Daha doğrusu müfredat değişiyor. Programı değişen kitaplar Türkçe 1-8, matematik 1-5, sosyal bilgiler 4-5, fen ve teknoloji.
Değişen kitaplar kadar değişmeyenler de önemli. Bilenlerin hiç olmasa daha iyi dediği en sorunlu kitaplardan biri İnsan Hakları ve Vatandaşlık Eğitimi, tarih kitapları, başlı başına din dersi... Uygulama, 2005-2006 öğretim yılından itibaren başlıyor.
Yeni müfredatı, uzun yıllardır Türkçe ders kitapları hazırlayan Ahmet Gümüş'le konuştuk.
Yeni müfredat, Avrupa Birliği ile birlikte mi hazırlandı?
Hollanda'da, Amerika'da bazı eyaletlerde ve Almanya'da yaygın olarak uygulanan program örneklerinden alınıyor ama Avrupa Birliği'nin özel olarak şunu inceleyin, bunu inceleyin dediğini sanmıyorum. Ortak bir çalışma. Bunu derken anlatmak istediğim şu: Milli Eğitim Bakanlığı oralardaki deneyimlerden yararlanmak istemiş, bazı kadroları davet etmiş ve onlarla çalışmış. Zaten AB'nin eğitimle ilgili temsilcileri bakanlıkta varmış. Onların görüş ve desteğini almışlar, karşılıklı etkileşim ne kadardır bilemiyorum ama kaynak AB diyebilirim.
Yeni programın eskisinden farkı nedir?
Program tümüyle öğrenci merkezli bir anlayışla hazırlanmış. Öğrencilerin kuramsal bilgileri ezberlemekten çok belli duygu, düşünce ve davranışları edinerek kendine özgü bir kimlik oluşturmasını hedef alan kazanımlardan meydana geliyor. Öğrenci merkezli, öğretmen daha geri planda, öğretmenin rehberlik yanı daha belirgin olarak ortaya konuyor. Eskisi gibi sınıfta öğrencinin karşısına geçip de söylev çekmeyecek. Belli etkinlikler var, o etkinlikleri öğrenciler kendileri planlayacaklar, aralarında tartışacaklar ve bir sonuca varacaklar. Ellerinde var olan yazılı kaynaklardan yararlanacaklar. Yazılı kaynakları da öğretmenin rehberliğinde bizzat kendileri belirleyecekler, kendileri ulaşacaklar ve onları amaçları doğrultusunda kullanacaklar. Yani öğrenciler daha önce başkaları tarafından hazırlanmış bilgileri ezberlemek yerine, var olanlardan yararlanıp kendileri yeni bilgiler oluşturacaklar. Bu programın temel esprisi, vizyonu bu. Buna da yapılandırmacı yaklaşım deniyor. Öğrenci daha önceki davranışçı yaklaşımda olduğu gibi belli davranışları, kalıpları ezberleyip tekrarlamak yerine kendi ilgi, eğilim ve gereksinimleri doğrultusunda yeni bilgiler yapılandırmakta, üretip kullanmakta. Daha doğrusu koşulların gerektirdiği neyse onu bizzat kendisi değerlendirmekte ve ona uygun bilgiler üretmekte. Ayrıca bu programda, ölçme değerlendirme anlayışında da çok önemli farklılıklar var.
Eskiden biz belli bilgiler aktarır sonrada ne kadarını bize geri vereceksin der gibi yazılılar, sözlüler yapar; o bilgilerin ne kadarını ezberlediğini ölçer, ona göre notlar verirdik. Yeni program bu anlayışı dışlıyor. Programın iki önemli yanı var. Birincisi çok çeşitli ölçme değerlendirme araçlarıyla sonucu ölçüyor, ikincisi de çocuğu bir yazılı kâğıdıyla, yaptığı bir işle değil de çocuğun belli bir etkinlik içindeki tavrıyla, süreç içindeki etkinliğiyle değerlendiriyorsunuz. Yaptığı resimleri, yazdığı şiirleri, öyküleri bir dosyada topluyorsunuz. Ve o dosyaya bakarak çocuk hakkında bir yargıda bulunuyorsunuz. Çok gerçekçi, doğru bir yaklaşım. İnsanı anlamaya, gerçek yönleriyle, eğilimleriyle anlamaya dönük bir yaklaşım. Bu süreci değerlendirmede en önemli öge çocuğun kendi kendini değerlendirmesi. Bir form veriyorsunuz, çocuk diyor ki ben iyi okuyabiliyorum, okuyamıyorum; anlayabiliyorum, anlayamıyorum, şunun için anlayamıyorum gibi kendi kendini değerlendiriyor.
