"Yanardağ, asıl amacının Türk faşizmini çözümlemek ve ülkücü hareketin tarihsel, siyasal, ideolojik, kültürel ve sosyolojik boyutlarını değerlendirmek olduğunu" vurguluyor. Ona göre özellikle 1980 öncesinde faşizm tahlillerindeki kaba ve toptancı yaklaşımlar ideolojik mücadeleyi zaafiyete uğrattı.
Yanardağ Bianet'in sorularını yanıtladı.
"Amacım ülkücü hareketin analizini yapmaktı"
Şuradan başlamak istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) değişip değişmediği sorusundan hareket etmek MHP'nin bir araştırmanın öznesi olması için bu yeterli mi sizce?
MHP'nin değişip değişmediği araştırmanın güncel boyutunu oluşturuyor. Özellikle 1999 seçimleri sırasında yoğunlaşan ve daha öncesine kadar uzanan bir sürecin ürünü bu "değişim" kavramı ve bu kavramın ima ettiği siyasal olgu. Aslında, bir tür zamana yayılan bir değişim çabası söz konusu olan. Zaten bu değişim kavramı açık ya da örtük şekilde bizzatihi MHP tarafından üretiliyor. Bu nedenle sorunun düğüm noktası da burada. Neden MHP değiştiğini söylemek durumunda kaldı. Esas olarak bunu düşünmeye çalışalım. Bu bir ihtiyaçtı. Kitabın hareket noktası yalnızca partinin değişip değişmediğinden çok bu sorunun üzerinden ülkücü hareketin analizini yapmaktı.
Ben bu çalışmaya girdiğim zaman faşizm konusunda yazılanları bir araya getirdiğimde yüklü bir külliyatın olduğunu gördüm. Fakat bu külliyatın ağırlıklı kısmını faşizm ve Türk faşizmi konusundaki genel, soyut ve toptancı tahliller oluşturuyordu. Bu araştırmaların ortak yanı, daha çok Nazizim ve İtalyan faşizmi üzerine yapılan değerlendirmeleri aşmayan ve esas olarak bazı teorik ön kabullerden yola çıkılarak yapılan tahliller olmalarıydı. Bu hem yetersiz hem de bu nedenle yanlıştı bence. Genel olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan faşist rejimler ve Türk faşizmi konusunda yapılan araştırmalarında sanki bir Georgi Dimitrov tekeli vardı. Oysa, Dimitrov'un tespitlerini tekrarlamanın bu topraklardaki ülkücü hareketi besleyen siyasal, tarihsel, ideolojik ve kültürel meseleleri görmeyi engellediğini düşünüyorum. Dolayısıyla, geçmişte ve bugün solun MHP'ye karşı başarılı bir ideolojik mücadeleyi de bu nedenden dolayı yürütmediği kanaatindeyim. Bu durumun ağır sonuçları oldu. Örneğin biz şuna inandık; Ülkücüler, kandırılmış, baştan çıkarılmış, satın alınmış ve lümpen insanlar... Evet ama bu tespit yine de binlerce genç insanın neden ülkücü hareketi seçtiklerini açıklamaya yetmiyor.
Oysa sorun çok önemli. Çünkü; 1980 öncesi, iç savaş ortamında, MHP ve ülkücü hareket bu savaşın en önemli taraflarından biriydi. 12 Eylül kırılmasına karşın bugün iktidar ortağı durumundalar. O nedenle "Kimdir bu ülkücüler?" sorusunun cevabını vermek önemliydi. Ben bu sorunun cevabını vermeye çalıştım.
