Ak Parti Hükümeti “sıcak aile” söylemlerine sırtını yaslayarak kadınlar üzerinden rejimi tayin etme sevdasından hiç vazgeçmediği için, son 14 yıl kadınlardan ve cinsellikten en çok konuştuğumuz dönem oldu. Bu nedenle ne zaman kadınlarla ilgili bir tartışmanın içine çekilsek, bunun esas olarak bir rejim tartışması olduğunu akılda tutarak, önümüze konanın ötesine geçerek konuşmamız gerekiyor.
Bu günlerde de uzun adıyla “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu” olan, Ak Parti’nin “Aile Bütünlüğünün Sağlanması” ismi ile duyurduğu, gerçekte ise “Boşanmaların Önlenmesi” olarak faaliyet gösteren Komisyonla aynı gündemin içindeyiz.
Komisyon Ocak ayında çalışmalarına başlayan 3 aylık bir araştırma komisyonu olarak faaliyet gösterdi. 21 Nisan’a kadar gerçekleştirilen 23 toplantı ve 11 il ziyaret ile hayli yoğun bir programı oldu. Ortaya çıkan Rapor ise kadınların tarihsel kazanımlarına el uzatan önerileriyle feminist hareketin gündemine oturdu.
Komisyon çalışmaları sıklıkla getirdiği önerilerle sınırlı olarak eleştirildi. Ancak feminist hareket açısından Komisyonun işleyişi ile ilgili yordam tartışmasını ihmal etmemek ve önerilerin makullüğüne yönelik değerlendirmelerin ötesinde, bu önerileri getiren iktidarın meşruiyetini tartışmaya açmak önemli.
Komisyon açısından yordam tartışması; şiddet ve hiyerarşinin üretildiği, elitizmin dayatıldığı bir ortamda sunulan doğru önerilerin de yanlış adrese gideceği iddiasını önümüze koyuyor. Nitekim çağırılan uzmanlarca sunulan bazı makul önerilerin sonuç kısmına yansımamış olması, kadına yönelik şiddeti önleme üzerine yapılan sunumlarda Ak Partili üyelerin kadınların fırsatçı olduğunu, yasayı sömürdüğünü ima eden açıklamalarda bulunması gibi örnekler bunu gösteriyor.
Benzer şekilde Hülya Gülbahar’ın muhalif görüşlerine Komisyon’un Ak Parti’li üyesi Sait Yüce’nin gösterdiği tepki, diğer Komisyon üyelerinin bu konudaki tavrı, Komisyon’un HDP’li üyesi Dirayet Taşdemir’in olay üzerine sunduğu önergede Komisyona davet edilecek uzmanlar için istediği güvencenin karşılıksız kalması (Nitekim Yüce, daha sonra bir başka uzmana aynı tavrı gösterdi), kadınlar lehine bir düzenlemeyi olanaksız hale getiren şifreler olarak Komisyonun işleyişinde açığa çıkıyor. Feministler açısından yine Sait Yüce’nin Hülya Gülbahar’a “Milletvekili ol, gel öyle konuş” demesi ile görünürleşen milletvekili-yurttaş ilişkisi tartışması da, Raporla getirilen doğrudan kadınlara yönelik öneriler kadar gündemleştirilmeye değer.
Raporun ruhu, elitizmin iki örneği ile açığa çıkıyor: Cinsiyet eşitliği konusundaki perspektif yoksunluğunun etkisiyle vaka odaklı olarak ele alınan sorunların, eğitimle ve yasal düzenlemelerle çözülebileceğine ilişkin güçlü bir vurgu söz konusu. Cumhurbaşkanı, Sağlık Bakanı, Adalet Bakanı bugünlerde yine kadınları hedef alan sözleriyle gündemdeyken, Raporda geçen “Türkiye’nin en büyük çözümü(nün) eğitim” olduğu tespiti bu siyasi iklimin etkisini ötelemekten başka iş görmüyor.
