Bu durum soykırımın kabul edilemeyeceği ve lanetlenmesi gerektiği gerçeği dışında, İsrail'i değişik bağlamlarda avantajlı kılıyor. Sürekli mağdur konumu İsrail'e birçok sorunda uluslararası hukuk ve normları zorlaması imkanını sağlıyor. Çevresinin İsrail'e yaşam hakkı tanımayan düşman Arap ülkeleriyle çevrili olduğu söylemi, bu durumu güçlendiren bir etken.
Ancak 21. yüzyılın hemen başında İsrail uluslararası sistemde içkin geniş toleransı zorlayacak politikalar izliyor. 1990'lı yıllara kadar Birleşmiş Milletler (BM) sisteminin sınırlarını deneyen İsrail, artık diğer uluslararası platformlar ve özellikle hukuki zeminlerle karşı karşıya kalıyor.
Demokratik meşruiyet düşüncesine geniş taban kazandırılmaya çalışıldığı bir coğrafyada, kendi evinde en sert tedbirler ile güvenliği sağlayıp, dünyaya arkasını dönme politikaları zamanın ruhunun uzağına düşüyor.
Hükümetçe üretilen gerçeklikler ülkenin şahin yönetimini ve destekçilerini tatmin edebilir. Ancak aynı zamanda hem uluslararası sistem, hem de büyük Ortadoğu coğrafyasında İsrail sorununu somut hale getirmekte.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde sorunlar
1990'lı yılların ikinci yarısında zirveye çıkan Türkiye-İsrail yakınlaşması büyük oranda barış sürecinin Ortadoğu güvenliğinin merkezi unsuru olduğu yanılgısı sonucu.
İlişkilerin bundan önce de kötü olmadığı, Arap-İsrail savaşları, Kudüs'e saldırı ve bazı münferit olayların zaman zaman tansiyonu yükseltmesi hariç ciddi bir sorun yaşanmadığı vurgulanmalı.
Kamuoyu anketleri ve medya eğilimlerine bakıldığında, yaygın bir Filistin sempatisi olmasına karşın İsrail ile iyi ilişkilere karşı güçlü bir karşı tavra rastlanmıyor. Tarihi olarak anti-Semitizm hiçbir zaman Türkiye'de ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmadı. İstanbul'da ikiz terör saldırılarında vurulan sinagogların yarasını Türk halkı beraber sardı.
Son dönemde ilişkilerde yaşanan derin kriz büyük oranda İsrail'in ulusal güvenlik yapılanmasında ısrarlı tavrı, Türkiye'nin güvenlik ve dış politikada yeni oryantasyonu ve Türkiye tarafında işbirliğinin beklenen sonuçları doğurmaması.
İlginç olan; Paris'teki Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü'nün gece ışıklanan Eyfel Kulesi'ne bakan toplantı salonunda sorularını yanıtladığım "Amerika'nın Sesi" radyosunun sunucusu, ilişkileri farklı bağlamlarda ele almaktaydı.
İsrail'in "Türkiye uzmanları" Ofra Bengio ve Barry Rubin, Türkiye'nin Arap ve İslam dünyasında imajını güçlendirmek, Avrupa Birliği (AB) çizgisine yakın durmak ve ileride gerçekleşecek silah ihalelerinde İsrail'i baskı altında tutmak gibi sebepleri öne sürdüklerini söylüyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) İslami bir kimliğe sahip olduğu ve bu sebeple İsrail'e karşı olma ihtimalinin bulunduğu, yine radyo spikerinin yorum-soruları arasındaydı.
İçeride demokratikleşme yönündeki eğilimler dış politikanın artan oranda toplumsal talepler tarafından belirlenmesi sonucunu doğurdu. Türk halkının toplumsal talepleri, uluslararası hukuk ve normlar ile uyum içerisinde. İsrail'in Ortadoğu'da meşru bir ülke olarak varlığı kabul edilmekte ve iyi ilişkiler içerisinde olunması öngörülmekte, ancak aynı zamanda güvenlik duvarı ya da işgal edilmiş topraklarda gereksiz şiddete karşı çıkılmakta.
İsrail tarafından ve diğer ilgili aktörlerden klasik güvenlik devleti bakış açısıyla bakanlar Kuzey Irak'ta İsrail ajanları yada bu spekülasyonların Türkiye içerisinden yapıldığı kısır çekişmesi dışına çıkamazlar.
Türk-İsrail ilişkilerinin yaşadığı sorun aslında gün geçtikçe tarihin dışına biraz daha fazla çıkan, bölgesel ve uluslararası artan sayıda unsurun tepkisini çeken İsrail'in güvenlik devleti yapılanması ve izlediği güvenlik ve dış politikaları. Ortadoğu coğrafyasında yada dünyanın başka bir yerinde dış politika gündemi aktif barış ve uluslararası demokratik meşruiyet olan bir ülkenin yolunun İsrail'in tek taraflı politikaları ile kesişmemesi imkansız.