Diğer taraftan kitapta başka bir şeyi daha şeyi hedefledim; Türk faşizminin unsurları nelerdir? Türkiye'de faşizm sadece MHP tarafından mı temsil ediliyor? Devlet, devletin ideolojik aygıtları ve emperyalizm bu değerlendirmede nereye oturuyor? İşte bütün bu soruların cevabını bulmak gerekiyordu. Örneğin, Türkiye'de faşizmin esas olarak emperyalizm kaynaklı olduğunu savunanlar bulunduğu gibi, bu olguyu salt devlet ve devlet içindeki bazı hukuk dışı örgütlenmelere indirgeyenler de vardı. Oysa bütün bu tespitler olgunun bir yanına işaret eriyor ve bütünü göremiyordu. Kitapta, bu sorunu hem teorik hem de politik düzeyde analiz etmeye çalıştım.
Kanımca ortada hâlâ cevaplanmamış önemli sorular vardı. 12 eylül eğer faşist bir darbeyse, neden MHP'nin de tasfiye edilmeye çalışıldığının doyurucu bir cevabını da vermeye çalıştım. Dolayısıyla kitabın alt başlığında da belirildiği gibi ülkücü hareketin analitik bir tarihine ele almak ve ülkücü hareketin dününe ve bugününe bakıp geleceğe ilişkin bir projeksiyon sunmaya çalıştım diyebilirim.
Total yaklaşımlar yapıldığından bahsettiniz, ama şu gerçek de yok mu ? 1980 öncesinde hayatın akışı içersinde sorulara cevap veriliyor, mücadele yükseliyor, dolayısıyla meseleleri çok boyutlu bakma imkanı da fazlaca yok...
Kuşkusuz, bir iç savaş ortamında derinliğine, entelektüel araştırmalara girmek mümkün değildi ama, esas olarak iç savaşın bir tarafı ülkücülerse eğer o tarafın da daha iyi bilinmesi ve anlaşılması gerekirdi diye düşünüyorum. Ama genel olarak dönemin özelliği nedeniyle de daha çok propagandif, bir anlatım söz konusuydu. Dolayısıyla, bir haksızlık yapmamak gerekir ama, yine de daha derin tahlillere, ülkücü hareketin ideolojik, sosyolojik ve kültürel boyutlarına da bakmak gerekirdi. Oysa elde bir kalıp vardı; 'Faşizmin tekelci sermayenin en gerici, en şovenist ve en emperyalist kesimlerinin terörist diktatörlüğüdür' gibi.. Dolayısıyla ülkücülerde sermayenin hizmetinde olan satılmış, kandırılmış insanlar olarak görülüyordu. Bu tahlil belki ikinci, üçüncü soyutlama düzeyinde kabul edilebilirdi ama, hadise bu kadar basit değildi. Yazdığım kitapta bunu göstermeye çalıştım.
Ben bu kitapta, çıkışından bugüne kadar ülkücü hareketi bütün yönleri ve uzanımlarıyla incelemeye, Türk faşizminin analizine ilişkin yeni bir yaklaşımı ortaya koymaya ve 28 Şubat sonrası ülkücü hareketin konumunu değerlendirmeye çalıştım. Sanırım bu kapsamdaki ilk kitaptır.
Türkiye'de soğuk savaş dünyadan farklı bir dönemde bitti, yani 1989'dan itibaren sosyalist sistem çözülmeye başladığında NATO'nun savunma konsepti değişti, komünizm bir tehdit unsuru olmaktan çıktı, aynı dönemde Gladio gibi anti-komünist illegal örgütlenmeler tasfiye edilmeye başlandı. Ancak bu dönemde Türkiye de ise Kürt savaşı devam ediyordu. Bu nedeniyle Türkiye'de bir tasfiye gerçekleşmedi. Türkiye Soğuk Savaş dönemi örgütlenmesini bütün kurumlarıyla devam ettirmeyi sürdürdü. Ancak 1997 yılından itibaren devletin Güneydoğu da askeri anlamda üstünlüğü ele geçirmesiyle birlikte -ki susurluk kazası da aynı dönemlere denk gelir ve kanımca bu kaza olmasaydı bile devlet bu tip bir kazayı gerçekleştirirdi- Türk usulü bir tasfiye süreci gerçekleşti. Tehdit değerlendirmesi değişti. Hatırlanacağı gibi, bu dönemde yeniden düzenlenen ve devletin "gerçek anayasası" diyebileceğimiz Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde komünizm baş tehdit olmaktan çıkarıldı.