Söylenenler güzel ama ayrıntıda, temel amaca hizmet edecek bir program mı?
Netice itibarıyla ben, bu programı yaklaşım olarak doğru buluyorum. Ana düşüncesi, vizyonu, hedefi, yönü doğru olan programın doğru yönde ilerleyebilmesi ve ilkeye hizmet edecek tarzda ürünler vermesi daha doğrusu öğrencileri şekillendirmesi kimin elinde, nasıl uygulandığı ile çok yakından ilişkilidir. Bu programın önemli özelliklerinden bir tanesi de dar kalıplar içerisinde öğretmeni de öğrenciyi de zorlamaması, tercihler hakkı tanımasıdır. Şimdi öğretmen, tercihi neye göre yapacak, bu önemli bir soru. Yanıtı da öğretmenin niyetiyle, kafa yapısıyla, niteliğiyle çok yakından ilişkilidir. Program sadece ders kitaplarından değil, yardımcı kaynaklardan da etkin bir biçimde yararlanmayı öneriyor. Öteden beri bu yardımcı kaynakların sınıfa sokulması, öğretmen tarafından kullanılması hep sorun olmuştur. Siyasi kaygılarla yaklaşılmış, öğretmen hep köşeye sıkıştırılmıştır. Bugün bu siyasi tercihler daha da netleşmiştir ve belli siyasi anlayıştaki insanlar, kendi anlayışlarını öğrenciye dayatmakta uygun bir ortam belki de bulabileceklerdir. Böyle bir de kaygı var açıkçası.
Ama "kafası düzgün", çağdaş eğitim anlayışıyla, bilimsel bilgiyle donatılmış, bilimi rehber alan öğretmenler elinde iyi sonuçlar vereceğini sanıyorum. Programın başarıya ulaşabilmesi için sadece öğretmen ögesinin yeterli ve nitelikli olması değil, onu tamamlayan başka ögelerin de eksiksiz olması gerekir. Örneğin program iletişim ağını, interneti, bilgisayarı çok etkin bir biçimde kullanmayı gerektiriyor. Bunu başarabilecek kadrolar gerekiyor. Özellikle Türkçe dersi açısından söylüyorum, bu derste başarı sağlayabilmek için çok etkin bir biçimde yayınları izlemek gerekiyor. Günlük gazeteleri, haftalık, aylık dergileri, roman, öykü vs. yayınları çok etkin bir biçimde kullanmayı gerektiriyor. Bunu kullanmak branş öğretmeninin entelektüel yapısıyla, MEB bütçesiyle çok yakından ilişkili. Güçlü bir bütçe, zengin olanaklar ve nitelikli öğretmen gerekiyor. Ayrıca tabi okulların da yeni bir yapılandırma içerisinde olması gerekiyor. Bir tiyatro salonu, bir spor salonu, bir resim atölyesi gerekiyor.
Klasik laboratuar dışında geniş uygulama alanları gerekiyor. Gerçek anlamda programın uygulanabilmesi için, sınıf düzeninin de şimdikinden farklı olması gerekiyor. Öğrencinin rahat hareket edebileceği, sınıfın bir köşesinde kitap sergisi açabileceği, bir başka köşesinde koleksiyon yapabileceği, bitki yetiştirebileceği, hayvan bakabileceği bir sınıf yapısı gerekiyor. Özetle programın başarıya ulaşabilmesi hem insan ögesinin hem de araç gereç ögesinin eksiksiz ve donanımlı olmasına bağlı. Bu koşullar sağlanırsa programdan çok olumlu sonuçlar alınabilir. Özgüveni gelişmiş, olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurabilen ve doğru yorumlar yapabilen, bilgi kaynaklarına ulaşabilen, öğrenmeyi öğrenen insanlar yetişebilir.
