Paris, Centre Pompidou'da üç aydır devam eden Dada sergisi bu pazartesi sona erecek.
Retrospektif, 1916'da Zürih'te Cabaret Voltaire'in oluşmasından, 1924'e kadar geçen sürede dünyanın farklı köşelerinde ortaya çıkan Dadaist grupların işlerini ilk defa bu kapsamda bir araya getirdi.
Sergi, 19 Şubat-14 Mayıs arasında Washington National Gallery of Art, 18 Haziran-11 Eylül arasında da MoMA, New York'a taşınacak.
Zürih'ten dünyaya: "Dada her şeyi bilir"
Her şey, Hugo Ball'ın Zürih'te yaşayan genç sanatçıları bir şiir ve müzik gecesi için 5 Şubat 1916'da Cabaret Voltaire'e çağıran bir afiş asmasıyla başlıyor. O gece bir araya gelenler arasında ressam Marcel Janco ve kardeşi Georges, Tristan Tzara ve Jean Arp vardı.
Richard Huelsenbeck de Berlin'den gelerek kısa süre sonra onlara katıldı. Ball daha sonra "Bizim kabaremiz bir deklarasyondur. Burada söylenen her söz en azından bir şeyi ifade ediyor: Bu kokuşmuş çağ ona saygı göstermemizi sağlayamayacak" diyecekti.
Dada'nın Cabaret Voltaire'de ortaya çıkması tesadüf değil: Zürih, 1916'da iyice hızlanan I. Dünya Savaşı'ndan kaçanların sığındığı oldukça kozmopolit bir şehirdi.
James Joyce, "Ulysse"i burada yazmaya başlamıştı, Lenin İsviçre'de kaldığı dönemde Cabaret Voltaire'den birkaç apartman uzakta bir dairede yaşadı; Ekim Devrimine sadece bir yıl vardı.
Cabaret Voltaire'de düzenlenen toplantılar süredursun, ilk Dada dergisi Temmuz 1917'de yayınlandı. "Dada" ismini, Huelsenbeck ve Ball, bir sözlükle oynarken rasgele buldu.
Hareketin Berlin ayağından Raoul Hausman, Fransızca "küçük tahta at" anlamına gelen isimle ilgili tartışmalara dört yıl sonra noktayı koyacaktı: "Dada'nın adının Bebe, Sisi yada Ollollo olması hiçbir şeyi değiştirmezdi".
Savaş 1918'de sona erince, birçok sanatçı kendi ülkelerine döndü ve farklı şehirlerde de Dadaistler ortaya çıkmaya başladı.
Dada Berlin
Bir dönem "Dada'nın merkezi" olduğunu da söyleyen Berlin, muhtemelen politik hareketin en belirgin olduğu şehirdi.
Raoul Hausmann'ın ses şiiri dili yapı bozumuna uğratırken Hannah Höch'ün, "kadın işleri" erkek politikanın parodisini yapıyordu. Otto Dix'le birlikte tabloları İstanbul'da da sergilenen George Grosz, patronlar, generaller ve kiliseye alabildiğine vururken, Kurt Schwitters "entelasyonlar"la uğraşıyordu.
Johannes Baader, kolajların yanı sıra, savaşın bitmesinden altı gün sonra, Berlin katedralinde düzenlenen tören sırasında rahibin sözünü kesip "Bir dakika! Size İsa Mesih'in kim olduğunu sormak istiyorum. Gerçek şu ki, aslında onunla dalga geçiyorsunuz..." diye başlayan konuşmalar yapıyor ve bir "skandal"a yol açıyordu.
Fotomontaj tekniğini ilk defa geliştiren Berlinli Dadaistlerin 10 Haziran 1920'de düzenledikleri ilk uluslar arası Dada fuarının afişlerinden biri şöyle diyordu: "Dada sanatsal dışavurumun yarattığı yanılgıya karşı. Batsın sanat! Batsın bu burjuva hissiyatı!".
Esas olarak sürrealizme kayan işleri bilinen Max Ernst, yazar Johannes Baargeld ve heykeltıraş, ressam ve şair Jean Arp da Dada'nın Köln grubunu oluşturdu.
Dada Paris
Tristan Tzara'nın 1920'de gitmesiyle birlikte Paris'te de bir Dada grubu oluştu.
Paris Dada daha çok Andre Breton, Paul, Eluard ve Philippe Soupault'un kurduğu Litterature dergisi etrafında plastik sanatlar ve şiir ağırlıklı işler ortaya çıkardı.
Dada'nın en etkin sanatçılarından Fransis Picabia, Barselona'da 391 adlı bir dergi yayınladıktan sonra Paris'te de sadece iki sayı için olsa da Cannibale'i hayata geçirdi.
Picabia, 391'in çıkışını bildirmek üzere New York'ta 291 adlı fotoğraf galerisini kuran Alfred Stieglitz'e yazdığı bir mektupta "Hiç yoktan iyidir, çünkü burada gerçekten hiçbir şey yok..." diyecekti.