"MHP bir zaman sonra tehdit unsuru oldu"
İrtica ve bölücülükle birlikte ırkçılık ve ülkücü mafya cumhuriyete yönelik milli tehdit unsurları olarak değerlendirilmeye başlandı. Bu ülkücü hareket içerisinde ciddi tartışmalara neden oldu. Onların yayınlarını izledim, büyük bir şaşkınlık içindeydiler. Ülkücülüğün nasıl cumhuriyeti tehdit eden bir unsur haline geldiğini sormaya başladılar. Bütün bunlar olurken ülkücü hareketi ideolojik ve siyasal bakımdan bir anlamda yeniden tanımlamak ve bir yere oturtmak gerekiyordu. Dolayısıyla kitapta ülkücü hareketin tarihi gelişimiyle birlikte, bu dönemi de aktarmaya çalıştım. Ve bu hareketin geleceği üzerinde durdum.
Kitapta ülkücü hareketle MHP'nin ayrı şeyler olarak değerlendirildiği bölümler var. Mesela 1969 Adana Kongresi partide bir dönüşümü sembolize ediyor. MHP ve Ülkücü hareketin farkları ve ortak noktaları nedir?
MHP, lideri tarafından her zaman milliyetçi hareket olarak tanımlandı. Oysa pratik hayatta ülkücü hareket olarak ünlendi. Elbette bunun bir anlamı vardı. Çünkü, hareketin asıl taşıyıcıları ülkü ocaklarından yetişenlerdir. MHP ise, Ülkü Ocakları ya da onun yerine kurulan Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) ile iç içe geçmiş bir yapı olmakla birlikte, geleneksel parti formatına yakın bir örgütlenmeye sahipti.
Ülkücü Ocakları, MHP'nin ve Türkiye sağının bir nevi Harp okuludur. Bugünkü MHP yönetimi neredeyse tamamıyla Ülkü Ocaklı kadrolarından oluşur. Diğer sağ partilerde de ülkücü kökenli politikacıların sayısı sanılandan çok fazladır. Geçmişte Alparslan Türkeş partide ne zaman hakimiyetini kaybetmeye başlasa, Ülkü Ocakları'na dayanarak durumunu sağlama alıyordu. Sokakta, eylemde, iç savaşta ve yan örgütlenmelerde Ülkü Ocaklılar vardı. Ocaklı ya da ÜGD'li militanlar, kadrolar ve sempatizanlar vurdukları gibi vuruldular da. O nedenle bir dönem 'milliyetçi hareket' kavramı unutuldu. Türkiye'deki sivil faşist oluşum ülkücü hareket olarak anılmaya başlandı. Aradaki bu fark, bazen parti ile ocak arasıda çatışmalara neden oldu. Mesela Ali Yurtaslan anılarında 'Aralarında milletvekillerinin de olduğu parti yöneticilerinin bile Ülkü Ocağı'nın istekleri doğrultusunda hareket ettiğinden' bahseder. Sonuçta şu söylenmeli, esaslı bir çatışma yok ama bir ayrışma ve farklılaşma var. Alparslan Türkeş hareket içindeki dengeleri iyi gözetiyordu.