Türkiye'nin dış politika yönelimi
Türk-İsrail ilişkileri soğuk savaşın uzatmalarının oynandığı, siyasal İslam ile güvenlik devletinin çatıştığı, PKK terörü ile mücadelenin devam ettiği ve AB ile sürecin tıkandığı yıllarda anlamlı gelmiştir.
Ancak gerek siyasal İslam, gerekse ulusal güvenlik devleti soğuk savaş ideolojileri olarak geride kaldı ve geleceğin kurgusunda yanlış jeopolitik okumalar ile yapılmış ittifakların yeri yok. Soğuk savaş kalıntısı gerilimleri iç ve dış politikada üretmeye çalışanları ancak büyük bir başarısızlık beklemekte. Özellikle Türk-İsrail ilişkileri üzerinden benzer girişimler yapma imkanı artık tarihin bir parçası.
Türkiye'nin hukuki, siyasal ve ekonomik süreçleri hem içeride, hem dış politikada ülkenin ufuklarını genişletmiştir. İsrail kendi zamanı içerisinde dünya realitelerinin uzağına düşen güvenlik paradigmaları ile boğuşurken, Türkiye dünya zamanına taşınmıştır. İsrail'in kural tanımazlığı, uluslararası kurumlar ve hukuku hiçe saydığı ve dolayısıyla Türkiye'nin tepkisinin anlamsız olduğu öne sürülebilir.
Ancak unutulmaması gereken Mart 2003 tezkeresi sonrası Türk dış politikası toplumsal taleplerin ciddi şekilde dikkate alındığı süreçlerde üretilmektedir. Türkiye bu anlamda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dahil olmak üzere (AB ülkeleri dışında) Ortadoğu politikasını halkının tercihleri ile şekillendiren az sayıda ülkeden birisi. İsrail'in uluslararası sistemin bakış açısıyla doğal müttefiki olan bir ülkenin demokratik mekanizmalar ile sert şekilde eleştirilen bir konuma gelmesi önemli bir gelişme.
Nitekim Türkiye ile kötüleşen ilişkiler son zamanlarda yaşanan bir çok önemli uluslararası gelişmeden daha fazla İsrail'de ilgi çekmeyi başardı. Ankara'nın Ortadoğu ve İslam dünyası ve aynı zamanda ABD ve AB ile beraber içinde bulunduğu süreçler, Türkiye'nin İsrail'e tepkisinin sınırlı bir kabadayılığın ötesinde olduğunu gösterebilecek potansiyele sahip olduğunu göstermekte.
İsrail ve uluslararası meşruiyet
Büyük Ortadoğu coğrafyasının bir dönüşüm yaşaması iç ve dış politikada meşruiyetin sağlanması ön şartına büyük oranda bağlı. Uluslararası meşruiyet sistemin güç hiyerarşisinin üstlerindeki unsurların güç kullanımının meşruiyetini tartışılmaya başlanması ile yeniden tanımlanmanın eşiğinde.
Uluslararası sitemin tüm aktörlerinin dahil olacağı demokratik süreçler ile meşruiyetin belirlenmesi söz konusu olacak. Bu durumun doğal sonucu hem düzenin meşruiyeti, hem de bu düzenin ne şekilde meşru parçası olunacağı tartışmalarını gündeme getirmekte.
Tüm bu bakış açılarıyla İsrail'deki Şaron politikaları uluslararası sistemin meşruiyetini sorgulanır hale getirirken, aynı zamanda bu sistemin meşru bir parçası olarak kalmada zorlanması sonuçlarına gebe. Paris-Brüksel hattında bu algılama güçlü bir şekilde hakim ve Londra'ya kadar uzanması çok geç bir gelişme olmayacağa benziyor. Genişleyen Avrupa ve Türkiye'nin tepkisi bu bağlamda ele alınmalı. Her şeyin ötesinde Türkiye hala İsrail için dost ve müttefik bir ülke ve AB üyeliğinin İsrail için negatif sonuç üreteceğini düşünmek yanlış.
İsrail'in AB ile yaşadığı sorunlar için Türkiye anlamlı bir arabulucu olabilir. Ancak asıl çözümün İsrail'in bu sorunu doğuran devlet yapısı ve politikalarından vazgeçmesi ile olacağını söylemek gerekir. Kritik bir dönemde Türkiye'nin uyarıları İsrail için önemlidir ve dikkate alınmalı. Ankara bölgesinde barış ve istikrarı, uluslararası politikada ise demokratik meşruiyet ilkesini benimseyerek hem etik açıdan, hem de çıkarları bakımından dış politikasını barıştırabilmiştir. İsrail'in yapması gereken aynı yolu izlemektir. Aksi takdirde etrafında Türkiye benzeri az sayıda bulunan dost ülkeleri kendinden daha fazla uzaklaştıracaktır. (BB)
* Bülent Aras, Avrupa Birliği Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü, Paris