14 Mayıs seçimlerine giderken üzerinde pek durulmayan bir konu var. Toplumda iki politik aks üzerinden nitelik bir değişim yaşanıyor.
Erdoğan’ın despotik iktidarına karşı toplumun sol, muhafazakâr, ulusalcı, mütedeyyin, milliyetçi, liberal, demokrat kesimleri ortak bir politik formasyonda buluştular. Türkiye tarihinde muktedir, keyfi, hukuksuz ve mutlak güç zehirlenmesine sahip bir iktidara karşı ilk defa toplumun farklı politik ve sosyal pozisyonlara sahip kesimleri bir araya geldiler.
Millet İttifakı olgusu farklı politik yapılar arasında her şeyden önce diyalog kurabilmeyi, müzakere edebilmeyi gösterdi. Bu durum toplumdaki politik kültüre büyük bir katkıdır. Demokratikleşme bir süreçtir ve böyle pratiklere büyük ihtiyaç var.
Bu güç birliği, bu dayanışma ne kadar ve nasıl devam eder, nereye evrilir, ucu açık olması nedeniyle bilemiyorum. Olumsuz olması halinde bile, toplumun geniş kesimleri yaşadığı bu pratik ve moral dayanışma tecrübesiyle, kimlikçi ve popülist politikalar yerine hakkı, hukuku, adaleti, eşitliği, refahı hedefleyen somut politikalar doğrultusunda talepler dizgesinin taşıyıcısı olacaktır. Buradaki iyimserlik, bir Pollyannacılık olarak görülmemeli.
Her bir farklı kesimin (Millet İttifakı, Emek ve Özgürlük İttifakı ve diğer muhalif kesimler) ortak hedeflerde buluşmasının yolu siyasal çıkıntılarını biraz olsun törpülemekten, müzakere kültürünü geliştirmekten geçer. Bu ne ölçüde başarılabilir, göreceğiz. Önemli olan bu yönde çaba sarf etmektir. Umarım bu politik kültür gelişerek devam eder.
Özellikle son üç ay bize Millet İttifakı ve Emek ve Özgürlük İttifakının doğru politik tutumları, Erdoğan iktidarının toplumu bölen, düşmanlaştıran, çatıştıran, kinci politik atraksiyonlarını boşa çıkardı. Görüldüğü üzere ne diyorlarsa, tutmuyor.
Kılıçdaroğlu’nun çatışmacı dilden uzak duruşu, politik amaçlarını yumuşak bir üslupla ifade etmesi, 6’lı masa ilişkilerindeki koordine edici tavrı, istikrarlı ve dirençli bir yürüyüşe sahip olduğunu gösteriyordu. Yine de bir yanıyla pasif bir izlenim hala üzerinde asılıydı. Ne zaman ki, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı kesinleşti, işte o zaman atların rahvan yürüyüşünden dörtnala kalkması gibi, öyle bir açıldı ki, bu beklenmeyen performansı epeyi bir çevreyi şaşırttı ve iktidar çevresini kaygılandırdı.
İkinci aks değişimi, Alevilik
Toplumdaki ikinci aks değişimi ise, inanç ve kültürel alanda oluştu.
Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğu toplumun çok geniş bir kesimi tarafından biliniyordu. Ancak bir parti başkanı konumunda olması, pek bir sorun oluşturmuyordu. Ne zamanki Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı oldu, Erdoğan iktidarı bunu tepe tepe kullanacaktı.
Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğinden kaynaklı olarak, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığının bir dezavantaj olabileceği bizatihi kimi muhalif çevreler tarafından bile ya açık olarak dile getirildi ya da bu kaygı ‘seçilebilecek bir aday’ söylemleriyle kapalı ve çekinceli olarak ifade edildi.
Kılıçdaroğlu bir video açıklamasıyla kendinin Alevi olduğunu açıkladı, daha doğrusu bilineni kendi ağzından teyit etti. Bu ülkenin bir Alevi yurttaşı olduğunu açıklayan Kılıçdaroğlu, Erdoğan iktidarının elinden seçimlerde kullanacağı bu propaganda dilini (silahını) elinden aldı. İktidar çevreleri boşa çıkarıldı, öyle ki, Erdoğan elinden oyuncağı alınmış çocuk hırçınlığıyla “Sana kim dedi, Alevi misin değil misin? Bizim Alevi'ye de saygımız var, her türe saygımız var. Bunu söylemene ne gerek var? Sen Aleviliğini yaşa ama anlatmaya gerek yok." dedi. Buradaki tür sözünün sorunlu oluşu bir tarafa, işte yapacağı salvolar geri tepmişti.
Bu olayın iktidar cephesini boşa çıkarışından çok daha önemli olan bir boyutu var. Aleviler bu toplumun farklı bir inanç ve kültür kesimini oluşturuyor. Devletin ötekileştirdiği ve düşmanlaştırdığı bir kesim olarak Aleviler, toplumun bir kesimi tarafından da aynı gözle görülmekte. Tarih bunun tanığıdır! Aleviler Alevi olmalarından dolayı kendilerini iftiralardan, baskılardan, haksızlıklardan korumak için, Alevi olmalarını genel olarak gizlediler.
90’lardan itibaren AB ile ilişkilerin zorunlu sonucu olarak Aleviler toplumda cem evleri ve kültürleriyle görünür olmaya başladılar. Yine de toplumun azımsanmayacak bir kesimi Aleviler hakkında önyargılarla dolu.
İşte ülkedeki politik seyrin bu kritik aşamasında, toplumun çok önemli bir kesiminin teveccühüne mahzar olmuş Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu açıklaması, Alevi varlığını daha bir görünür kıldı ve özellikle Alevi tabusunu önemli ölçüde yıktı. Alevilerin meşruiyetini artırdı ve Alevilerin hiç de anlatıldığı gibi olumsuz özelliklere sahip olmadıkları görüldü. Özellikle Alevi birinin de bu ülkede cumhurbaşkanı adayı olma hakkının olduğunun pratiğe dökülmesi, kimlikçiliğe hapsedilmeye çalışılan toplumda eşitlik fikrinin güçlenmesine yol açtı.
Kılıçdaroğlu’nun bir Alevi cumhurbaşkanı adayı olması, Aleviliğin topluma anlatılması ve bir ölçüde de olsa önyargıların yıkılmasının sağlanabilmesi için yapılacak yüzlerce kültürel faaliyetten, onlarca çabadan daha kesin sonuç alıcı olmuştur. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olması, Alevi kimliğinin meşruiyeti ve eşitliği açısından büyük önem taşımakta. Elbette Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olması halinde onun yapacakları Alevi olup olmamasıyla değil, politik hedefleriyle ilgilidir.
Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması hususu üzerinde durmamız, toplumda hala etkin olarak bulunan kimlik çatışmasının demokratik çözümlenmesine sunduğu katkıyı ifade etmek içindir. Yoksa politik liderlerin falan ya da filan kimlikte olmaları değil, asıl olan onların politik programları, kültürel ve politik kişilikleridir.
Bu seçimleri diğer hemen bütün seçimlerden ayırt eden başlıca özelliklerden biri de bu iki politik, kültürel değişimdir. Toplum artık eski toplum değil. Öyle bir potansiyel birikimi var ki, bu toplum artık kimlikçi söylemlere, kamplaştırıcı propagandalara pabuç bırakmayacak bir sürece girdi diyebiliriz. Seçimler bu potansiyelin açığa çıkarılarak demokratik bir iklimin oluşmasının önemli bir başlangıcıdır. (HŞ/AS)