MHP aslında her dönem yarı legal bir parti oldu, ülkücü hareket 1970'li yıllarda askeri bir örgütlenmeye sahipti. Partiye paralel bir illegal silahlı örgütlenme söz konusuydu. Ve asıl kararlar bu yarı legal yapılanmanın merkezinde alınırdı. MHP bir soğuk savaş partisidir. Soğuk Savaş koşularında doğmuş ve gelişmiştir. Lideri Türkeş bir soğuk savaş uzmanıdır, Türkiye'den NATO'ya / Amerika'ya kontrgerilla eğitimi için gönderilen ilk sekiz kişilik subay heyetindedir. Türkiye'ye döndüğünde askeri okullarda gayri nizami harp eğitimleri vermiştir. Yani Türkeş, Batı'nın yeni savunma konseptini ve soğuk savaş siyasetini en iyi bilen kişilerden biriydi. O nedenle MHP bir sokak gücü ve operasyon partisiydi. Bu durum, onun hem siyasal anlamını hem de gücünün sınırlarını belirliyordu. Gücünün sınırlarını zorladığı için 12 Eylül'de tasfiyeye uğradı.
Mesela 2002 seçimleri için yapılan teamaül yoklamalarındaki kadrolar merkezi atamadan şikayetçi. Hepside asıl ülkücünün kendileri olduğunu söylüyor...
Bu MHP'nin değişim hareketiyle ilgili. 1995'den beri MHP sistematik olarak değiştirilmeye çalışıldı, medyada bunu destekledi. İki nedenle destekledi. 1980'lerden 1990'ların ortasına kadar Türkiye'nin bir tür fetret devresi yaşadığını söylemek mümkün, yani bir iktidar dağılması yaşandı. Güneydoğu'daki bölgesel savaş sistemi, daha çok da siyasal yapılanmayı çürütmüştü. Örneğin bu dönemde polisler bile ayrı bir iktidar odağı haline geldi. Ordu ile polis arasındaki çatışmalı bir ortam bile söz konusu oldu.
Türkiye'nin toplumsal siyasal dokusu bozuldu. Soğuk Savaş dönemine özgü örgütlenmesini koruyan devlet bu dönemde ideolojik olarak kendini yeniden dizayn etmeye yöneldi. Yakarıdan aşağıya doğru milliyetçilik pompalandı. Futbol maçlarından "milli" nitelikteki her türden etkinliğe kadar kullanılan semboller, simgeler ve sloganlar bu dönemde milliyetçi ve şoven bir renk kasandı. MHP bu dalganın üzerine oturdu.
Öte yandan, MHP bir sokak gücü, bir operasyon hareketi olarak görüldüğü için, 12 Eylül'den sonra MHP'nin yalnızca bir sokak gücü olmadığını ispat etmesi gerekiyordu. MHP'nin üslubundaki yumuşama, mafya bağlantılarının tasfiyesi gibi gelişmeler bu anlama geliyordu. 1997'den sonra bu süreç hızlandı. Çünkü devlet MHP ile tarihsel mutabakatını, yasak ilişkisini (Kürt savaşının sonlanmaya başlamasıyla birlikte) bitirmişti.
Tuğrul Türkeş'in genel başkanlık seçiminin kaybetmesinin nedeni tamamen yenilenme efsanesine teslim olmasından kaynaklanıyor.Devlet Bahçeli geleneği de gözeterek, yenileşme vaadini savunduğu için kongreyi kazandı. Dönemin Tuğrul Türkeşçi Ülkü Ocakları Başkanı Azmi Karamahmutoğlu, Devlet Bahçeli'nin genel başkan olmasını 'kasabalılar kazandı' diye yorumlamıştı. Önemli bir tespitti bu. Yani kendi lisanıyla, 1970'lerden bugüne uzanan geleneksel Orta Anadolu sağcılığının/muhafazakarlığının partiye egemen olduğunu söylüyordu...
1998'de Güneydoğu da askeri çatışma büyük ölçüde geri çekildiğinde MHP bir anlamda işlevsiz kaldı. Komünizm de küresel ve ulusal ölçekte bir tehdit olmaktan çıkmıştı. Diğer taraftan Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla "esir Türkleri kurtarma" efsanesi de açıkça çökmüş, Türki cumhuriyetlere yönelik birkaç operasyon -ki kitapta bu konular ayrıntılarıyla yer alıyor- başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu durum, söz konusu işlevsiz kalma halini daha da ağırlaştıran bir etkendi.