Bir de programın teknik yapısı var. Şüphesiz çok iyi niyetle hazırlanmaya çalışılmış ama programda aktarmacılık çok belirgin. Üzerinde çalışılmış ve uygun bir şekle sokulmuş bir program değil. Çeviri diyebiliriz daha çok... Bu, taslak program olmasından belki, son şekli verildiğinde eksiklikleri giderilebilir.
Önceki programda öğrenciye kazandırılacak davranışlar, hedef ve amaçlarla çok sıkı bir biçimde yazarlar ve öğretmenler için belirlenmişti. Bu program daha mı serbest bırakıyor?
Yazardan çok öğretmeni serbest bırakıyor, tercih hakkı tanıyor. Kuşkusuz tercihleri de programın belirlediği kazanımlar doğrultusunda yapmak durumunda öğretmen. Bu programda da kazanımlar var ama kazanımlar doğrudan doğruya kuramsal, yapılaşmış, katı, ezberlenmesi istenen bilgilere değil de belli etkinliklere yöneltildiği için çok daha büyük esneklik gösteriyor. Örneğin biz eski programda bir okuma metnindeki ilişkileri soru olarak sorardık. "Metindeki Ali yolda Ayşe'ye rastlayınca ne dedi," gibi tümüyle metinde yapılandırılmış bilgilere ve davranışlara yönelik sorular idi. Orda beklenen, her öğrencinin metindeki bilgileri yakalaması ve herkesin aynı şeyi söylemesidir. Nitekim o sorunun yanıtı tektir. Oysa yeni programda böyle yapılandırılmış bilgileri tekrar etmekten çok, öğrencinin kendi duygu ve düşüncelerinin açılımını sağlamak önemli. Örneğin bu metnin en çok hangi bölümünü beğendiniz, niçin beğendiniz ya da bu resimde neler görüyorsunuz, beğendiniz mi gibi daha çok kişisel değerlere, bunların tartışılmasına ortak aklın oluşturulmasına yönelik sorular var. Bu bakımdan kuşkusuz daha esnek, daha bir geniş açıdan bakan, yorum kaldıran bir içerik taşıyor.
Türk eğitiminin amaç ve hedefleri konusundaki kazanımları belirlerken kazanımların sınırlarını milli eğitimin diğer temel yasalarıyla sınırlamış; o yasalara aykırı olamayacağını, o yasalarla çelişemeyeceğini, o yasalar doğrultusunda içeriğinin doldurulacağı gibi genel ifadelerle programa giriş yapmış. Tabi yasaların ve mevzuatın suç saydığı unsurlar bu program için de geçerli ama bizzat programın kendisi böyle bir tanım yapmıyor. Önceki program da yapmıyordu ama onda her şey çok daha katı ve davranışçı bir yaklaşımla sergilendiği için çizginin dışına çıkamıyordunuz. Ama şimdi çok daha esnek ve çok daha geniş bir açıdan yaklaşma olanağı veriyor, öğrenciye çok çok daha özgür bir ortamda düşüncelerini özgürce belirtme, özgürce tartışma olanağı tanıyor.
Evrim teorisinden söz ettiği için sürülen öğretmenlerin olduğu, Nazım Hikmet şiiri okudu diye öğrencilerin gözaltına alındığı, Orhan Pamuk'un kıyamet kopardığı bir gerçeklik içinde öğretmenler kendilerini ne kadar serbest hissedecekler?
