarının nedeni, hanım kardeşlerimizin meselenin özüne sahip olmasını sağlamış olmamızdır. Belediyeyi onlarla yönettik. Haksız yere cezaevine gittiğimizde yanımızda hanım kardeşlerimiz vardı." (11) Kadınlar siyaset yaptığınızda Partinizin, cezaevine girdiğinizde bakıcınız olsun ama her daim ve sadece “yanınızda” kalsınlar.
2007 yılından bu yana –kadın olmasının da etkisiyle- Güldal Akşit’in girişimiyle AKP için yerel seçimlerde kota uygulaması getirilerek, 3 adaydan birinin kadın olması planlanmıştı (ama bu rakama ulaşılamadı tabi). 2015 yılına gelindiğinde Bülent Arınç milletvekili seçimlerine ilişkin olarak, 13 yıldır iktidarda olduklarını unutup "Kota koymak, adeta ticari bir sınırlama gibi geliyor. Bunu CHP yapabilir, içine de sindirebilir. Biz bunu kota koymadan yapmalıyız" dedi (12).
Sonuç: AKP beyannamesinde Anayasa’da çocuklar ve kadınlarla ilgili düzenlemelere atfen usulen geçirilen pozitif ayrımcılık ifadesi, kotaya ise hiç değinilmemesi.
CHP kota konusunda kamu ve özel sektöre yönelik önlemlere değiniyor. Kadınların dışlandığı iş alanlarında mesleki eğitimde pozitif ayrımcılık önerisi getiriyor. Eş başkanlık sistemini uygulayan HDP ise “Cinsiyet kotası ile yönetimde temsil kademelerinde eşitlik sağlanıncaya kadar pozitif ayrımcılık yapılacak” diyor (s.5). Ancak kota uygulamasını cinsiyet ile sınırlı tutmuyor: “Dezavantajlı ve ezilen cinsiyet gruplarının, sosyal sınıfların, halkların ve engellilerin üniversite eğitiminden eşit olarak yararlanabilmeleri için pozitif ayrımcılık ve kota politikası uygulanacak (s. 24).
Bu anlamda AKP Beyannamesinde kadınlarla ilgili en dikkat çeken cümlelerden biri önümüzdeki dönemde kadınların karar alma mekanizmalarındaki etkinliğinin artırılacağının, siyasetten bürokrasiye kültürel ve sanatsal hayattan sivil toplum faaliyetlerine kadar kadının katılımını ve rolünün güçlendireceğinin ifade edildiği cümle.
Yukarıda saydığımız yaklaşımlarla tezat gösteren bu cümle, yine de kadınların siyaset, kültür ve sanatla ilişkisi içindeki varlığına atıfta bulunan tek cümle olması açısından önemli. Bu noktada kadın erkek eşitliğine inanmadığını söyleyen Erdoğan döneminde kadın erkek fırsat eşitliği ilkesinin tanınması, Anayasanın 10. maddesinde yapılan değişikliklerin kendi kalemine yazıldığını görüyorsunuz. Kadın Bakanlığının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na çevrilmesi, Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu’nun ismine son dakikada “fırsat” kelimesinin eklenmesi gibi gelişmeleri ise neyse ki hala unutmadık.
Benzer şekilde beyannamede “Artık kadınlarımız parlamentoda daha güçlü temsil ediliyorlar. 2002 yılında 24 olan parlamentodaki kadın sayısı, 2011 seçimleriyle 79’a yükselmiştir.” cümlesiyle karşılaşınca, Hükümetin zamanında karşı çıktığı değişimleri bile nasıl sahiplendiğine şaşmamak mümkün değil. Hatırlarsanız AKP’den 312 milletvekilinin ancak 46’sı kadın milletvekili olarak Meclise girerken, buradaki asıl etki, 41 milletvekilinin 11’i HDP’ye katılan Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloğu’ndan geliyordu.
Eşikten geçmek ya da içerden seslenmek
Seçim vaatlerinin kadın ve LGBTİ’ler açısından bağımsızlaştırıcı vaatleri içerebildiği günler, partilerin de erkek egemen yapısının dönüşmesiyle mümkün olacak.
HDP parti içi uygulamadaki cinsiyet eşitliği perspektifiyle pek çok noktada bunu sağlamış görünüyor.
AKP ise söz, edim ve yapısıyla eşikte beklettiği kadınları içeri ancak buyur edebiliyor sanki, beyannamesi’nden daha fazlası çıkmıyor. 10 yıllık iktidarının ardından, akıbeti açısından göze aldığı onca riskli adıma rağmen başörtüsü yasağını ancak 2013 yılında kaldırmış olması ile bile övünebilmesinin sebebi de bu (13). Onlar, zaten eşikte bekliyorlar çünkü.
CHP son dönemde özellikle LGBTİ’lerin adaylığına yönelik adımlarıyla içimize su serpse de orada da bir “makbul kadınlık” serüveni göze çarpmıyor değil. Başka kadınları medeniyete taşıyacak sesler geliyor kulağa. HDP’nin metnine baktığınızda kadınlar/LGBTİ’ler sanki “içerden” konuşuyor gibi geliyorsa bizlere, işte bu yapılanma biçiminin etkisi büyük.