Şiddet de dahil olmak üzere kadınların yaşamlarını kısıtlayan, kadınların kendi tanımlarını yapmalarının, kendi hayatlarını kendilerince kurmalarının önüne geçen bütün sorunların marjinalleştirilmesi, Komisyon toplantılarında da, Raporda da aşinası olduğumuz bir yaklaşım. Türkiye’nin erkeklik sorununa değil de kadınların şiddete uğradığı vakalara odaklanıldığından; sorunlar erkek işsizse işsizlik, bağımlıysa bağımlılık, bunlardan hiçbiri yoksa öfke kontrolü üzerinden marjinalleştiriliyor. Mevcut durumlar Türkiye’nin erkeklik resmindeki süreklilikler değil, “kutsal aile”deki kopuşlar olarak yorumlanıyor. Bu ‘sorunlu erkekler’in nasıl oluyor da kadınlarla ilişkileri dışındaki hayatlarında patronlarıyla, arkadaşlarıyla sorunsuz ilişkiler geliştirebildikleri sorgulanmıyor.
Cinsiyet eşitliğinin yapısal önerilerle Rapora yansımasını engelleyen de bu yaklaşım. Raporu tamamladığınızda, cinsiyet eşitliğinde ısrar eden bir politik iddiaya dair bir fikri süzemiyorsunuz. Bu nokta kadınlar için getirilen önerilerin hayatlarına dair stratejik kararlarda inisiyatif almalarını mümkün kılan, “güçlenme”ye tekabül eden adımlar yerine, geçici iyileştirmelerle sınırlı hizmetleri birbirinden ayırmak için ayrıca ele alınmalı.
Verilere göre Türkiye’de “boşanma sorunu” yok
Komisyonun kendisi, faaliyetleri ve Raporun içerisinden bağımsız olarak, boşanma sorunu varmış gibi bir intiba yaratmak üzere kurulmuş. Oysa Komisyona davet edilen uzmanların sunduğu verilerde de ortaya çıktığı gibi Türkiye’de boşanma, Ak Parti’nin gündemleştirdiği şekliyle bile yakın ve uzak gelecekte sorun olarak görünmüyor. 18 yaş üstü nüfusun yüzde 2.8’i boşanmış, hayatında en az bir kez boşananların oranı ise yüzde 4. Boşananların da yüzde 80’den fazlası yeniden evleniyor. 2023’de bile boşanma hızı 1.93 olarak tahmin ediliyor.
Boşanma, henüz Komisyonda sunumlar yapılmadan önce Ak Parti tarafından bir sorun olarak saptanmış belli ki. Nitekim Boşanma Süreci Danışmanlığı şu anda 81 ilde Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri ve Sosyal Hizmet Merkezlerindeki uzman personel aracılığı ile Boşanma Öncesi Danışmanlık Hizmeti, Boşanma Sürecinde Danışmanlık Hizmeti ve Boşanma Sonrası Danışmanlık Hizmeti olmak üzere üç aşamalı olarak verilirken, “Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM)” sadece 41 ilde faaliyet gösteriyor. Nüfusun yüzde 4’ü için yüzde yüzlük, nüfusun yüzde 50’si için yüzde 50’lik çözüm!
Ak Parti de bu gerçeği bilmesine karşın, neden boşanma sorunu olduğuna ilişkin bir intiba yaratmakta bu kadar ısrarcı? Bu noktada eşcinsellik mevzusundan da iyi bildiğimiz, bazı istenmeyen toplumsal davranışların özendirilerek yaygınlaşabileceği yaklaşımı devreye giriyor. Sanki boşanmak Türkiye’de bir toplumsal statü kaybına yol açmıyormuş, kadının yoksullaşmasının temel dinamiklerinden birini oluşturmuyormuş ve boşanan kadınların da yüzde 74’ü boşandığı eşinden şiddet görmüyormuş gibi, boşanmak, bir özenti ile gidilebilecek bir heves gibi sunuluyor. Bu durum aynı zamanda, feminist hareketin Hükümet üzerindeki yarattığı korku olarak okunmalıdır. Katledilen kadınların duruşmalarını izlemeye gittiğimizde erkeklerin “kadınları özendiriyorlar” cümlesinin iktidar nezdindeki tekrarıdır.