İşte bunu ancak yaşayarak göreceğiz, öğreneceğiz. Genel siyasi atmosfer de güçler dengesi de belirleyici. Bir şeyi iyi yazmak, iyi niyetlerle ortaya çıkarmak iyi sonuçlar almak için yeterli değil. Kötü bir yasa, anlayış açısından gelişmiş bir insanın elinde sorunsuz uygulanabilir ama çağdaş bir anlayışla uygulanmış bir yasa kötü, bir uygulayıcının elinde inanılmaz sorunlar yaratabilir. Demek istediğim, sadece üst yapıda yapılacak değişikliklerle çözülebilecek bir olay değil.
Deminde bahsettiğim gibi bu programın temel özelliği, hazır yapılandırılmış, düzenlenmiş bilgileri öğrenciye sunmaması. Bir konu, sorun ortaya atılıyor öğrenci hem geçmişteki bilgilerini hem o anda edindiği bilgilerini kullanarak yeni bilgiler oluşturuyor. Bu oluşturma sürecinde öğretmen önemli bir rehber. Doğrudan kendisi bilgi aktarmıyor ama bu esnek yapı içersinde öğrencileri yönlendiren, tıkandıkları alanları açan etkin bir öge. Bilimi ve aklı kendine ölçüt, kendine rehber almayan bir öğretmenin elinde bu program, çok olumsuz sonuçlar verebilir. Bu gibi açılımlara da müsaittir. Çünkü esnek olması, içeriğin nasıl doldurulması gerektiğini öğretmene bırakan bir yapı demektir. Programın sınırları belli ama örneğin bir gazete, dergi getirilecek, çeşitli öyküler okunacak. Önceden, belirlenmiş ve tanımı yapılmış öyküler getirebiliyordu sınıfa öğretmen, onun dışına çıkamıyordu. Şimdi dışarıdan seçtiği bir kitabı okutabilecek. Ama öğretmen nasıl bir kitap seçecek? Kuşkusuz hemen böyle bir soruya verilebilecek bir yanıt vardır. O okulun müdürü vardır, milli eğitim müdürü vardır, müfettişler vardır denecektir ama geçmişte yaşananları anımsayalım, o dönemde de bunlar vardı. Hatta devletin bu konudaki duyarlılığı en üst düzeydeyken bile sınıfa başörtüsü ile giren, sınıfta programın dışında etkinlikler yapan öğretmenler vardı. Şimdi böyle biraz daha esnek bir program uygulamaya sokulduğunda bu risk her zaman vardır. Bunu da peşinen kabul etmek gerekir.
Eğitim kurumu ulus-devletlerin kendilerini ideolojik ve kültürel olarak yeniden üretmelerinin, gereksinim duydukları standart insan tipini yaratmalarının en önemli aracı. Anlıyorum ki Türkiye Cumhuriyeti'nin gereksinim duyduğu insan tipi farklılaşmış. Otoriter toplumun kul vatandaşından liberal toplumun farklılıklara önem verilen rekabetçi vatandaşına bir geçiş niyeti var.
Eğitimin ister kapitalist toplumlarda ister sosyalist toplumlarda olsun o ülkenin gereksinim duyduğu insan tipini oluşturmak gibi bir misyonu vardır. Ancak oluşturmak istediği insan tipinin temel karakteristik özellikleri nedir onu iyi saptamak gerekiyor. Siz özgür düşünen bireyler yetiştirirsiniz de birisi kapitalizm doğrultusunda, bireysel çıkarları doğrultusunda hareket eder birisi de kolektif çıkarlar içinde hareket eder. Sonuçta özgür düşünceli bir birey yetiştirmek önemli olan budur. Özgürce düşünen, özgürce karar veren ve özgürce verdiği kararlar doğrultusunda davranabilen bireyler. Bana göre özgür düşünceli bireyler yetiştirmek, bu programın getirdiği yeniliklerden bir tanesi. Önceki gibi standartlaşmış belli kazanımları empoze etmek gibi bir şartlanma içerisinde değil ama şunu da hemen belirteyim, bu programda da belli düşünce kalıpları verilmektedir. O kaçınılmaz, o sistemin doğası gereğidir. Bu bütün toplumlar için geçerlidir.
