Trieste Film Festivalinin açılışı Evrim (Evolution) adlı filmin gösterimiyle gerçekleşti. Hafıza ve kimlik hususunda seyirciyi tefekküre sürükleyen filmin yönetmeni Kornél Mundruczó, baş yapımcısı Martin Scorsese.
Festivalin yarışmalı bölümlerinin sonunda dağıtılacak ödüller dışında İtalya’nın film eleştirmenlerinin seçtiği filmler de Trieste’de ödüllendirilecek.
Haruki Murakami’nin bir hikâyesinden uyarlama, gezegen çapında büyük başarı kazanmış Ryûsuke Hamaguchi imzalı Arabamı sen kullan (Drive my car) dışında Sinema Eleştirmenleri İtalyan Milli Sendikası üyeleri Leonardo di Costanzo’nun İçimizdeki hapis (Ariaferma) adlı filmini de ödüle layık gördüler. Tecrübeli aktör Toni Servillo’nun filmdeki varlığı kendine has bir cezaevi filmi olan eseri daha da çekici hale getiriyor.
Türkçe’ye Patrikliği Hayal Etmek şeklinde tercüme edilebilecek Immaginare il Patriarcato, festival çerçevesinde düzenlenmiş sergilerden biri; başşehri Trieste olan Friuli Venezia Giulia bölgesindeki tarihî Aquileia kentinin veba mazisine bir yolculuk yaparken günümüzde pandemi çerçevesinde yaşananlarla paralellikler irdelenecek. Aquileia, Bizans eserleriyle tanınan Ravenna gibi Kuzey İtalya’nın en zengin arkeolojik merkezlerinden biri.
33. Trieste Film Festivalinde Stanley Kubrick de anılacak. Farklı bir mercekten: Stanley Kubrick Fotoğrafları (Through a Different Lens: Stanley Kubrick Photographs) adlı serginin dışında ustanın ilk dönem filmlerinden oluşturulmuş küçük bir seçki seyirciyle buluşacak.
Festivalin geleneksel müzik etkinlikleri çerçevesinde bu sene Mombao grubu sahne alacak. Etkinliğin tanıtım sayfasında Damon Arabsolgar ve Anselmo Luisi’den oluşan grubun, X Factor’ın çizmedeki versiyonuna katıldıkları belirtilmiş.
Kadın cezaevinde kadınlar ve çocuklar…
107 Anne (107 Mothers) adlı filmde bebek sahibi Lesya’nın cezaevine kapatıldıktan sonraki uyum dönemine şahit oluyoruz. Peter Kerekes’in yönettiği kurmaca aslında gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak çekilmiş. Sadece kadınlardan müteşekkil evrenine bizi dahil ederken yönetmen filmdeki kadınların çoğunun kendini canlandırdığını belirtmiş.
Slovakya/ Çek Cumhuriyeti/ Ukrayna ortak yapımı 93 dakikalık Film Venedik’in Orizzonti bölümünde yer aldı ve En İyi Senaryo ödülüne layık görüldü.
Sakın iz bırakma!
Polis tarafından öldüresiye dövülmüş bir lise öğrencisin katledilmesi ülkede büyük bir sarsıntıya yol açmıştır. Grzegorz Przemyk adlı öğrencinin gerçek hikâyesinden uyarlanmış İz bırakma (Leave No Traces) adlı film Polonya/Fransa/Çek Cumhuriyeti ortak yapımı 160 dakikalık bir sinema eseri.
Jan Paweł Matuszyński imzalı filmde hadisenin tek şahidi Jurek’in kısa zamanda devletin bir numaralı düşmanı haline gelişine tanık oluyoruz. Zalim rejim temsilcileri tüm imkânlarını seferber ediyor, istihbarat birimleri, polis, medya ve mahkemeler dahil edilmek suretiyle Jurek’i yok etmeye girişiyor; Jurek’in annesi ve babası bir yana cinayet kurbanının annesi bile çirkin saldırılara maruz bırakılıyor.
Polisin, sokağa çıkma yasakları sona erdikten sonra kimlik sorma hakkı kalmamış olduğunu bilen lise öğrencisi memura direnmiş ve bu özgürlük ifadesi hayatına malolmuştu. Aslında olay komünist döneme rast gelse de yönetmen benzer dinamiklerin günümüzde tekrarlanma ihtimaline dikkat çekmek ve olmamasına katkıda bulunmak için bu filmi çekmiş.
Kadınlar ağlar…
Belgesel yönetmenliğinden son yıllarda kurmaca yapımlara geçmiş olan sinema ikilisi Mina Mileva ve Vesela Kazakova yine yukarıdaki gibi, kadınlardan müteşekkil kalabalık bir toplulukla bizi tanıştırıyor. Vesela’nın hayatından esinlenmiş hadiseler ve filmin kahramanları bize, anayasasında kadına esasen çocuk doğurma rolünü biçmiş komşu Bulgaristan’dan ironiyle sesleniyor.
Kadınlar ağlar (Women do cry) adlı 106 dakikalık film Bulgaristan/Fransa ortak yapımı.
Ülkenin başkenti Sofya’dan başvuran 100 oyuncu arasından seçilmiş Maria Bakalova’nın şansı kısa zamanda açılmış: Filmde rol aldıktan sonra Hollywood’dan teklif alarak Borat 2’de başrole yükselmiş ve başarı merdivenlerini hızla tırmanmaya başlamış.
Filmin sevimli yönetmenlerinden Vesela annesinin babası tarafından şiddete maruz bırakıldığını hatırlıyor, toplumsal cinsiyet hususuna neredeyse tamamıyla kapalı bir toplumda yaşadıklarından söz ediyor.
Bilhassa Avrupa Birliğine dahil olduktan sonra ülkede eşcinsellik konusunda olası dayatma paranoyalarına kapılmış milliyetçi güruhların muhtelif protesto gösterileri düzenlemesi tesadüf olmasa gerek!
(MT/EMK)