İddianın tersine, Komisyon’da sunulan verilerden en az boşanmanın 1 ve daha az süreli evliliklerde, en fazla boşanmanın ise 16 yıl ve üstü evli kalanlar arasında olduğunu görüyoruz. Boşananların yüzde 80’i ebeveyn. Yani boşanma Türkiye’de öyle kolay girilebilen bir süreç değil. Vatandaşlarına özenti ile başa çıkamayan çocuk muamelesi yapan iktidarın aksine, kadınlar sürecin zorluğunun farkında.
Boşanma kararının toplumsal bir karar gibi sunulmasının ardında da aynı zihniyet yatıyor; bireyler kendisi için neyin iyi olacağını Devletten iyi bilemeyeceğinden, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ boşanma davalarında devletin araya girmesinin önemine atıfta bulunuyor(!). Dönemin Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu boşanmanın toplumu ilgilendiren bir karar olduğuna vurgu yapıyor. Komisyon’un Ak Parti’li üyesi Hüsniye Erdoğan arabuluculuğun toplumda zaten fiili olarak uygulanıyor olmasını meşru bir dayanak olarak sunabiliyor.
Ancak Komisyon’da sunulan verilerde de, boşanmadan ziyade boşanma süreçlerinin çatışmalı olarak geçmesinin yarattığı sorunlar öne çıkıyor. İPSOS araştırmasında, görüşülen bireylerin yarısı boşanma başvurusunu avukat olmadan gerçekleştirmesi dolayısıyla mağduriyet yaşadığını ifade ediyor, sorun durumunda uzmanlardan destek almak isteyenlerin oranı ise sadece yüzde 3. Bugün özellikle küçük şehirlerdeki “şiddetli geçimsizlik” davalarının aslında büyük oranda “şiddet dolayısıyla geçimsizlik” davaları olduğu, kadınların şiddeti açıkça beyan edemediklerinde bu başlıkla başvuru yaptığı, bu nedenle boşanma davalarının çoğunlukla kadınlar tarafından açıldığı biliniyor.
Komisyon’da “boşanmalar özendiriliyor” yaklaşımı ile birlikte kendini gösteren ikinci yaklaşım kadınların suçlu/fırsatçı olduğuna ilişkin imalarda ortaya çıkıyor. Örneğin Ak Parti’li Komisyon üyesi Sait Yüce 10.02.2016 tarihli toplantıda bazı kadınların gayri ahlaki yaşantısını devam ettirmek amacıyla kocasını uzak tutmak için şiddet gördüğü şeklinde yanıltıcı beyanlarda bulunduğunu iddia ediyor. Aynı toplantıda yine Ak Parti’li üye Hüsniye Erdoğan, benzer bir iddiayla, koruyucu ve önleyici tedbirlerin alınması noktasında sadece beyanın belki sakıncalı olduğunu ifade ediyor. Tutanaklarda benzeri ifadelere rastlamak mümkün.
Komisyon’daki öneriler Halkların Demokratik Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin muhalefet şerhleri ve kadın örgütlerinin açıklamaları ile eleştirildi (1). Öne çıkan birkaç konuya kısaca değinecek olursak;
- Çocuk tesliminde Aile Bakanlığı’na yetki verilmesi gibi örneklerle hukuken yetkisiz makamlar yetkilendiriliyor
- Dini değerler ve kültür yapısının ailede aktarımında tekçi bir yaklaşım dikkat çekiyor. Değerler eğitimi adı altında Sünni İslam’ın erken yaşta yaygınlaştırılması, yurt dışındaki vatandaşlar için getirilen anadilde hizmet gibi önerilerin Türkiye’deki vatandaşlar için mevzubahis edilmemesi, aile danışmanlığı uzmanları için cinsiyet eşitliği konusunda bile yeterlilik talep edilmezken “milli kültüre duyarlılık” ölçütünün konulması bu yaklaşımın örnekleri.