Örnek var mı aklınızda, hemen dikkatinizi çeken?
Şöyle diyelim, cumhuriyetin temel kazanımlarını doğrudan doğruya empoze ediyor. Bu sadece Türkçe programı açısından değil; sosyal bilgilerde de öyle, matematikte de öyle, diğerlerinde de öyle. Belli değerler var, yani kapitalist devletin ya da Türkiye için düşünürsek Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi geleceği için belirlediği insan tipi vardır, onda olmazsa olmaz ilkeler vardır. İşte o ilkeler içerisinde, o ilkeleri oluşturan tüm alt yapıyı vermeye çalışıyor. Zaten programın girişinde de bu, çok açık seçik bir biçimde belirtilmiş.
Ders Kitaplarında İnsan Hakları Projesinde ciddi eleştiriler vardı, etnisiteden cinsel ayrımcılığa kadar...Programa baktığınızda aynı şeyleri görüyor musunuz az ya da çok...Örneğin milliyetçilik vurgusu yoğun mu?
Yakın geçmişte ders kitapları açısından tartışılan birçok olumsuzluğu ben Türkçe için söylüyorum, yapısı gereği zaten pek barındırmıyor. Ama tabi AB ile olan bu entegrasyon anlayışı da bu konuda çok daha dikkatli davranmayı gerektirmiş. Son derece esnek ve geliştirmeye çok uygun, bağnazca düşüncelere yer vermeyen bir program olarak ben değerlendiriyorum. Ha milliyetçilik açısından baktığımızda, onu bütün ulus devletler milli değerler başlığı altında ifade ediyorlar. Kuşkusuz milli duygular hem Türkiye'deki iç politikada yaşanan gerginlikler hem de küreselleşme sürecindeki etki tepki doğrultusunda programa az ya da çok yansıyor.
Öğretmenlerin alışık olduğu uygulama belli; ellerindeki kitabı körü körüne izlemek. Başka bir şey yapmalarına izin verilmiyordu zaten. Genel olarak bu kalitede olan öğretmenler, esnek programa nasıl uyum sağlayacaklar? Eskinin kolaylığını bırakabilecekler mi?
Geçen ağustos ayından beri MEB yeni programı tanıtmak amacıyla çok hızlı bir biçimde seminerler organize etti. Türkiye genelinde bazen iki haftalık bazen üç haftalık seminerlerdi. Ama böyle kısa süreli hizmet içi eğitimle hele hele bu düzeyde kapsamlı bir programı tanıtmak, benimsetmek mümkün değil. Aslında bunu bir, iki, üç yıllık bir sürece yayıp önce öğretmenleri bu programın anlayışıyla donatmak ondan sonra uygulamaya sokmak en doğrusuydu. Ama zaman yetersizliği nedeniyle midir nedir, aceleye getirildiğini düşünüyorum hatta program biraz tepede hazırlandı diyebilirim. Şu yapılabilirdi: Programın genel taslağı hazırlandıktan sonra eğitim kamuoyunda bir iki yıl yoğun bir biçimde tartışılabilir, yani programın hazırlanmasına etkin bir biçimde öğretmenler, eğitim kurumları katılabilir, onların eleştiri süzgecinden geçirilerek tepede şekillendirilebilirdi. Ama tersi yapıldı. Tabi bunun yaratacağı sıkıntılar yaşanacaktır. Her şeyden önce eski programın tam karşıtı olması nedeniyle öğretmenlerin bunu benimsemesi, gereklerini sınıfta yerine getirmesi biraz güç. Ne kadar yeni programa açık olsa bile onun bilgi, beceri ve davranışlarıyla donatılmamış bir öğretmen, ister istemez ya da farkında olmadan eski alışkanlıklara kaçacaktır. Bir de araç gereç açısından yeterli donanıma sahip değilse biraz da koşullar öğretmeni eski alışkanlıklara zorlayacaktır. Bu nedenle öğretmenlerin hiç gecikilmeden yaygın bir biçimde, yeni program doğrultusunda formasyonlarının geliştirilmesi gerekiyor.