Dada New York
Dada'nın New York ayağının önemli tarihlerinden biri Marcel Duchamp'ın 1915'te göç etmesi. Duchamp, 1917'de bir pisuarı ters çevirip belki de en fazla bilinen "eseri"ni yarattığında "sanat ne?" sorusunun cevabını da tamamen değiştirmiş oldu.
Dada'nın şüphesiz en renkli karakterlerinden biri olan Duchamp, bu zamanda tek bir kişilik ona yetmediği için kadın tarafı "Rose Selavy"yi yaratmış, Mona Lisa'ya bıyık çizip "L.H.O.O.Q" -Harfler Fransızca'da 'Elle a chaud au cul' (Ateşli bir kıçı var) anlamına geliyor- adını verdiği işi oldukça gürültü kopartmıştı.
Duschamp, R.Mutt diye imzalayıp "fıskiye" adını verdiği pisuar ve ready-made'le ilgili şunları söylemişti:
"Bay Mutt'un fıskiyeyi bizzat kendi elleriyle üretmiş olup olmamasının önemi yok. Onu SEÇEN kendisidir. Ready-made objelerinin seçimi her zaman görsel bir kayıtsızlık ve iyi yada kötü diye bir nitelendirmenin mümkün olmamasına dayanır".
Dada New York, Duchamp'ın yanı sıra şair-boksör Arthur Caravan, fotoğrafçı Man Ray ve Francis Picabia'nın etrafında döndü.
Dada ölmedi, kalbimizde yaşıyor!
Sadece görsel ve plastik sanatlarla kısıtlı kalmayıp, müzikten, şiire, manifestasyonlardan filme kadar hemen her yolu kullanarak kendini anlatmaya girişen Dada, Avrupa ve Kuzey Amerika merkezli görünse de Rusya'dan Japonya'ya kadar çeşitli Dadaist gruplar oluşmuştu.
Dada'nın kesin bir "ölüm" tarihi yok; olmaması da doğası gereği aslında. Dada, 1924'ten başlayarak sürrealizmin içinde erimeye başladı.
II. Dünya Savaşı'nın arifesinde birçok sanatçı ABD'ye göç ederken kimileri de Nazizmin gazabına uğradı. Savaş sonrasında optimizmi Dada'nın yerini başka sanat akımlarına bırakmasına yol açtı.
Ondan sonra Dada, John Cage'in raslantısal müziğinde, Sex Pistols'un şarkı sözlerinde, Allan Kaprow'un "happening"lerinde yada 68 hareketinde, Fluxus'ta ortaya çıktı; çıkmaya devam ediyor.
Dada açık havaya ait
1966'daki geniş Dada retrospektifini izleyen ilk önemli saygı duruşu sayılabilecek sergi, şehrin göbeğinde yerden bitiveren Pompidou'nun tüm Paris'e tepeden bakan beşinci katında konuşlandırılmıştı.
Rengarenk boyalı bir demir ve cam ağından oluşan bina, Modern Sanat Müzesi'nin yanı sıra birçok başka galeri ve yan sanayiine ev sahipliği yapan, her gün binlerce insanın içinde hareket ettiği bir kültür-sanat fabrikası.
Merkez, aynen tepeden baktığı, 19. yüzyılda Haussman'ın imar hamlesiyle düzenlenen Paris gibi içine doluşan kitleleri yönlendirecek, işlerin doğru dürüst yürümesini sağlayacak koridorlar, merdivenler, bariyerler ve kontrol noktalarıyla dolu.
Dada herkese lazım
Sergi salonunun, müzenin doğası gereği oluşan bu düzen Dada'nın rastlantıya yaslanan bilinciyle ne kadar uyumlu tartışılır.
İnsan yine de, kısa ömrüne rağmen ardından gelen hemen hemen tüm akımları şöyle yada böyle etkilemiş olan Dada'nın nasıl büyük bir politik gerilim yaratmayı başarabildiğini; yüzyıl başındaki müsebbibi malum yıkımın yarattığı iç sıkıntısı ve isyanı hissedebiliyor.
Girişte elinize tutuşturulan broşürün talimatları doğrultusunda dolaşırken beyaz koridorların duvarlarına asılı fotomontaj ve kolajlar, camekanların içine yerleştirilmiş dergi sayfaları, notlar, tavandan sarkan yerleştirmeler, "ready-made"ler insanı heyecanlandıran bir titreşim yayıyor.
Bunun nedeni şüphesiz, Tristan Tzara'nın ünlü "Absürd olan Dada değil, içinde yaşadığımız çağ" sözünün hala başımızın üzerinde asılı duruyor olması.
Picasso'nun bile "dış tanıtıma" indirgendiği topraklarda, baş aşağı duranı ayakları üzerine oturtacak, Duchamp'ın yaptığı gibi, ev sahiplerinin içine işedikleri pisuarı yarattıkları cerahati yüzlerine püskürtecek bir fıskiyeye çevirecek bir Dada ihtiyacı her daim baki. (EÜ/KÖ)
* Bu yazı Editions du Centre Pompidou tarafından yayınlanan sergi kataloğu ; Telerama'nın Eylül 2005, seri dışı Dada sayısı ve www.wikipedia.org 'dan yararlanılarak yazıldı.