- “Terör” açıkça bir asimilasyon malzemesi olarak tekrar karşımıza çıkıyor. Dönemin Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu ASDEP Projesine değinirken, ’11 doğu ilinde’ çalışmaların başladığını, ‘terör mağduru illlere’ öncelik verildiğini ifade ediyor. Bakanlık Davutoğlu’nun açıkladığı Master Planı’nın uygulayıcısı olarak devrede.
- Yaşlı bireylerin evde bakımı önerisinde, yine kadın emeğinin gelenek üzerinden görünmezleştirdiği, cinsiyetçiliğin en çiğ örneklerinden birini görüyoruz.
- En fazla gündeme gelen erken evlilik ile ilgili öneride “5 yıl başarılı ve sorunsuz evlilik” şeklindeki muğlak bir ölçüt üzerinden mağduriyeti giderme iddiası var. Kadın örgütleri evlendirilme yaşının 18’e yükseltilmesini beklerken, erken yaşta evliliğe cezasızlık getiriliyor. Ancak bu noktada konunun gündemleştirilme biçiminin de çok rahatsız edici, erken yaşta evlenen kadınların tamamını aşağılayıcı olduğunu gözönünde bulundurmak gerekiyor. “Tecavüzcüsüyle evlendirilme” ifadesi feminizmin kadınlara onların kıymetinden ulaşmayı hedef edinen, iradelerini ezip geçmeyen dili ile çelişiyor.
- Türkiye’de sosyal devletin gelir ve dayanışma açısından ailenin yerini alabilecek bir kurumsallaşmayı gerçekleştirmemiş olması, hane odaklı sosyal destek politikaları olarak kendini gösteriyor. Rapor, bu açıdan aynı tekrarla karşımızda. Temel gelir desteği talebini bu noktada ele almak önem taşıyor.
- Aile konutu şerhinde delil aranmaması koşulu bertaraf edilmeye çalışılıyor.
- Aile hukuku duruşmalarının gizliliği önerisi ile ailenin koşulsuzca kutsandığı ve süreçleri takip eden kadın örgütlerinin devre dışı bırakılmaya çalışıldığı izlenimini ediniyoruz.
- Aile Mahkemesi hakimlerinin aile duyarlılığı olan kişilerden seçilmesi önerisinin, hali hazırdaki yasal düzenleme açıkça Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırıyken, mesleki yeterlilik ölçütleri ile çelişirken tekrar edilmesi vahimdir. (2)
- Kadın istihdamı ile ilgili önerilerde, bu konudaki öncelikli sorun olarak son birkaç yıldır gündeme getirilen çocuk bakım ve eğitimi hizmetlerinin çeşitlendirilerek yaygınlaştırılması ile ilgili öneri bulunmuyor. Benzer biçimde, OECD ülkeleri arasında çalışma saatlerinin en uzun olduğu 4. Ülke olan Türkiye’de kadın istihdamının artırılması için çalışma saatlerinin kısaltılmasına yönelik öneriler görmezden gelinmiş.
Bu konudaki diğer önemli sorun ise Komisyon toplantılarında da ara ara meyledilen “çalışan kadınlar boşanıyor” yargısını hedef alacak bir çalışmanın öngörülmemiş olmasıdır. Bu konuda özel politika gerektiren grupların istihdamı ile ilgili öncelikli dönüşüm programında vaadedilmiş olan kamu spotlarından, esnekleşme ile ilgili vaatler gerçekleştirilmiş olmasına rağmen eser yok
Toplum yararına çalışma kadın çalışma biçimi halini almışken, bu programlardan öncelikle kadınların yararlandırılmasına yönelik öneri ironik.
- Boşanma arabuluculuğu, kadınların iradesini erkeklere ve toplumsal kabullere teslim etmeye yönelik bir uygulama olarak devreye sokuluyor.