Diğer taraftan, Türkiye eliti bu çalkantılı dönemde güçlü ve istikrarlı iktidarlara şiddetle ihtiyaç duyuyordu. Oysa hem merkez sağ hem de merkez sol çökmüş, siyasal merkez savaş ortamının da etkisiyle hayli sağa kaymıştı. Bir iktidar dağılması yaşanıyordu. İşte bu ortamda siyasal merkezi yeniden kurma ihtiyacı duyan Türkiye eliti, 1999 seçim sonuçlarının yol açtığı sürpriz sonuçların da etkisiyle merkez sağı yeniden düzenlemeye yöneldi. Denen proje, merkez sağı MHP ile takfiye etmekti. İşte bu dönemde özellikle "Hürriyet" gibi gazetelerin MHP'nin değiştiğine dair yayınları çok önemliydi
Seçimlerden (1999) hemen önceki ve sonraki parti kongrelerinde Devlet Bahçeli "değişmedik, geliştik" dediği halde Hürriyet'in manşeti çok ilginçti; gazete "Değişmedik diye diye değişim" başlığıyla çıktı.
1999 seçimlerinin gerçek galibi, iktidarın ortağı da MHP'ydi... Aradan geçen süre içerisinde ise barajı geçip geçemeyeceği tartışılıyor.
Mesele şu, 1990-1998 arasındaki dalga MHP yi iktidara taşıdı. Ama gerçekte ise, 1999 seçimleri öncesinde bu dalga geri çekilmeye başlamıştı. MHP zirveye yakın bir dönemde seçime girdi. 20 yıllık yolsuzluk ekonomisinin sorumluluğunu taşıyan merkez sağ çökmüştü. Sol tarihinin en etkisiz dönemindeydi. Ülke ve toplum milliyetçi bir kuşatma altındaydı. Solda milliyetçilik vurgusuna sahip olan DSP öne geçmişti. Ve Türkiye savaşın getirdiği siyasal çürümenin gölgesinde seçimlere girdi.
Diğer taraftan o dönem askerler seçim istemedi, güçlü ve istikrarlı iktidarlar çıkarılmasını sağlamak üzere siyaset alanın yeniden düzenlenmesini talep ettiler.
"MHP'nin varlık gerekçesi ortadan kalktı"
MHP'nin varlık gerekçeleri ortadan kalkmasına rağmen bu konjoktürün kendisine sunduğu olanakları iyi kullandığını söyleyebiliriz. Ülkücü hareket merkez sağın siyaset alanında bıraktığı büyük boşluğu doldurmaya aday oldu. Ancak, seçimlerden sonra bu konjoktürel avantajın yeterli olmadığı ortaya çıktı. MHP her bakımdan yetersiz, dönüşümünün tam olarak gerçekleştirememiş, örneğin İstanbul sermayesinin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak, askerlere yeterli güveni veremeyen bir parti olarak kaldı. Hükümette olduğu sürece, son döneme kadar uyumlu bir ortak olarak olağanüstü çaba sarfeden, her şeye "evet" diyen MHP ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranabildi. Örneğin kadroları çok çapsız çıktı. Mesela, IMF Türkiye tarımını yıkarken Tarım ve Köy İşleri Bakanı'nın Ergenekon, Alparslan vb. gibi isimler verdiği tohumlar üretmekle meşguldü.
MHP bu hükümet döneminde uyum gösterdi, çünkü Türkiye elitine sadece bir sokak gücü olmadığını göstermek zorundaydı. Oysa uyum için attıkları her adım MHP'yi aşındırdı. Bunu fark ettikleri an geleneksel ideolojik pozisyonlarına iltica etmeye başladılar.