Ayrıca uygulamada programın kendisinden kaynaklı çıkabilecek teknik sorunlardan da bahsetmek isterim. Bir okuma parçasında dört ders saatinde, bir beşinci sınıf için söylüyorum, ellinin üzerinde kazanım işlenecek. Üstelik bu kazanımlar eskiden olduğu gibi öğretmen eliyle sözlü olarak işlenmeyecek, bizzat öğrenci tarafından gerçekleştirilecek. Öyle kazanımlar var ki bir drama yapmasını, metnin bir bölümüyle ilgili resim yapmasını, şiir yazmasını, öykü yazmasını istiyor. Bunlar tek tek düşünüldüğünde çok güzel şeyler ama belirlenen süre içinde, bu kadar çok ve zaman alıcı kazanımın yüzde yetmişinin uygulanamayacağı kaygısı var bende.
Eğitim kurumu özelliğinden dolayı siyasi müdahalelere çok açık. Biz zamanında Sultanahmet Mitingi'nde konuşma yapan Halide Edip'in çarşafını çıkartın!, tasavvuf edebiyatında tekke, tarikat kelimelerini kullanmayın gibi talim terbiye raporlarını görmüş, düzeltmiş insanlar olarak hazırlanan kitaplara ne tür müdahaleler olacak, program ne tür kazalara uğrayacak bekleyip mi göreceğiz?
Kapalı kapılar arkasında neler olup bitiyor bilmiyoruz. Evet sanırım bekleyip göreceğiz.
Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni Hrant Dink bir konuşmasında, ders kitaplarında Ali, Agop'a top attığında bu ülkede pek çok şey daha farklı olacak demişti, mealen. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ben de aynı düşüncelere katılıyorum. Bir ülkede yer alan gruplardan biri eğer kendisinin kabul edilmesini istiyorsa diğerlerini kabul etmek zorundadır. Ayrıca var olan bir şeyin şiddet yoluyla, zor yoluyla yok edilemediğini tarihle ve yaşadığımız olaylarla görüyoruz. O nedenle düşünceyi ifade özgürlüğü, bireyin kendi kimliğini özgürce ifade edebilmesi; bütün sorun bence burada başlayıp burada bitiyor, eğer bunu özümseyebilirsek sorun kendiliğinden çözülecektir diye düşünüyorum.
Siz ders kitaplarına ilk defa Nazım Hikmet şiiri koyabilen iki yazardan birisiniz. Şimdi de kitaplarınızda Ali'nin Agop'a, Jacklin'e, Helin'e top atmasını bekleyebilir miyiz?
Bir'den beş'e kadar olan Türkçe programlarında belli temalar verilmiş, temaların içeriği çok esnek olsa da belirlenmiş. Bu temaları hakkıyla işlemek için ne gerekiyorsa onu yapmaya çalıştık, açıkçası bir önyargıyla ya da kaygıyla hareket etmedik. Sizin söz ettiğiniz top atmalar herhâlde 6-7-8 de olacak, umarım olacak. Ben şöyle düşünüyorum: Eğitimin kendine özgü bir mantığı vardır ve burda akıl ve bilim esastır. Kuşkusuz sosyal yapı, yaşam da bu akıl ve bilimin üzerine oturacaktır. Bu yapılanma içinde olduğu sürece ben, bunu güzelleştirecek ne varsa yapmayı düşünüyorum.
Size göre, olması gereken müfredatın temel özelliği nedir?
Özgür düşünceli bireyler yetiştirmenin bence önkoşulu tüm önyargıları ortadan kaldırmaktır, çocuğun yerine düşünmemektir, çocuğun yerine karar vermemektir. Ama çocuğu akıl ve bilimle sürekli karşı karşıya getireceksiniz, yaşamı objektif bir biçimde gözleyebilmesi için gerekli koşulları sağlayacaksınız. Bunları gerçekleştirmeye yönelik program, özgürlükçü bir anlayışla hazırlanmış bir programdır diye düşünüyorum.(SS/EÜ)