Bu eleştirilerin yanı sıra özellikle bireysel silahsızlanma ile ilgili taleplerde bulunmak gerekiyor. Yanı sıra bugün yürüttüğümüz tartışma esas olarak kadınların kamusal hayata katılımı, kadınların hayatın içinde olması, görünürleşmesi ile ilgili bir noktaya varıyor. Bu açıdan kentlerin kadın dostu haline getirilmesini farklı önerilerle gündemleştirmek gerekiyor.
Rapora karşı ne yapmak gerekiyor?
Komisyonun çalışmalarına karşı esas olarak izlememiz gereken yol, bu düzenlemeleri önümüze koyan Hükümetin meşruiyetini tartıştıracak öneriler getirmek, çalışmalar yürütmektir. Boşanma Komisyonu’na itirazımızı yükseltirken ASPB’nin bütün hizmetleri, diğer Bakanlıkların ise kadınlara yönelik hizmetlerini izlemek, gündemleştirmek bu nedenle büyük önem taşıyor. Kendi yayınlarında ailede rıza varsa eşitsizliğin önemsiz olduğunu söyleyen bir Aile Bakanlığı’nı tanımadığımızı, ona verilen yetkilere güvenmediğimizi haykırmak gerekiyor.
Hükümetin tek bir konu üzerinden önümüze koyduğu gündeme Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliği bağlamını işaret ederek karşı çıkmalıyız. Esnek ve güvencesiz istihdam yapısıyla kadınların büyük bir kısmının İş Kanunu’nun kapsamı dışında kalması, esnek çalışmanın bir kadın çalışma biçimi halini alması, erkeklerin 9 bin 800’ü sosyal güvenlik kapsamındayken kadınların sadece 3 bin 500’ünün bu haktan faydalanabilmesi, kadınlarda okuma yazma bilmeme oranının erkeklerden 5 kat fazla olması, TÜİK rakamlarına göre kadınların yüzde 40’ına yakının şiddet görmüş olması, Kadın Dayanışma Vakfı çalışmasına göre her 100 kadından 97’sinin en az bir kere şiddetin bir biçime maruz kalmış olması gibi veriler, Komisyon’da da olduğu gibi, kadınlarla erkekleri eşitlemek adıyla kadınlardan alınanların onları ne kadar dezavantajlı bir toplumsal bağlamla başa çıkmak zorunda bıraktığını açıkça gösteriyor.
Ek olarak, Komisyon’a karşı çıkılırken yapılması gereken rapordaki çelişki ve hilelerin ortaya konulmasıdır. Ak parti bir yanılsama yaratarak itirazı törpülemek için kullandığı “torba” yöntemini her yerde uyguluyor. Raporda da uzmanların makul önerilerinin sonuç kısmına yansımadığı hatta çeliştiği örneklerle karşılaşıyoruz. Örneğin İPSOS tarafından yapılan sunumda kanun uygulayıcıların mal rejimini çalışmayan kadınlara yönelik en önemli güvencelerden biri olarak ortaya koymasına rağmen, boşanma davalarının sadece yüzde 3’ünün mal paylaşımı davaları olduğuna dikkat çekildiği halde, Raporda kadınlar açısından mal rejimi ile ilgili kısıtlara gidiliyor.
Sonuç olarak kendimize sormamız gereken Ak Parti’nin görüş ve yaklaşımlarının belirleyici olduğu bu Komisyon’un makul öneriler getirmesi halinde tablonun değişip değişmeyeceği olmalı. Sorun, önerilerin ötesinde, bu iktidarın kadınlar adına söz ve politika üretme meşruiyetinin olmaması sorunudur. 11 çocuğundan 5’i engelli olan bir anneye “yılın annesi” ödülünü vererek fedakarlık güzellemeleriyle kadınlığı sömürenleri tanımadığımızı haykırma zamanıdır. (GE/ÇT)
(1) Komisyon Raporuna yönelik açıklamalar ve muhalefet şerhlerine Kadının İnsan Hakları Derneği’nin internet sayfasından ulaşabilirsiniz.
(2) Ağrı Milletvekili Dilan Dirayet Taşdemir bu konuda bir kanun değişikliği teklifi verdi.