Bu seçimler biraz da MHP'nin geleneksel ideolojik hattının sınanması anlamı taşıyacak. Şunu sormak istiyorum, yoksullarla, servetin uzağında kalmışlarla MHP arasında nasıl bir ilişki olduğu da ortaya çıkacak mı bu seçimlerde?.
Şunu söyleyeceğim; MHP ve dünyanın başka yerlerindeki hiçbir faşist parti, tarihlerinin hiçbir döneminde ve hiçbir zaman ideolojik, politik ve örgütsel bakımlardan gerçek anlamda yoksulların partileri olmadılar. Ama, bu partilerde her zaman yoksullar, sınıf dışı toplum kesimleri ve işçiler vardı. Bu durum MHP için de geçerlidir. Ancak ülkücü hareketin bu topraklardan kaynaklanan özgün yanları da vardı. Bu durumun nedenlerini ve ülkücü hareketin konumunu kitapta genişçe anlattım.
Örneğin, 1980 öncesi ülkücüler çoğunlukla düşük puanlı üniversitelere girerlerdi, yoksul insanlardı. Orta Anadolu kökenli ve geleneksel değerlerine bağlılardı. Diğer taraftan, MHP'li olmakla, Sosyalist olmak arasında ciddi farklar vardı. Solcu olmak zordu ve birçok şeyi göze almayı gerektiriyordu. Ülkücü ya da sağcı olmak ise ne aileyle, ne toplumla, ne geleneksel değerlerle ve ne de devletle doğrudan bir çatışmayı gerektiriyordu. Yani daha kolaydı.
Diğer taraftan MHP hiçbir zaman yoksulların partisi olamadı ama büyük kentlerdeki lümpen gençliğin içinde destek gördü. 1980'lerde ortaya çıkan ülkücü mafyanın kaynağı da aynı lümpen kesimlerdir. Geleneksel bir Orta Anadolu sağcılığı söz konsu, büyük kentlere, batılı değerlere kapalı bir kesimden sempati görüyorlar. Bu kesimler bir dönem önce Refah Partisi'ni destekledi, ama siyasal islamın devletle olan çatışmalı hali, iktidarın ve servetin kenarında kalmış bu kesimleri devletle daha az çatışmalı olduğunu düşündükleri MHP'ye yöneltti. 1999 seçimlerinin ortaya koyduğu sonuç budur.
Milliyetçi hareket 78 yıllık bir dava, tabii süreci 19. yüzyıla kadar da uzatmak mümkün ama Cumhuriyetin değişim çizgisiyle milliyetçi hareketin değişimi paralel bir hat izliyor sanki....
MHP bir kimlik krizi içerisinde bugün. MHP kendini hem siyasal olarak yeniden tanımlamak hem de örgütsel olarak yeniden konumlandırmak zorunda. Son MHP programına baktığınızda herhangi bir muhafazakar ya da görece radikal sağ partiden farkının olmadığı ortada. Hatta en önemli ayrım noktası olan ülkücülüğün tanımında bile belirsizlik var. Sonuçta MHP potansiyel olarak faşist bir öze sahip olsa bile, ülkücü hareketi doğuran, oluşturan ve geliştiren koşullardaki köklü değişimi görmek gerekiyor. Ben kitapta bugünkü MHP'yi bu nedenle faşizan parti olarak tanımladım.
MHP, 1999 seçimlerindeki başarısını 3 Kasım 2002'de tekrarlayamayacak. Bu imkansız görünüyor. Hükümet ortaklığı sırasında MHP'nin yarattığı büyük hayal kırıklığı, bu partinin geleneksel tabanına, çekirdek oylarına doğru daralmasına yol açıyor. Bu durum, MHP içinde yeni bir iktidar kavgasına yol açacaktır. (NK)
MHP Değişti mi / Ülkücü hareketin analitik tarihi
Gendaş Yayınları
647 Sayfa