Kadınların erkeklerden daha dişli ve donanımlı olmak kaydıyla, kamuoyundaki “kadın düşmanı” algısını yumuşatmak için bir ittifakçı gibi istihdam edilmeye çalışıldığı, kadınlar kendi alanlarında bir şeyler yapmak istediklerinde karşılarında daha erkek kurumları buldukları (bir ekonomi bakanlığı karşısında aile ve sosyal politikalar bakanlığı nedir ki, değil mi?), seçimden seçime eşikten buyur edildikleri bir Parti örgütlenmesiyle bir yere varılmayacağı açık.
Böyle bir yapıda kadınların erkek egemenliğince kendilerine armağan edilmiş sesleri yankılamamalarını beklemek de, kadınların hayata harika şeyler de hatalar da yapabilen bireyler yani herhangi biri kadar insan olarak varlıklarının altını çizen vaatlerin ortaya çıkması da zor.
Farklı kadın grupları açısından kapsayıcı olabildiği, ‘bağımsızlaşmalarına yol açmayacak kadar eşitlik’ kabulünü karşısına almaya cesaret edebilen, makbul kadınlığın etrafında örülmemiş, kadına bir birey olarak inisiyatifini tanıyan bir özgürlük perspektifini içine sindirebilmiş, kadınlar ve LGBTİ’ler için eşitlik ve özgürlük vaatlerini edimselliğe sıkışmış bir gerçekliğin ötesine geçerek metnin ruhundan kavrayabildiğimiz; kadın başlığı altında baştan savılmaksızın metnin tamamında bir perspektif olarak buluştuğumuz vaatleri göreceğimiz seçim programları için bu dönüşüme ihtiyacımız var; kadın ve LGBTİlerin temsili ve katılımı için yapılan çalışmalar bu yüzden bu değerlendirmeden ayrı düşünülemez.
Açık ki, yarın öbür gün partilerde daha çok kadın sesi duyacak isek, partilerin ideolojilerinden çok feminizmin “kadınlar vardır” sesinin gücüyle olacak. İşte o zaman, belki AKP’de bile kadınlarla ilgili vaatlerde kalkınmanın paryası, kültürel değerlerin muhafazası için atılan adımlar hiç değilse azalmış olacak. Erkek egemen yaklaşımlar nedeniyle istihdam dışında kalan kadınların bu dezavantajlı durumu, krizdeki şirketler başta olmak üzere yedek işçi kitlesi oluşturmak için bu kadar övüne övüne manipüle edilemeyecek belki. (GE/ÇT)
**
(1) Kadına şiddeti tartışmalarında hükümetin cinsiyetçi söz ve politikaları örneklendirilirken Hükümete yakın kadın örgütü temsilcilerinin “biz sadece şiddeti konuşmak için buradayız, politika yapmayı” ısrarı da bu yapısal bakış açısının yokluğundan kaynaklanıyor. Örnek olarak 14.02.2015 tarihinde Haber Türk’de Hülya Gülbahar ve Sare Aydın’ın katıldığı programı izleyebilirsiniz.
(2) Öte yandan kadın ve çocukların şiddete uğradıklarında başvurabilecekleri, bilgi ve destek alabilecekleri merkezleri daha işlevsel ve erişilebilir hale getirileceği belirtiliyor.
(3) AKP Kolları da bu gerçeğin farkında olarak 8 yıllık bir değerlendirmeyi içeren “Yoksulluk ve Kadın Panorama”sını hazırlamıştı.
(4) Sosyal Yardımlar seçmen davranışını etkileme açısından AKP için o kadar önemli ki AKP 2011 seçimlerinden önce Sosyal Yardım Bakanlığı kurmayı vaadetmişti.
(5) “Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesi”nin tamamlanmak üzere olduğu söyleniyor (s.108)”
(6) Rapor özeti, s.3.
(7) Termikel'in Halleri Bütün Kadın İşçileirn Halleri, Evrensel, 5.4.2015
(8) “İlk işe başladığında 56 kapı yaparak başladığını söyleyen 4 yıllık bir Renault işçisi, şu anda 272 kapı yaptığını anlattı… “10 yıldır çalışıyoruz aldığımız ücret 1500 TL’yi geçmiyor” diyen işçiler, dayanılmaz hale gelen çalışma koşullarına da dikkat çekiyorlar.”
(9) “Erdoğan: Kota Uygulaması Kadına Saygısızlıktır”, Zaman, 27 Kasım 2008
(10) Erhan üstündağ, “Kadın İşçiye Prim Teşviği Ayrımcılık, Ama ‘Pozitif’inden...”, 12 Şubat 2008
(11) Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Bizzat kuracağım ekiple takipçisi olacağım', Hürriyet, 09.03.2015
(12) “Kota koymak, adeta ticari bir sınırlama gibi”, 22.02.2015
(13) AKP Kadın Kolları Başkanı Şahin 2010 yılında yaptığı bir açıklamada, AKPye oy veren kadın seçmenin erkeklerden yüzde 8 fazla olduğunu, bu rakamın artmasını beklediklerini ilan etmişti. AKPli kadın seçmenin bu belirleyiciliğine rağmen başörtüsü yasağının kaldırılmasında bu denli gecikilmesi, kadınlarla ilgili düzenlemelerin bu kadar gecikmiş ve sınırlı olması dikkat çekici. “Şahin: “70 Yıllık Kaybı Kota Kurtarmaz”, Akşam Gazetesi, 08.08.2010